31 Ocak 2012 Salı

Bu nasıl bir adalettir arkadaşlar?

Geçenlerde bir haber vardı, dinleyenler anımsar, dinlemeyenler içinde ben anlatayım.

Haber, genç bir adama ait, kardeşine bakabilmek için hapise girdi diyordu. Tamam bir çok benzer hikaye dinlemişsinizdir, ama bu gerçek bir dram. Gencin birisi, adı Özgür Uygun hakime hakaret ve polise mukavemet suçundan ceza evine giriyor ve 17 sene hapse mahkum oluyor, sonra nasıl olduğu belli olmayan bir şekilde merdiven boşluğundan düşüyor ve ameliyat üstüne ameliyat oluyor, sonra felç geçiriyor ama sonuç değişmiyor, bugün yatalak bir hasta konumuna düşüyor, yani kendine bakmaktan aciz.

Şimdi yatalak bir hastaya nasıl bir tedavi uygulanır? En azından hastanede bakımı yapılabilir falan, HAYIR. Türk adaleti sağlanması gerek ve felçli genç tekrar ceza evine gönderiliyor. Düşünebiliyor musunuz, yatalak, hiç bir şekilde başının çaresine bakamayan bu genç adam tekrar ceza evine konuyor. Aile perişan, nasıl bakacaklar? Kim bakacak? Göz göre göre ölüme terk.

Adalete başvurulardan da olumlu sonuç alınamayınca, kardeşlerden en küçük olan, evli ve çocuklu Soner Uygun kardeşinin bakımı yapabilmek için hapise giriyor ve hiç bir suç işlemeden, karısını, çocuklarını bırakıp kardeşinin bakımını üstleniyor. Bütün zamanını ona bakarak geçiriyor ve Özgür'ün en azından benim bildiğim hiç bir şekilde düzelme ihtimali yok.

Ya bu nasıl bir adalet sistemi? Bu nasıl insanlık, bu nasıl bir çağdaşlık göstergesi? Yani olayın neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Bu gencecik insanlara yazık değil mi? Yatalak bir genci ceza evinde tutmanın kime ne faydası var, hadi tuttun, bari bakımına yardımcı ol, hadi onu da yapmadın, kardeşine izin ver her gün girsin çıksın, o da yok. Normal ceza almış bir mahkum gibi yaşıyor kardeşi, hafta sonları ve izin dönemlerinde görebiliyor çocuklarını ve eşini.

Ben bu ilerleme raporlarından, çağdaş Türkiye mesajlarından anlamıyorum, bu olayı kimin önüne koyarsanız koyun, size o ülkenin adaleti hakkında düşüncesini söyleyecektir.

Sevgilerimle,
Haluk
31.01.2012 15:30








28 Ocak 2012 Cumartesi

Dubai gezisinden notlar ....

Arabhealth fuarı için ilk defa gittiği Dubai'yi gerçekten çok beğendim. Gerçi, yarım gün ve bir kaç akşam boyunca gezebildiğim için belki çok fazla yerini görmüş olamayabilirim ama gezilebilecek bir çok noktasını gezdiğimi düşünerek sizler ile paylaşmak istedim.

Öncelikle Dubai, yedi emirlikten oluşan Birleşik Arap Emirlikleri'nden en zengin olanı. Bugün ,için yaklaşık 4 milyon nüfusa sahip ve hemen hemen her ülkeden insanların yaşadığı bir yer haline gelmiş.

Emirliğin başında Şeyh Muhammed Raşid el Maktum bulunmakta. Halkı tarafından çok sevilen bir şeyh ve çılgınca projeleri ile tanınıyor. Hala da çılgınca projelerine devam ediyor.

Dubai'nin para birimi Dirhem, 1 Dolar = 3.67 Dirhem, 1 TL = 2,04 Dirhem. Yani sizin için en kolayı, Dubai'ye gittiğinizde AED olarak gördüğünüz fiyatları 2 ye böldüğünüzde o kadar TL ediyor.

Dubai'de her şey bir ana cadde üzerinde, adı  Şeyh Zayed caddesi. Bu cadde üzerinde onlarca devasa bina bulunmakta ve tabi binlerce dükkandan oluşan alışveriş merkezleri bulunmakta. Bu caddenin bir kaç cadde paralelinde ise en fazla iki katlı şehir evleri bulunuyor. Aslında bu devasa binaları yürüyerek gezebilmeniz mümkün, çünkü hepsi dip dibe. Yani Şeyh Zayed caddesini yürüyerek gezerek Dubai'nin üçte birini görebilirsiniz.

Bu cadde üzerinde bulunan Dünya Ticaret merkezi yılın hemen hemen her gününde fuarlara ev sahipliği yapıyor. Bu fuar katılımcıları ve ziyaretlerinden de oldukça büyük gelirler elde ediyorlar.

İkinci bölümü yaklaşık yirmi dakikalık bir taksi ile gidebileceğiniz Jumeyra bölümü.

Burada Dubai Marina ve herkesin anımsayacağı Dubai'nin kendi inşa ettiği Jumeyra Palmiye adası  ki şu anda yerleşim olan adadan daha büyüğü de yapılmakta ve artık Dubai'nin simgesi haline gelmiş olan Dubai Jumeyra Oteli, yani Yelken otel var. Bu bölge oldukça zengin ve yine onlarca devasa binalardan oluşuyor.

Bu binaların bir çoğu yerleşim olarak kullanılıyor, benim görebildiğim en kısası 30 35 katlı binalar.

Üçüncü bölümde eski Dubai dedikleri Deidra kısmı, burada tarih biraz daha fazla, eski evler, eski Dubai şehri var. Çok fazla devasa binaların ve alışveriş merkezinin bulunmadığı bu bölümde en önemli yer Dubai Creek. Yani Dubai'nin kendi içindeki minik körfezi. Bir kanal gibi üzerinde gezi yapılabiliyor. Kendiniz tekne kiralayabiliyorsunuz, tekne 1 saatliğine 100 AED alıyorlar. Vakti olanlar için bence tercih edilmesi gereken bir gezi olmalı.

Kanalın her iki tarafında en eski gemilerden, en modern binalara kadar bir çok deniz vasıtası görebiliyorsunuz. Aynı zamanda bizim Kapalıçarşı gibi bir çarşısı da bu kanalın Deidra tarafında bulunuyor. Burada ne ararsanız bulabildiğiniz gibi özellikle emitasyon saat, çanta, t-shirt, gözlüklerin satıldığı yer. Kendinize emitasyon bir Rolex veya Gucci çanta almak isterseniz gideceğiniz yer burası olmalı. Bunlar açık dükkanlarda satılmıyor, çarşının ara sokaklarında kısa bir turdan sonra bir binanın ikinci, üçüncü katlarındaki dükkanlardan alabiliyorsunuz. Fiyatları 50 USD'dan başlıyor.

Alkol olayı burada ilginç bir şekilde yerleştirilmiş durumda. Normalde bırakın alkol almayı, taşımanız bile yasak. Ancak, sadece OTELLER içinde içilebiliyor. O yüzden de Dubai'deki bütün otellerin en az bir tane barı, restoranı var. Herkese açık olan bu bar - restoranlar da alkol alabiliyor, dans edebiliyorsunuz. Bir çoğunda sigaranın serbest olduğu alanlar var, barların hepsinde sigara içiliyor. Barlar hep kalabalık, hafta içi veya hafta sonu diye bir ayrım yok. Ne zaman gitseniz kalabalık, özellikle barlarda uzak doğulu kadınların çokluğu dikkat çekiyor.

Alış veriş merkezleri çok fazla, tabi bunlardan en önemlisi ve kalabalık olanı Burj Halifa, yani Dubai Mall. 30.000 dükkan, denizin altına indiğiniz akvaryum ve Dünyanın en uzun binası - yani 828 metre - tepeden seyretme olanağınız var. Biz gitmeye çalıştık ama biletler günler öncesinden alınıyormuş. O yüzden burayı gezmek ve 828 metreden Dubai'yi seyretmek istiyorsanız önceden rezervasyon yapmanız gerekiyor.

Yine fıskiyeler ile yapılan showu seyretmek istiyorsanız Burj Halifa'ya gitmeniz gerekiyor.

Palmiye adalara da gittiğinizde dikkatinizi yerleşim alanlardaki modern binalar çekiyor, site halinde bahçeli evler yapılmış, hepsinin kapalı garajları var. Burada da en önemli yer, Atlantis oteli,. Adanın en sonunda ve en ucuna yapılmış ultra lüks bir otel Atlantis Oteli. İçine girmedim ama dışarıdan ne kadar muazzam olduğu belli oluyor. Belki daha uzun zaman orada kalanlar için içini gezmek ve en tepesinden körfezi seyretmek çok keyifli olabilir. Bunun yanında adanın ağaç yaprakları şeklinde olan yerlerden bazıları yazın denize girilen ve eğlenilen bölgeler olarak tasarlanmış.

Taksiler çok pahalı değil, 3 AED'den açılıyor ve normal mesafelerde en çok ödediğiniz 20 25 AED civarında oluyor. Ayrıca artık metroları tamamen devreye girmiş durumda, bir gidiş bileti 5 AED civarında, Jumeyra tarafına gidecekseniz rakam biraz daha artıyor. Günlük bilet almanız da mümkün. Otobüsler de toplu taşıma da oldukça yoğun kullanılıyor. Otobüs duraklarının çoğu kapalı ve içinde klima bulunuyor, çünkü yazın hava sıcaklığı 50 derecelere ulaşıyormuş.

Elektronik eşyalar Türkiye ve Avrupa'ya göre daha ucuz. Teknoloji içinde ne ararsanız burada bulabilirsiniz, yok yok gerçekten. Pazarlık yapabilme şansınız çok fazla yok, çünkü bizdeki gibi mağazalardan direk satış yapılıyor. Yine de fiyatlar mağaza bazında farklılıklar gösterebiliyor, o yüzden bir şey almaya karar verdiğinizde hemen almayın, bir kaç mağaza mutlaka gezdikten sonra alın derim. Her alışveriş merkezi çok geniş ve büyük alanlardan oluşuyor. Hangi marka ararsanız var. Her sene de Ocak 5 - Şubat 5 arasında SHOPPING FEST yapıyorlar, gece 01:00'e kadar açık kalıyor mağazalar.

Özetle, ben Dubai'yi kısacık gezdim ve çok beğendim. Denizin de güzel olduğu, aradığınız her şeyi bulabileceğiniz, modern bir şehir Dubai. Şeriat ile yönetilmesine rağmen, hiç kimsenin kimseye karışmadığı, mini etekli kadın ile çarşaflı kadınların yan yana gezdiği, çalıştığı bir şehir. Barı da var, camii si de var ama kimse suç işlemiyor. Caddeleri zengin, dükkanları en son modayı takip eden, teknolojinin en son ürünlerinin satıldığı, deniz, çöl turizminin en yoğun yaşandığı zengin bir şehir.

Sevgilerimle,
Haluk
28.01.2012 08:30

20 Ocak 2012 Cuma

Al Sevdiğini, Uç İngiltere'ye!

20. yılını kutlayan EFINST İngilizce Dil Okulları harika bir kampanya başlattı. EFINST Dil Okulu, 14 Şubat Sevgililer Günü’ne kadar kayıt yaptıran herkese İngiltere’de 2 haftalık İngilizce eğitimi hediye ediyor. Üstelik bu programlara iki yıl üst üste AB Dil Ödülü kazanan ESP (Özel Amaçlı İş İngilizcesi Programı) da dahil. Yani hem Türkiye’de İngilizce öğreniyorsunuz hem de pratik yapmak için İngiltere’ye bedava gidiyorsunuz. Haberin daha da güzel tarafı, İngiltere’de konaklama ve yeme içmeye de para ödemiyorsunuz.

Ben gidemem, çünkü İstanbul’da yaşamıyorum diyenlere müjde!

EFINST’in e-Learning LIVE! online İngilizce eğitim sistemiyle bire bir canlı online derslerinizi internet üzerinden de yapabiliyorsunuz. Bu sistemle öğretmeninizi canlı canlı ekranınızda görüyor, soru soruyor, sohbet edebiliyorsunuz. Öğretmenin sizin için hazırladığı power point sunumunu kendi ekranınızda görebiliyor, İngilizceye dair tüm sorularınızı özel öğretmeninize sorabiliyorsunuz. Başka kimse olmadan, sadece siz ve öğretmeniniz. Aynı gerçek sınıftaki gibi.

Detaylı bilgi için http://www.efdilokulu.com/al_sevdigini_uc_ingiltereye.html adresini ziyaret edin. Pişman olmayacaksınız.

EFINST’in yakında Facebook ve Twitter üzerinden yapacağı kampanyalardan en önce haberdar olmak için:
http://www.facebook.com/EFINST
http://www.twitter.com/EFINST

Bir bumads advertorial içeriğidir.

19 Ocak 2012 Perşembe

Kleopatra, Rome ve The Kennedys ....

Sizleri bilmem ama ben tarihe ışık tutan dizileri çok beğeniyorum. Gerçi şimdiye kadar genelde Türk Dizilerini seyretmediğim için, Kanuni, Hürrem falan konuları arasında bahsedilen Muhteşem Yüzyıl'ı seyretmedim ama gerek Pınar'dan, gerek arkadaşlarımdan aldığım bilgiler mutlaka seyredilmesi yönünde. Eminim, bilmediğimiz bir çok şeyi öğretiyorlardır.

Bu konularda daha önce yazılar yazdım, örneğin John Adams'ı seyrettiğimde büyülenmiştim cidden. O dizi yapılmadan önce dizide anlatılanları bir çok Amerika'lının dahi bilmediğine eminim.

Sonra ROME dizisini seyrettiğimde de çok etkilenmiştim, Sezar ile ilgili onlarca film ve dizi yapıldı ama bu Roma dizisi beni resmen koltuğa mıhlamıştı. Sonra devamını da aldım, yani 2. Sezonu, yani Sezar'ın öldürülmesinden sonra geçen zamanı. Hatta diziye biraz ön yargılı bile yaklaştım, öyle ya ortada Sezar yokken, bir 10 bölüm de daha ne anlatılabilirdi.

Ve o KLEOPATRA, biz çocukken bildiğimiz, belki de gerçekten tarihte herkesin aklında yer eden muhteşem Mısır Kraliçesi. Halbuki Rome dizisini seyrettikten sonra anlıyorsunuz ki Kleopatra Roma'nın bir oyuncağı. Bir çok Kleopatra filminde en muhteşem kadınlar rol almışken, bu dizi de oldukça normal bir kadın canlandırmış, hatta Kleopatra neredeyse bir seks düşkünü kadın gibi gösterilmiş, ne kadar doğru tabi bilemiyoruz.

2. Sezonu daha da çok beğendim Roma'nın. Diziyi bitirdikten sonra da oturdum Vikipedi'den okudum, baktım ki dizi ile tarih birebir, yani dizide mutlaka kendilerince yapılan kurgulamalar vardır ama savaşlar, aşklar, ihanetler, politika derken dizinin bütün keyfini yaşıyorsunuz.

Bu arada bir başka diziyi de tamamladım ki seyretmeyenlere mutlaka tavsiye edeceğim. The Kennedys. 1960 lı yılların en başarılı devlet adamı JFK'in başarıları, Marilyn Monroe ile olan aşkı, kadınlara düşkünlüğü, Küba sorunu, politikaları ve Oswald tarafından öldürülmesi, sonrasında kardeşi Robert Kennedy onun yerini alma çabaları ve onun da öldürülüşü. Muhteşem çekilmiş, onlar ile birlikte yaşıyorsunuz o anki olayları.

Özetle diyeceğim, abuk sabuk filmler de seyrediyorum, hatta ayırt etmeden seyrediyorum ama tarih ile ilgili ve bizim kitaplardan okuduğumuz ve ezberletilen tarihi, bir dizi halinde seyretmek resmen çok daha güzel ve kalıcı  bir öğretim oluyor. Üstelik seyrettikten sonra mutlaka gidip vikipedi'den ne kadar uygun çekmişler diye okumaya da çalışıyorum.

Rome ve The Kennedys dizilerini zamanınız varsa alın seyredin derim, özellikle Rome Sezon 1 ve Sezon 2 çok çok başarılı.

Sevgilerimle,
Haluk
19.01.2012 11:00

11 Ocak 2012 Çarşamba

Sen neymişsin be GANA ....

GANA nerede biliyor musunuz?

Bir çoğumuz AFRİKA'da olduğunu biliyor, tamam. Peki tam olarak nerede? İşte yandaki haritaya baktığınızda görebilirsiniz nerede olduğunu.

Hayırdır nereden çıktı bu GANA diyebilirsiniz, bu yazıyı yazana kadar GANA ile ilgili yazı yazma fikri aklımda bile yoktu. Eve geldim, televizyonu açtım, Trabzonspor - İstanbul Güngörenspor ile oynadığı kupa maçını izliyorum. Spiker Güngörenspor hakkında bilgi verirken şimdiye kadar hiç galibiyet alamadığını, ligde son sırada olduğunu ve ligin en çok gol yiyen takımı olduğundan bahsetti, bu arada Güngörenspor 2. Ligde mücadele ediyor.

Buraya kadar normal, maçı seyrederken Güngörenspor'daki zenci oyuncular dikkatimi çekti, kimlermiş bunlar falan derken, öğrendim ki GANA'lı futbolcularmış, 3 tane Gana'lı birden. 2. Ligde mücadele eden ve ligin dibine yerleşmiş, gol yeme rekoruna koşan bir takımda 3 tane GANALI oynuyor.

Sakın yanlış anlaşılmasın, burada Irkçılık, Milliyetçilik yapmak istemiyorum, ASLA. Sadece Türk Futbolu adına duyduğum üzüntüyü dile getiriyorum. Bu 3 Gana'lıya kim ne kadar para verdi ve getirdi bilmiyorum ama yani klasmanda dibe oturmuş bir takımda bu adamların yerine oynayacak hiç mi TÜRK futbolcusu yok?



Sonra merak ettim, Gana'ya baktım, ekonomisine, nüfusuna ve bir diğer merakım da acaba Türkiye'de kaç tane Gana'lı futbolcu olduğuna baktım, benim bulabildiğim yaklaşık OTUZ ( 30 ). Düşünebiliyor musunuz Gana'dan 30 futbolcu sadece Türkiye liglerinde futbol oynuyor, artık Dünya'da kaç tanedir bilemeyeceğim. Biz bir Arda'yı gönderdik diye kasık kasık kasılıyoruz. Ve bu futbolcular UEFA nezdinde Uluslararası statüde burada oynuyorlar, yani parasını ödemediniz mi bizim Türk Futbolcular gibi razı gelmeyip UEFA'ya şikayete falan gidebilirler.

Yazık değil mi arkadaşlar, iyi futbolcular, sonucu değiştirebilecek futbolcular tabi ki gelsin, sözüm yok ama 30 tane Gana'lıdan Süper Lig de oynayanları bir kaç tane ve biz bu futbolculara DÖVİZ ödüyoruz. Bırakın parasını bir kenara, onların yerine gelmesi, oynaması gereken Türk gençlerine yazık oluyor.

Neyse, ne bileyim ben garibime gitti, üzüldüm. Hem gençlerimize yazık, hem paramıza....

Sevgilerimle,
Haluk
11.01.2012 19:00

5 Ocak 2012 Perşembe

Onun adı Winter .... Dolphin Tale filmini seyretmelisiniz ..

Videocumdan yeni gelen filmleri seçerken, elime geçen DOLPHIN TALE isimli filme geldiğimde " Abi biraz çocuk filmi ama beğenirsin herhalde " dediği filmi bu akşam seyrettim. Hani çocuk filmi dediği filmi bence oturup bütün insanlar seyretmeli. Öncelikle yarın Videocuma gidip, kapıdan giren herkese bu filmi seyretmesini tavsiye etmesini söyleyeceğim.

Film Winter adında bir yunus balığı ile ilgili, 10 Ekim 2005'de doğan bu bebek yunus, insanlar tarafından yakalanmaya çalışılırken yaralanıyor ve yüzme yeteneğini aldığı tek kuyruğu kopuyor. Sonra yaralı olarak bulunan yavru Yunus Florida'da bir Deniz Hastahanesine naklediliyor, burada uzun uğraşlardan sonra kendisine takma bir kuyruk yapılarak hayata döndürülüyor. Bu arada normal kuyrukla yüzemediği için bu işlem yapılmazsa öleceğini de eklemeliyim.

Bu gerçek bir hikaye, her zamanki gibi ABD, bu gerçek hikayeden çok güzel bir film çıkarmış ve sinema seyircilerine sunmuş.

Şimdi ne var bunda, bir çok benzer film seyrettik diye düşünenleriniz olabilir, ama filmi seyrettiğinizde sizi etkileyen bu değil aslında, ya da en azından beni etkileyen bu değil. Film birden fazla konuda insan duyarlılığını ve günümüzün karmaşa içinde geçtiği ve farkında olmadığımız bir çok şeyi de sizlere de anımsatıyor. Örneğin; bir çocuğun hayvan sevgisiyle hayata nasıl bağlanabileceğini, örneğin; ailelerin öğrenmenin sadece okulda olmadığını, yaşamdan da büyük dersler alabileceğini, örneğin; özürlü insanların, özürlü hayvanlara karşı ne hissettiklerini, örneğin; sosyal medyanın artık hayatımızda gerçekten bir çok şeyi değiştirebileceğini.

Yaralı Winter'ın bulunduktan, kuyruğunun takıldığı noktaya kadar hiç kimsenin ilgilenmediği, sadece hastanede çalışanların ve hayvanseverlerin yardımı ile bir noktaya kadar gelebilmişken, bir web sitesi sayesinde yaşama nasıl döndüğünü, özürlü insanların Winterdaki azmi ve başarıyı onunla aynı havuza girerek, ona dokunarak hissetmeye çalışmaları. her ne kadar şikayet etsekte, sosyal medya sayesinde bir çok insana ulaşarak bugün bir çok insanın, özürlü çocukların Winter'dan haberi olması ve ona dokunarak cesaret almasını.

Kısaca, filmi seyredin derim, hele en sonda onlarca özürlü insanın ( gerçek videolar ) sırf ona dokunabilmek için gösterdiği çabayı görünce, Winter'ın o kuyruğu takarken kabul edişleri / red edişlerini seyrederken gerçekten gözlerinize inanmıyorsunuz ve etkileniyorsunuz. Bugün google'a girip Winter Dolphin deyin yüzlerce film, haber geliyor karşınıza.

Yurdumuzda özürlü insanlara karşı yine de belli ölçüde saygı ve sevgi var, keşke daha fazla olsa. Hayvan sever insanlarımız var, keşke daha fazla olsa. Sosyal medyada gerek özürlü insanlarımızı, gerek hayvanserliğimizi daha fazla gösterebilsek, çıplak iki hatun, deli bir müzik parçasına göstermiş olduğumuz ilgiyi, keşke daha fazla yansıtabilsek....

Bir çocuk filminden böyle bir yazı çıkarmıydı bilmiyorum, ben çıkartabildim mi onu da bilmiyorum ama bildiğim seyrederken de, yazarken de çok keyif aldım...

Sevgilerimle,
Haluk
05.01.2012 22:00

2 Ocak 2012 Pazartesi

Acarlar Longozu - Carpe Diem Oteli @ Karasu

Aşağıdaki yazıyı 29 Ağustos 2010 senesinde yazmıştım, Acarlar Longozu bizi çok keyiflendirmişti. Bu yılbaşında da oralara gittik, Acarlar Longozunu bu sefer de kışın gördük, yine muhteşemdi.

LONGOZ ne demek diye düşünenler olabilir, Longoz içi ormanla kaplı göl anlamına geliyor, su basar ormanları da deniyor. Daha geniş bir tanımlama ile, yılın belli dönemlerinde veya yıl boyunca taban suyunun yükselmesine bağlı olarak bataklık ve göllerde oluşan orman anlamına geliyor. 

Acarlar Longozu Dünyada 1. sırada, ikincisi de Türkiye'de, İğneada Longoz Ormanı. Acarlar Longozu'nda 243 tür kuş bulunuyor, tam bir kuş cenneti. Memeli Hayvanlardan, Tatlı Su Balıklarına, Bitki Örtüsünden nadir su bitkilerine, Erdemik Bitki türlerinden kumul alanlara kadar ne ararsanız var Acarlar Longozu'nda.

Yaz, kış, bahar ...her mevsime burası bir başka ama dere üzerindeki beyaz ve sarı Nilüferleri kaçırmak istemiyorsanız Mayıs - Haziran aylarında harika oluyor.

Bu arada Karasu'da kaldığımız CARPE DIEM otelinden de bahetmeden geçemeyeceğim, mükemmel bir tesis yapmışlar. Karasu İstanbul'a çok yakın, günü birlik bile gidip dönebilirsiniz.

Carpe Diem oteli mutlaka tavsiye ediyorum, özellikle su oyuncakları ve kocaman iki havuzu ile yazın sanırım çok keyifli oluyordur.

Odalar tertemiz, oldukça şık döşenmiş, fiyatları da pahalı sayılmaz, örneğin; 1 kişi yarım pansiyon 100 TL civarı. Odalar gayet büyük, açıkçası beklediğimden çok daha iyi bulduğumu söylemeliyim. Eğlenceniz de düşünülmüş, amerikan bilardo, 3 top bilardo, langırt gibi oyunlarının yanı sıra, akşamları disco olarak kullanılan güzel bir salonu da var.

Özetle yazın biz sanıyorum bir kaç kez buraya geleceğiz. Acarlar Longozu ve Karasu'ya vakit ayırın derim.

Sevgilerimle,
Haluk
02.01.2012 14:00
-------------------------------------------------------------------------------------------->

Karasu, Acarlar Longozu ve Pembe Kayalar ....
Şimdiye kadar en verimli kullandığımız gezi kitabı TÜRKİYE GEZİ kitabı oldu. Gezdiğimiz bir çok yeri o kitabı okuyarak bulduk. Veya bir yer duyduysak hemen ona başvurduk ve detaylarını öğrendik. Nasıl gidilir? Ne yenir? Örneğin; Sünnet Gölü, İğneada, Kıyıköy, Şarköy gibi yakın yerlerden Adıyaman, Hatay, Çanakkale, Antalya çevrelerini de yine aynı kitaptan faydalanarak gezdik.


Bu Pazar günü de, Pınar ile birlikte bir çok yer konusunda konuştuk, sonunda yine görmediğimiz bir yere gidelim dedik ve yakın yerler içinde KARASU'yu seçtik. Karasu için kitabımızı incelerken de yakınlarında neler var, onları tespit ettik ve saat 12 gibi yola çıktık.

Birinci önceliğimiz Karasu olduğu için TEM üzerinden Adapazarı'na, oradan da şehir içinden Karasu'ya geldik. Toplam süre yaklaşık 2-2.5 saatlik bir mesafe. Adapazarı içinden Karasu'ya kadar yol çok güzel ve yaklaşık 40 dakika sürüyor. Karasu şehir merkezi olarak aslında deniz kenarında değil. Bu yüzden Deniz kenarını biraz betonlaştırarak siteler ve bir sürü evler yapmışlar.

Deniz, güzel, sıcak ve keyifli. Kumsal uzun, Pazar günü olmasına rağmen çok kalabalık değildi. Hani birbirinin dibinde değil insanlar. Şezlong kiraları günlük 5 TL, ancak genelde deniz kenarında oturan insanlar kendi şezlong ve sandalyelerini getiriyorlar.

Şehir içine de bir girelim dedik ancak ilginç bir şey yoktu gezecek. Karasu bize biraz köy ile şehir arasında kalmış bir kasaba gibi geldi. Tabi bu kararı verecek kadar çok kalmadığımız için bu bizim gördüğümüz kadarıyla vardığımız bir düşünce. Belki bilemediğimiz farklı gezilecek noktalar vardı biz bulamadık.

Denize girip biraz dinlendikten sonra yola devam etmeye karar verdik. Yakında gözüken ACARLAR LONGOZUnu görünce, oraya gitmeye karar verdik ve iyi ki de gitmişiz. Mükemmel bir yer. Nilüferlerin Acarlar deresi üzerindeki görüntüsü mükemmeldi. Bu arada LONGOZ kelimesi dikkatinizi çekmiştir. Ben de bilmiyordum Longoz'un ne olduğunu. Internet'ten baktığımda şöyle bir tanımı var Longoz'un.

Longoz, denize doru akan derelerin getirdiği kumların kıyıda set oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucu akarsuyun biriktiği yerde oluşan özel bir ekosistemdir. yalnızca belirli ağaç ( dişbudak, kızılağaç, vs ), bitki ( göl soğanı, su menekşesi, vs ..) ve kuş ( kara leylek, balıkçıl, vs ..) türleri bu yaşam ortamını tercih eder.

Bizim ziyaret ettiğimiz Acarlar Longozunda ise Mersin balığı ve Nilüferler görülüyordu, fotoğaflarda detaylarını görebilirsiniz. Ayrıca güzel tarafı, dere üzerinde deniz bisikleti ile gezebilme şansınız var, maliyeti 15 TL. Biz geç kaldığımız için gezemedik. Bir de önemli not; derenin üzerinde bulunan Nilüferler saat üçe kadar çiçeklerini açıyorlarmış, üçten sonra da kapatıyorlarmış. Biz maalesef geç kaldığımız için açık halini göremedik ama bir kez daha sırf o çiçekleri görmek için gidilir.

Son ziyaret etmek istediğimiz yer ise PEMBE KAYALARidi, Karasu üzerinden Acarlar Longozu yönünü takip ederek devam ettiğinizde Kandıra'ya doğu gidiyorsunuz. Kandıra'ya bağlı deniz kenarı enfes yerlerden birisi olan Kefken ile Cebeci arasında bulunuyor Pembe Kayalar. Oraya ulaşırken de bir kez daha Kefken'in muhteşem manzarası ile yol alıyorsunuz.

Pembe Kayalar oldukça ilginç bir doğa eseri. Dalgaların şiddeti ile oyulan kayalarda simetrik görüntüler muhteşem, ayrıca gerçekten inanılmaz renklere bürünmüş bu kayalar. Bazılarının renkleri gerçekten Pembe. Kesinlikle muhteşem bir doğa manzarası var, çektiğimiz fotoğraflardan da bu çok rahatlıkla anlaşılabilir.

Eğer yolunuz Kandıra, Kerpe veya Kefken taraflarına düşerse mutlaka Pembe Kayalar'ı ziyarete gidin, benzer bir oluşum Kerpe'dede var. Ama ben Pembe Kayaları daha çok beğendim. Bu arada Karasu'da gördüğümüz sesszizik Kefken'de yoktu. Kalabalık ve gürültülüydü, özellikle Kefken ve Cebeci'nin sahil güzelliği, kumsalları ve buradaki hem askeri kapm, hem orman kampı burayı daha kalabalık ve turistik hale getirmiş durumda.

Pembe Adaları da bitirdikten sonra karnımız çok acıktığı için balık yemeye karar verdik ve Kefken'de limandakiLiman Lokantasına gittik. Son zamanlarda yediğimiz en güzel Levrek ve mezeleri burada yedik. Fiyatlarda oldukça uygundu. İki levrek, iki bira, iki büyük salata, tereyağında karides ve kalamarın toplamına 70 TL ödedik.

Sonra da saat sekiz gibi Kefken'den çıktık, on gibi evimize geldik. Keyifli bir gün geçirdik, bilmediğimiz yerler gördük, muhteşem doğa manzaraları yakaladık, aslında yurdumuzda gerçekten çok güzel ve keyifli yerler var ama inanın o kadar bakımsız ki. Karasu'dan Başlayan gezimiz boyunca bizi en çok üzen hemen hemen her gittiğimiz yerde bir çok çöp, naylon torba, bira şişeleri görmek oldu. Bu kadar güzel bir doğa ancak bu kadar hor kullanılabilir.

Sevgilerimle,
Haluk
29.08.2010 23:00