9 Temmuz 2010 Cuma

Yaşamdan keyif almak ..

Yaşamaktan keyif almak bizlerin elinde. Hepimizin sorunları, hepimizin sıkıntıları var ama nedense bizler sorunları büyütüp, mutlu anları çok çabuk tüketmeye alışmışız. Ben kişilik olarak mutlu olayları öne çıkartmayı seven birisiyim, en azından her şeyde mutlu olacak bir taraf yakalamaya çalışıyorum. mutsuz olmak o kadar kolay ki.


Mesleğim ve çalıştığım iş yerleri sayesinde bir çok Avrupa ülkesini, Kanada ve Amerika'yı gezme fırsatım oldu. İsrail ve Uzak Doğu'ya gitme şansım da oldu. Kültürleri ne kadar farklı olursa olsun, bizde göremediğim şey bu ülkelerde vardı. Oda STRESSİZ bir ortam. Herkes sakin ve güleryüzlü, panik olmadan, sizi sevecen dinliyorlar. Bir de bizim ortamlarımızı düşünün, çalıştığınız ortamları, gittiğiniz yerlerde karşılaştıklarınızı. Herkes bir telaş içinde, patronlar çalışanlarını fırçalayabilmek için bir bahane arar gibi. Sabahları günaydın derlerse sanki çalışan personel hemen suistimal edecek.

Çok uzun yıllar önce, üniversiteden yeni mezun olmuşum, Mutlu akü fabrikasında ilk işim, bana akü şarj bölüm şefliği verilmiş, bir de başımda tecrübeli mühendis amirim var, daha ilk günlerim de beni kenara çekip söylediği şey şuydu; bu işçilere güleryüz göstermeyeceksin, bir kere onlara güleryüz gösterdin mi, hemen tepene binerler.

Çok sevdiğim ve saydığım, gerçekten Türkiye için bir değer gördüğüm, şu anda ki patronum Lazar bey'in çok güzel bir tanımı var, der ki; Türkiye'de her şey var, insan gücünden tutun da, iş potansiyeline kadar, ancak bizler o kadar birbirimizi yemekle meşgulüz ki, bu değerleri ve kaynakları kullanamıyoruz. Başarılı olanı hemen nasıl alt edeceğimizi düşünüyor ve bin bir ali-cengiz oyunları ile bunu sağlıyoruz.

Haksız değil, çünkü mutsuz bir kitleyiz. Başarıyı kıskanan ama bu kıskançlığı ben de becermeliyim diye motivasyona döndüremeyen, bunun yerine onu nasıl başarısız gösterebilirimin peşindeyiz. Yıllar önce, Japon ve Amerikan iş adamlarının başarı öyküleri ve karşılaştırmaları diye bir seminere gitmiştim. Japonların adam işe alma, yetiştirme ve yükselme politikalarını anlatmışlardı. Hayran olmuştum. Zaten başarıları ile de bunu göstermekteler.

Senelerini yöneticilikle geçiren biri olarak, çalışanlarımın mutluluğunu hep ön planda tutmaya gayret ettim. Çünkü, inandım ki (hala inanıyorum) çalışanı mutlu olmayan bir şirketin, sistemin başarılı olabilme şansı yok. Müşteri memnuniyeti diye hedefler koyan şirketler, çalışanlarını memnun edemiyorlarsa, bu hedeflerine nasıl ulaşabilirler.

Peki çalışanların memnuniyeti sadece şirketin verdikleri ile mi sınırlıdır? Bu mümkün değil, bu yazıyı okuyan bir çok insan iş hayatında kariyerinin bir noktasında. Aradığı huzuru bulan ama piyasa şartlarında çok daha ucuza çalışan bir çok arkadaşımız olduğuna inanıyorum ben. Mutlu olduğunuz zaman, keyfiniz yerinde olduğu zaman, aldığınız maaş size o kadar güzel gelir ki. Daha fazlasına kafayı takmazsınız.

İşinizde mutlu olmanın önemli kriterlerinden birisi de, özel hayatınızın mutlu olmasından geçer. Bu iki kriter birbirini dengeler. Eğer bu denge bozulduysa, ya işi savsaklar gerekli performansı gösteremezsiniz, ya da iş sizin hayatınız olur, işle yatar, işle kalkarsınız. Halbuki yaşamdan keyif almanın en doğru yolu, iş ve özel yaşantıyı dengede tutmaktır. Evinde çok problem yaşayan, sevgilisi ile sürekli kavga eden bir çalışansanız, işiniz de sizin güleryüzlü, sempatik, herkesin yardımına koşan biri olmanız çok zor olur. O aksilikleri iş yaşamınızda da yaşarsınız. Daha hassas, daha az hoşgörülü ve daha eleştirici olursunuz. Keza, iş yaşamınızda ki olumsuzluklar, keyifsizlik bu sefer özel yaşamınıza yansır.

Yaşamdan keyif almayı öğrenmemiz lazım, belki beklentilerimizi tekrar gözden geçirmemiz lazım, acaba olmayacak hayaller peşindemiyiz? Elde edemeyeceğimiz şeyler mi istiyoruz? Örneğin, hiç yabancı dil bilmeyen birisi, kendisine uluslararası bir şirketin genel müdürü olmak gibi bir hedef koyabilir mi? Bu hedefi koymak ve zaman içinde ona ulaşamamak bu insanı demotive etmez mi?

Ben yaşamdan keyif almanın birinci şartını "iş yaşamı ile özel yaşamın dengelenmesi" olarak görüyorum. Bu dengeyi oturtabilen kişilerin yaşama daha sıcak baktığını, daha tahammüllü, daha sevgi dolu olduğunu ve verici olduklarını düşünüyorum.

Önyargı ve mutlu/mutsuz olma ile ilgili bir anımı anlatıp bitiriyorum. Netaş'ta yıllar önce ailelerimiz ile bir Balıkesir Gönen kaplıca gezisi düzenledik. Çoluk, çocuk zannediyorum 45 civarı kişi katıldı, yani tam bir otobüs, ancak işin ilginç yanı, gideceğimiz yere daha önce içimizden kimse gitmemişti. Tabi beklenti ve hayaller çok büyüktü. Kaplıcalar, havuzlar, yemekler, sıcacık otel odaları vs. Gönen kaplıcalarına geldiğimiz de müthiş bir hayal kırıklığı yaşandı. Otel diye bir şey yoktu. Yan yana barakalar, içinde ördek sobalar ( bu arada bir sonbahar-kış dönemi, hava buz gibi ), herkesin ortak kullanımına açık eski tarz bir tuvalet ve basit bir köy lokantası. Sanıyorum üç, beş kişi dışında herkes ayrılmayı düşündü ve dile getirdi. Herkes mutsuzdu. Ta İstanbul'lardan kalkıp bunun için mi gelinmişti? Rezaletti. Ancak, artık akşam olduğu için, yorgun olunduğu için herkes bir şekilde orada kalmayı kabul etti. Ve o andan sonra, daha önce keşfedilmeyen şeyler keşfedilmeye başlandı. Havanın ne kadar temiz olduğu, etrafın nasıl yeşil olduğu, tertemiz doğanın kokusu. Yüzler yavaş yavaş gülümsemeye başladı. Sonra odalara dağılım yapıldı, herkes ördek sobasını yakabilme telaşına girdi ve bu bizler gibi soba yakma becerisine sahip olmayan bir topluluk için tam bir komedi idi, herkesin en büyük eğlencesi oldu. Sonra, buz gibi bir havada üstü açık sıcacık kaplıca havuzun keyfi, ortada yakılan ateşte pişirilen sucuk ve etlerin keyfi, alınan içki ile hep beraberce söylenen şarkılar, türküler derken, fark ettik ki, o kadar uzun zamandır bunun özlemini çekiyormuşuz ki. Kocaman odun alevinin çevresinde birbirine sokulmuş eşler, çocuklar, ellerinde içkileri ile şarkılar, türküler söyleyen dostlar ve sonra o kafayla, mayoları giyip sıfır derece havada, gökyüzü'nde ki yıldızları seyrederek yaşanan sıcacık kaplıca havuzu. Ertesi gün sabahın köründe şehire bir otele gideriz diye sızlanan o büyük grup, bir sonra ki gün de orada kaldı, dağlara trekkingler yapıldı, oyunlar oynandı, köy düğününe gidildi. Ve bizlerin hiç unutamadığı bir gezi oldu.

Bunu neden anlattım. O anda, kimse burada da mutlu olacak şeyler olabilir diye bakmadı. Herkes olumsuzlukları gördü. Eğer arabaları ile gelmiş olsalardı inanın %90'ı geri dönerdi. Olumsuzlukları görüp, bunlardan mutsuz olmak en kolayı, bizler olumlu taraflarını görebilmeli ve mutlu olmayı becerebilmeliyiz. Eğer beklentilerimizin buna engel olduğunu düşünüyorsak, beklentilerimiz bir anayasa değil, değiştirebiliriz -ki anayasa bile değişiyor:))

Biraz uzun bir yazı oldu, umarım sıkılmadan okursunuz.....Özetle, gelin mutlu olmanın yollarını arayıp bunları geliştirelim, hani çok klasiktir, bardağın boşunu herkes görebilir, önemli olan dolu tarafını görelim, yaşayalım..................

Sevgilerimle
Haluk