30 Ağustos 2010 Pazartesi

Sizin hiç lakabınız oldu mu? ..Benimki .....

Bizim çocukluğumuzda hatta gençliğimizde aynı Hababam Sınıfı'nda olduğu gibi lakaplarımız vardı. Bir çoğumuz gerçek isimleri kullanmaz, birbirimizi lakaplarımızla çağırırdık.

Babamın görevi nedeniyle Diyarbakır Lice'den, Kandıra'ya tayini çıkması nedeniyle, 1974 senesinde Kandıra'ya geldik. Kandıra, benim Lise yıllarımın geçtiği minik bir ilçe. Kocaeli'ne bağlı. Bizim gittiğimiz sene 11.000 kişilik bir nüfusu vardı.

Lise ikiye burada başladım. O zaman ben henüz sınıf arkadaşlarıma göre hem bir iki yaş küçük ( ilk okula altı yaşımda ve ikinci sınıftan başladığım için ), hem de boy olarak sınıfın en kısasıyım. Neredeyse maskot olarak anılıyorum okula. Yaşım on beş.

Belki küçük olmam sebebiyle de okulda çok seviliyorum, arkadaşlarım, öğretmenlerim.Okulumuzda bir Tarih Öğretmeni var, soy adını unuttum Yücel Bey. En sevmediğim derslerden birisidir Tarih. Ezbere dayalı dersler de zaten başarılı değilim.

Bir gün tahtada yazılar dolu, kimse de tahtayı silmemiş, dersimiz Tarih. Yücel Hoca, " Haluk kalk şu tahtayı sil " dedi. Ben de o kadar kişi içinden neden beni seçti diye sinirli bir şekilde kalktım, tahtayı sildim. Tahtayı sildikten sonra da bilinçli olduğunu sanmıyorum ama doğal olarak ellerime biriken tebeşir tozunu üfledim. Eh buraya kadar normal değil mi :)

Meğer ben Yücel Hocaya o kadar yakınken üflemişim ki, tozlar hocaya gitmiş. Yücel Hoca bir sinirlendi;

- Lan ne yapıyorsun, neden tozları üstüme üflüyorsun, zaten YUMURTA kadar adamsın, bir çakacağım şimdi !!!!

İşte, o an sınıf bir kahkaha patlattı, sonra dayanamadı Yücel Hoca'da gülmeye başladı, ben kıpkırmızı oldum ve geçti yerime oturdum, o zaman Mahmut ile yan yana oturuyoruz. Mahmut gülmeye devam ederek; " Hakikaten Yumurta neden hocaya üfledin yahu " dedi .

O gün benim adım Yumurta kaldı. O gün sınıftakiler okula, daha sonra okuldan mahalleye ve tüm Kandıra'ya yayıldı. Adımı bilmeyenler bile benim Yumurta olduğumu biliyordu.

Başlarda kızıyor olsam da, sonrasında ben de alıştım. Yumurta aşağı, Yumurta yukarı. Maç yaparız Yumurta, oyun oynarız Yumurta. Bu Yumurta olayı hep devam etti, ta ki ben Kandıra'dan ayrıldıktan sonra.

Yıllar sonra İstanbul'da bir gün bir telefonum çaldı, iş yerimde. " Alo " dedim, karşıdan bir ses  " Naber lan Yumurta, ben Saim " dedi. " Hangi Saim dedim, bizim kör Saim mi? " Bastık kahkahayı, sonra buluştuk, görüştük, sohbet ettik.

Lakaplar güzeldir, sevdiğiniz insanlara takılır. İçtenliği gösterir. Sevildiğinizi bildiğiniz için kızmazsınız. Bilmiyorum okuyan arkadaşlarımın hiç lakapları oldu mu da, olanlar bir nostalji yapsınlar, o lakaplı konuştukları arkadaşlarını düşünsünler, oyunlarımızı, paylaşımlarımızı düşünsünler, bizler daha mutlu değil miydik?

Sevgilerimle,
Haluk
30.08.2010 21:30

29 Ağustos 2010 Pazar

Karasu, Acarlar Longozu ve Pembe Kayalar ....

Şimdiye kadar en verimli kullandığımız gezi kitabı TÜRKİYE GEZİ kitabı oldu. Gezdiğimiz bir çok yeri o kitabı okuyarak bulduk. Veya bir yer duyduysak hemen ona başvurduk ve detaylarını öğrendik. Nasıl gidilir? Ne yenir? Örneğin; Sünnet Gölü, İğneada, Kıyıköy, Şarköy gibi yakın yerlerden Adıyaman, Hatay, Çanakkale, Antalya çevrelerini de yine aynı kitaptan faydalanarak gezdik.


Bu Pazar günü de, Pınar ile birlikte bir çok yer konusunda konuştuk, sonunda yine görmediğimiz bir yere gidelim dedik ve yakın yerler içinde KARASU'yu seçtik. Karasu için kitabımızı incelerken de yakınlarında neler var, onları tespit ettik ve saat 12 gibi yola çıktık.

Birinci önceliğimiz Karasu olduğu için TEM üzerinden Adapazarı'na, oradan da şehir içinden Karasu'ya geldik. Toplam süre yaklaşık 2-2.5 saatlik bir mesafe. Adapazarı içinden Karasu'ya kadar yol çok güzel ve yaklaşık 40 dakika sürüyor. Karasu şehir merkezi olarak aslında deniz kenarında değil. Bu yüzden Deniz kenarını biraz betonlaştırarak siteler ve bir sürü evler yapmışlar.

Deniz, güzel, sıcak ve keyifli. Kumsal uzun, Pazar günü olmasına rağmen çok kalabalık değildi. Hani birbirinin dibinde değil insanlar. Şezlong kiraları günlük 5 TL, ancak genelde deniz kenarında oturan insanlar kendi şezlong ve sandalyelerini getiriyorlar.

Şehir içine de bir girelim dedik ancak ilginç bir şey yoktu gezecek. Karasu bize biraz köy ile şehir arasında kalmış bir kasaba gibi geldi. Tabi bu kararı verecek kadar çok kalmadığımız için bu bizim gördüğümüz kadarıyla vardığımız bir düşünce. Belki bilemediğimiz farklı gezilecek noktalar vardı biz bulamadık.

Denize girip biraz dinlendikten sonra yola devam etmeye karar verdik. Yakında gözüken ACARLAR LONGOZUnu görünce, oraya gitmeye karar verdik ve iyi ki de gitmişiz. Mükemmel bir yer. Nilüferlerin Acarlar deresi üzerindeki görüntüsü mükemmeldi. Bu arada LONGOZ kelimesi dikkatinizi çekmiştir. Ben de bilmiyordum Longoz'un ne olduğunu. Internet'ten baktığımda şöyle bir tanımı var Longoz'un.

Longoz, denize doru akan derelerin getirdiği kumların kıyıda set oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucu akarsuyun biriktiği yerde oluşan özel bir ekosistemdir. yalnızca belirli ağaç ( dişbudak, kızılağaç, vs ), bitki ( göl soğanı, su menekşesi, vs ..) ve kuş ( kara leylek, balıkçıl, vs ..) türleri bu yaşam ortamını tercih eder.

Bizim ziyaret ettiğimiz Acarlar Longozunda ise Mersin balığı ve Nilüferler görülüyordu, fotoğaflarda detaylarını görebilirsiniz. Ayrıca güzel tarafı, dere üzerinde deniz bisikleti ile gezebilme şansınız var, maliyeti 15 TL. Biz geç kaldığımız için gezemedik. Bir de önemli not; derenin üzerinde bulunan Nilüferler saat üçe kadar çiçeklerini açıyorlarmış, üçten sonra da kapatıyorlarmış. Biz maalesef geç kaldığımız için açık halini göremedik ama bir kez daha sırf o çiçekleri görmek için gidilir.

Son ziyaret etmek istediğimiz yer ise PEMBE KAYALAR idi, Karasu üzerinden Acarlar Longozu yönünü takip ederek devam ettiğinizde Kandıra'ya doğu gidiyorsunuz. Kandıra'ya bağlı deniz kenarı enfes yerlerden birisi olan Kefken ile Cebeci arasında bulunuyor Pembe Kayalar. Oraya ulaşırken de bir kez daha Kefken'in muhteşem manzarası ile yol alıyorsunuz.

Pembe Kayalar oldukça ilginç bir doğa eseri. Dalgaların şiddeti ile oyulan kayalarda simetrik görüntüler muhteşem, ayrıca gerçekten inanılmaz renklere bürünmüş bu kayalar. Bazılarının renkleri gerçekten Pembe. Kesinlikle muhteşem bir doğa manzarası var, çektiğimiz fotoğraflardan da bu çok rahatlıkla anlaşılabilir.

Eğer yolunuz Kandıra, Kerpe veya Kefken taraflarına düşerse mutlaka Pembe Kayalar'ı ziyarete gidin, benzer bir oluşum Kerpe'dede var. Ama ben Pembe Kayaları daha çok beğendim. Bu arada Karasu'da gördüğümüz sesszizik Kefken'de yoktu. Kalabalık ve gürültülüydü, özellikle Kefken ve Cebeci'nin sahil güzelliği, kumsalları ve buradaki hem askeri kapm, hem orman kampı burayı daha kalabalık ve turistik hale getirmiş durumda.

Pembe Adaları da bitirdikten sonra karnımız çok acıktığı için balık yemeye karar verdik ve Kefken'de limandaki Liman Lokantasına gittik. Son zamanlarda yediğimiz en güzel Levrek ve mezeleri burada yedik. Fiyatlarda oldukça uygundu. İki levrek, iki bira, iki büyük salata, tereyağında karides ve kalamarın toplamına 70 TL ödedik.

Sonra da saat sekiz gibi Kefken'den çıktık, on gibi evimize geldik. Keyifli bir gün geçirdik, bilmediğimiz yerler gördük, muhteşem doğa manzaraları yakaladık, aslında yurdumuzda gerçekten çok güzel ve keyifli yerler var ama inanın o kadar bakımsız ki. Karasu'dan Başlayan gezimiz boyunca bizi en çok üzen hemen hemen her gittiğimiz yerde bir çok çöp, naylon torba, bira şişeleri görmek oldu. Bu kadar güzel bir doğa ancak bu kadar hor kullanılabilir.

Sevgilerimle,
Haluk
29.08.2010 23:00

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Film tavsiyeleri ... Cliente, Firts Mission, Vegetarian ....

Bu aralar yine bolca film seyrediyorum, son aldığım paketin içinde yabancı ve türk filmler var, yabancı filmlerden beğendiklerimi aşağıda sıralıyorum. Türk filmlerde bir kaç gün sonra.....

CLIENTE  ( Müşteri ) : Nedense oldum olası Fransız filmlerini sevmem, oyuncular muhteşem olduğu halde senaryolar, aksiyonlar, çekimler bana hep durgun gelir. Bu filmde aslında  o tarz, durgun, konuşmalı, oldukça fazla el yüzün sorgulandığı bir film, ama yine de bir çok Fransız filmine göre beğendim.

Filmin konusu : 51 yaşına gelen ve son dört senesine Jigolalara para vererek seks yaşayan bir kadının yaşama tutunuşu. Bunun yanında çok sevdiği eşinin ve evinin masrafını ödeyebilmek için gizli gizli jigololuk yapan bir gencin hikayesi. Açıkçası size yazacağım filmler içinde bence en iyisi. ON üzerinden SEKİZ.

FIRST  MISSION : Afrika, Latin Amerika'da çekilen filmlerin hastasıyım. Bu filmde öyle Latin Amerika'da çekilen bir film. Aslında seyrederken bu filmin konusu olması ötesinde gerçekliği yaşattığını hissediyorsunuz. Rol yapsalar da, size o anda oradaki havayı veriyorlar, o yüzden ben filmi çok ama çok başarılı buldum.

Filmin konusu; Doktor olduktan sonra Latin Amerika'da gerillalar ile Devletin çarpıştığı bir ortama  giden doktor kızın idealistliği anlatılıyor. Filmde çok meşhur oyuncular yok, ama çok güzel çekilmiş, çok beğeneceğinizi düşünüyorum. ON üzeriden SEKİZ.

VEGETARIAN : Çin ve Uzak Doğu filmlerinde müthiş sürprizlere hazırlıklı olun. Ne zaman nasıl bir film seyredeceğeniz belli olmuyor. Ben de o yüzden ne zaman Uzak Doğu ile ilgili bir film  görsem mutlaka alıyorum. Bu film de öyle. Çok başarılı mı hayır, çekimleri çok mu etkileyici hayır, ama filmde bir devamlılık var ve bu sizi seyretmeye zorluyor.

Filmin konusu; Gördüğü rüyalar neticesinde et yememeye karar veren evli bir kadının etrafında dönüyor. Eşi, ailesi derken olayın içine kız kardeşinin kocası karışıyor. Tam bir karmaşa. Açıkçası son sevişme sahneleri oldukça erotik ama genelde durağan filmlerden. ON üzerinden YEDİ.

SOLITARY MAN : Muhteşem adam Michael Douglas. Gerçekten yaşlandıkça eskiye göre daha çok rol buluyor. Yine her zamanki hali, seksi, seks arayan ve seks üzerine yoğunlaşan bir adam. Onun dışında oynayan oyuncuların hiç birini tanımıyorum, sanki onun için yapılmış bir film.

Filmin konusu; Çok başarılı bir iş yaşamı sürerken hasta olduğunu öğrenen bir adamın tüm yaşamını değiştirmesi ve saygın bir kişilikten, nefret edilen kişi haline gelmesini konu alıyor. Michael Douglas dışında etkileyici bir oyun sergileyen yok, dediğim gibi filmde onun üstüne kurulmuş. ON üzerinden YEDİ.

SPLICE : Sinemada oynarken gitmeyi arzu ettiğim ama gidemediğim bir film. Ancak filmi seyrederken de çok bir şey kaçırmadığımı açıkça ifade etmek isterim. Benzeri filmler çok çekildi, hatta bence çok daha başarılıları çekildi.

Filmin konusu; Genlerle oynayan iki gen bilimcinin yarattıkları bir tür ile ilgili. Bu tğre karşı sevgileri olduğu kadar tehlikenin de farkındalar ama bu farkındalık o türü yaratmanın ötesinde büyütmeye kadar götürüyor. Ben her ne kadar bilim kurgu sevsem de beni bile tatmin edemeyen bir film diyeceğim.ON üzerinden ALTI.

V-dergi - www.reklamedya.info

Sıdıka Kula benim çok sevdiğim bir arkadaşım, tamamen tesadüfler eseri karşılaştığım bu arkadaşım reklamcı, tasarımcı, yayıncı, gazeteci gibi özelliklerinin yanı sıra daha bir çok meziyeti olan dünya tatlısı birisi. Kendisi Balıkesir'de yaşıyor. Balıkesir ve çevresi için önceleri gazete çıkartıyordu, bundan beş altı ay evvel, yeni bir Web sitesi kurdular ve bu Web sitesinde elektronik dergi yayınlamaya başladılar.

http://www.reklamedya.info

Sıdıka'da gazetesini çıkarmaya başladığında benim yazılarımı da yayınlıyordu, bu sefer V-dergi diye adlandırdığı dergisinde benim seyahat notlarımdan bir köşe yapmayı teklif etti. Çok sevinerek kabul ettim ve bugün 5. sayısı yayınlanan V-dergi'de beş aydır seyahat notlarım yayınlanıyor.

Yazılarım sitelerde yayınlandı, bir kaç dergi de yayınlandı ama böylesine kapsamlı ve renkli bir anlatımla hiç yayınlanmamıştı. Gerçekten her okuduğumda acayip mutlu oluyorum, keyif alıyorum.

Ben seyahatlerimde fotoğraf çekmeyi çok seviyorum. İki nedeni var, birincisi o anları ölümsüzleştirmek, diğer ise gittiğim yerleri arkadaşlarıma tanıtabilmek. En azından onlar açısından da alternatifler yaratabilmek.

Bugün gezmeye gittiğiniz yerler ile ilgili bilgi toplayabilme, kitaplar alabilme şansınız var. Ancak bir çok bilgi genel anlatım yapıyor, oraya gittiğinizde göreceğiniz tarihi yerler, ören yerleri anlatılıyor. Basit bilgiler verilmiyor. Örneğin;  o anki para birimi, fiyatlar, nereye nasıl gidebilirsiniz, toplu taşıma olanakları, vs gibi. Ben bunları da yayınlamaya çalışıyorum.

Örneğin; Yunan Adaları turunda garsonlara verdiğimiz bahşişten, gece giyilecek kıyafetlere kadar anlatmıştım. Daha sonra giden ve notlarımı okuyan arkadaşlarımdan öğrendiğim, bu bilgilerin onlara çok faydası olduğuydu.

Neyse, ben Facebook'tan Sıdıka'ya çok teşekkür ettim ama bir seferde onun için blogumda yazı yazmak istedim. Elektronik dergisine mutlaka bir göz atın, gerçekten son derece kaliteli ve bir çok farklı konuya değinen bu dergiyi çok beğeneceğinizi düşünüyorum.

Web sitesinde  eski sayılara da ulaşma olanağınız var. Bu sayıda Pınar ile benim yapmış olduğumuz Minik GAP turunun fotoğraflarla anlatımını bulacaksınız.

Tekrar teşekkürler Sıdıka, umarım hem sen, hem dergin hak ettiği yere ulaşır.

Sevgilerimle,
Haluk
28.08.2010 13:00

Bahtsız Bedevi üzerine ilmi araştrma :))))

Bahtsız Bedevi iletisini bir arkadaşımda görünce sordum, hayırdır, nedir bu Bahtsız Bedevi iletisinin nedeni diye, o da kendince anlattı.


Bu sözün tam olarak ifadesini sanırım biliyorsunuzdur, bilmeyenlere de üşenmedim Internette Bahtsız Bedevi deyince karşımıza neler geliyor onları çıkardım, bulduklarımı da burada yazıya dökerken gülme krizi geçirdim :))))))


Buyurun size İNTERNET'teki Bahtsız Bedevi tanımları :)


- çöl gibi bir cografi alanda kutup ayısı ile karşılaşma yeteneğini göstermiş akabinde kutup ayısıyla cima etmek suretiyle türk argo atasözlerinde oldukca iyi rating almış kişidir.


çölde ne aradığı belli olmayan kutup ayısı tarafından tacize hatta ve hatta tecavüze uğrayan arap...


çölde sakin sakin gezinen yalnız genç ve yakışıklı bedevinin, karşısına çıkan beyazlar içerisindeki bir kutup ayısı ile karşılaştıktan sonra, ikili arasında yaşanan küçük yakınlaşma neticesinde türetilmiş bir tevatürdür. gören olmamıştır, tamamen kulaktan dolmadır.


insanoğlınun ifade yeteneğini güçlendirmek için hoyratça kullandığı, deveyle kutup ayısıyla işi olmayan ve suyu bitmek üzere olan kendi halinde bir adamcaaaz...


çölde kutup ayısının tecavüzüne uğramış bir şahsiyettir,bahsi geçen bu bahtsız şahsın öldüğü yolunda spekülasyonlar olsada kutup ayısına ne olduğu konusundaki sorular hala cevaplandırılabilmiş değildir.


resel ısınma yüzünden şansının açıldığını düşündüğüm insandır. böyle giderse kutup ayılarının soyu tükeneceğinden çölde rahat rahat dolaşa bilecektir. fakat kutup bölgelerine gitmesi sakıncalıdır zira develerle karşılaşma olasılığı yüksektir. 


şehirde zaman zaman ortaya çıkan türevleri de mevcuttur. sabah kalkar su olmaz, taksiye biner taksici azarlar, evine gider kapıyı açamaz, kar yağar yolda kalır, kahve ister kahve bulamaz. zaman zaman yaşanır böylesi durumlar, bahtsız bedevilik insana özgüdür. şehirlerde daha beter durumlarda yaşanmaktadır. ayısına ne olduğu konusundaki sorular hala cevaplandırılabilmiş değildir.




Ve son olarak öğrendim ki PANİK grubunun bir şarkısının adı da Bahtsız Bedevi'ymiş, sözleri aşğaıda  :)))





Bahtsız Bedevi





hayret, bir şey mi oldu


gelen vurdu, giden vurdu
izleri kaldı

kader mi böyle yazmış 
yoksa ben mi şanssızım
yıllardır bahtsızım

ilk tokadı ebem vurdu, pancar gibi oldu
günler geçti, yıllar oldu, bir şey kalmadı

bahtsız bedevi sen çölde ne yapıyorsun
kutup ayısı bir gelsin, halini sorsun
hakkındaki söylentileri bilmiyorsun
böyle yalnız yola çıkma, allah korusun

Sevgilerimle,
Haluk
28.08.2010 12:45

27 Ağustos 2010 Cuma

Film alt yazılarındaki komik tercümeler :) ...

Bildiğiniz gibi ben bir filmkolikim. Bundan üç sene önce başladığım film alma serüvenim halen tam gaz debam etmekte, bugün için sanıyorum dizi + film olarak yaklaşık 1500 adet DVD'im var. Beğenmediğim, kaydı kötü veya senkronu kaymış filmleri DVDcime iade ediyorum ve onların yerine yenilerini alıyorum. Bunun anlamı, elimde olan bütün filmleri seyrettiğim ve beğendiğim. oluyor tabi :)

Günde ortalama iki, üç, hafta sonunu da koyarsak sanırım haftada seyrettiğim film sayısı on beş ile yirmi film arasında. Bazılarını burada sizler ile paylaşıyorum, beğendiklerime kritikler yazıyorum.

Film seyretmek bir keyif. Farklı teknikler, farklı konular, farklı ülkeler...Bence bir nevi genel kültür, yaşam biçimlerini öğrenmek. Bir Danimarka filmi seyrediyorsanız aile değerleri, eğitim, yaşam düzeyi hakkında genel bir izlenim edinebiliyorsunuz. Veya tarihi filmler, veya büyük işler becermiş insanların hayatlarını konu alan filmler. Hiç unutmuyorum, her film almaya gittiğimde bir dizi var John Adams diye, bir türlü elim gidip almıyorum, her defasında es geçiyorum, neden? Çünkü John Adams'ı tanımıyorum. Kapağına bakıyorum, eski Ameraikan fillmlerinden, Kuzey Günay savaşı ile ilgili çok film gördüğüm için bu da benzer diyorum ve almıyorum.  Bir gün yeni dizi ve film bulamayınca, hadi bari alayım dedim. Aldım ve seyrettim. Seyrederken de bu konuda ne kadar cahil olduğumu gördüm.Amerika'nın kuruluşunu nedense hep kafamda Abraham Lincoln ile bağdaştırmışım, ondan öncesi yok, ha bir de General George Washington adını duymuşum ama nedir, ne yapar bilmiyormuşum. Diziyi seyrettikçe inanılmaz bir tarih ile karşılaştım ve Google'dan da okuyarak dizinin ne kadar gerçeğe yakın çekildiğini gördüm.

Neyse, aslında konum bu değil. Yazmak istediğim, bu kadar çok film seyredince bu filmlere yazılan alt yazılar. Bazen inanın kopuyorum, çok saçma çeviriler ama bir o kadar da komik.

Yıllar önce bir arkadaşım anlatmıştı, o zaman dublaj var tabi, böyle alt yazı falan yok. John Wayne'nin bir kovboy filmi ama filmin gösterildiği yer Arabistan. John Wayne kasabanın barına giriyor, o bar kapılarını açıyor ve içeri giriyor, bütün kafalar aynı anda John Wayne'e dönüyor ve John Wayne efsane repliğini yapıyor; Selamınaleyküm :)))))))

Bunu hiç unutmadım, benim de son zamanlarda filmlerin alt yazılarında gördüğüm replikler şunlar, eminim sizler de bir çok farklı repliklerin tercümesi ile karşılaşmışsınızdır. Aslında sadece replik değil, tercüme hatalarını da ilave ediyorum. Keyifli okumalar :)

- Kadın adama yanaşır, elinde sigara - ateş ister, .... tercüme : Işık lütfen :) - muhtemelen - Light diyor ama bizim tercüman bunu IŞIK olarak yazıyor.

- İki arkadaş geçmiş bir olayın değerlendirmesini yapıyor  - tercüme : Atı alan Üsküdar'ı geçti - nasıl yani?

- Filmin bir sahnesinde aptal ıslatan bir yağmur yağıyor - tercüme : Hava kötü, baksana kedi köpek yağıyor - Nasıl yaa -- ingilizcede aptal ıslatan yağmura cats and dogs deniyor ama tercüman kedi ve köpekler olarak algılıyor

- Bir arkadaşına yatırım yapmasını söyleyen Amerikalı gencin tavsiyesi - Unutma, sakla samanı gelir zamanı :))) yuhh yani, Amerikan atasözüymüş demek ki :))

Sevgilerimle,
Haluk
27.08.2010 13:35

Sıcağı sıcağına ... Türk Futbolundaki Başarısızlık ....

Sıcağı sıcağına yazmak istedim. Bugün 19:45'te Beşiktaş maçı ile başlayan Avrupa Ligi serüveni, Beşiktaş'ın tur atlaması, Trabzonspor, Galatasaray ve Fenerbahçe'nin lige veda etmeleri ile son buldu. BEŞ takımla başladığımız serüven İKİ tanımımızla devam edecek.

Öncelikle BEŞİKTAŞ'ı tebrik ediyorum. Zaten kimsenin şüphesi yoktu, burada alınan galibiyet yeterliydi ama onlar işi ciddiye aldı ve 4-0 gibi bir skorla gruplara kaldılar. Helal olsun. Yönetim - Teknik Direktör - Futbolcular ve Taraftarların tam uyumu ile de inşallah daha iyiye gidecekler. Kimse bu başarıyı küçümsemesin, burada iki, orada dört, toplamda altı gol. Beşiktaş bunu yaparken doğru işler yaptığını gösterdi. Yönetim yaptığı işler ile sınıfı geçmiştir. Tekrar tebrikler....

Galatasaray'lı olarak büyük bir üzüntü duyuyorum. Her ne kadar kötü oynasanız bile 90. dakikada size turu getirecek bir golün üstüne 1 dk sonra hem de 10 kişi oynayan bir takımdan gol yeme lüksünüz olamaz. Milyon Euro'lar alan oyuncuların, bu kadar şahsiyetsiz oynama lüksü yok. Koskoca bir doksan dakika ahh bu da kaçar mı dediğimiz bir tek pozisyon yok.

Neden? Herkes kendince nedenler bulabilir, oyunculara kızabilir, teknik direktöre kızabilir, yönetime kızabilir. Benim kızgınlığım öncelikle yönetime. Dünyanın neresinde Avrupa Liginde tamama / devam  maçına çıkan bir takıma hala transfer edilecek futbolcu aranır? Dünyanın hangi takımında Teknik Direktör balayı yapıyor diye sezon geç açılır? Dünyanın hangi takımında milyonlarca Euro alan oyuncularınızdan yabancıların hepsi sakatlanır?

Koskoca Galatasaray'ın ya tamam, ya devam dediği maçta Emre Çolak, Aydın Yılmaz kurtarıcı olarak alınıyor? Kewell nerede sakat, Pino sakat, Elano sakat. Yazık ... Şimdi anamızın ligine dönelim ve başlayalım oynamaya. Türkiye Ligi için milyon Euro'lar harcamaya gerek var mı? Adnan Sezgin hangi yabancı ve büyük oyuncuları transfer edecek ve hangi yabancı büyük oyuncular Türkiye Ligi ve Kupası dışında hedefi olmayan, Edirne'den öteye geçemeyecek bir takımda top oynamak ister?

Ben Frank Rejkard'a kızmıyorum, elindeki malzeme bu, o da bir şey yapamıyor, katamıyor, benim öfkem tamamen YÖNETİME. Bu kadar aciz nasıl olunur? Avrupa kupaları bitti, bir yöneticimiz 15 gündür Almanya'da, neymiş iki tane oyuncu alıp gelecekmiş. Ne yapacağız o iki oyuncuyla, şampiyon olacağız. Yazık gerçekten çok yazık. Toplamı Arda'nın sağ bacağı etmeyen bir takıma turu verdik, hem de göz göre göre felaket geliyorum dedi ama bunu kimse görmedi, Pardon !!!!!  Taraftar gördü ama Galatasaray Yönetimi görmedi, görse önlem alırdı. Alamadı ve 2010 - 2011 Avrupa rüyası bitti.

Fenerbahçe'de farklı değil. Bugüne kadar oynadığı son beş maçını LÜTFEN bir alıp seyredin, Manisa maçı hariç, normal şartlar altında Fenerbahçe'nin o maçlarda minimum 5 6 gol yemesi lazım. Ama futbol şansı üst düzeyde. Saydınız mı toplamda kaç tane golü Gökhan Gönül çizgiden veya girmek üzereyken çıkardı son beş maçta, veya altı pastan atılamayan golleri, Young Boys maçı, Paok maçı, Trabzon maçı .... Kaç milyon Euro transfer yaptı Fenerbahçe? Çok değil mi? Peki ne olacak o kadar harcanan para, karşılığı nasıl gelecek, annemizin liginden gelecek şampiyonluktan başka ne hedefleri kaldı, ha bir de Türkiye Kupası tabi ..

Trabzon'a sözüm yok, hem Liverpol'de hem burada mükemmel oynadılar, ezilmediler, nihayetinde çok üst düzey bir takımla oynadılar. En azından mücadele ettiler, gol attılar, pozisyon yarattılar. Helal olsun diyorum, futbolda yenmekte var yenilmekte, o yüzden Trabzonlu arkadaşlarımı tebrik ederim. Onların Liverpol'u eleyeceğini sanırım bir çoğumuz düşünmüyordu, öyle de oldu.

Bu sene Trabzonspor kesinlikle ilk ikiye oynayacaktır, bu açıkça görülmekte.

Sonuç, beş büyüğümüzden üçü gitti, kaldı ikisi. Bursaspor'un da grubu belli oldu, Manchester United, Valencia ve Glaskow Rangers. Bence diğer gruplara göre güzel bir kura oldu. Manchester birinci olur, sanırım Valencia ikinci ve Bursaspor üçüncü olabilir. Yeterki istesinler ve oynasınlar. ben bu konuda Bursa'nın çok sürprizlerle dolu olacağını düşünüyorum. Özellikle Bursa seyircisi eminim kendi sahalarında gelecek takımlara cehennemi yaşatacaktır.

Özetle, biz balık hafızalıyızdır!!!!! Bir iki hafta sonraki manşetleri görüyorum, bir kaç lig maçında bol gol, üç beş galibiyet üst üste, hop, her şey unutulur, o Avrupa'dan elenen takımımız, birden bize acayip, tutulamaz, muhteşem bir top oynayan takım oluverir. Bir iki derbide de birbirimizi kızdırırız, oldu da bitti maşallah. Haaaa ne zaman Ahhh be deriz, Bursa ve Beşiktaş maçlarını seyrederken. O zaman anımsarız, hakikaten bir de Avrupa Ligi vardı değil mi diye .....

Tekrar Beşiktaş ve Bursa'ya başarılar diliyorum, Trabzon'u tebrik ediyorum, ama Galatasaray ve Fenerbaçe'yi ayıplıyorum, Türk futboluna bu dönem hiç bir değer katmadıkları için.

Son söz olarak, Galatasaray Yönetimi ve Rejkard otursun maç kasetlerini izlesin, yarattıkları esere baksınlar, Milyonlarca taraftarı olan Galatasaray'ın ne hale geldiğini görsünler. Belki Galatasaray'lılık ruhu biraz öne çıkar da yapmaları gerekeni yaparlar....

Sevgilerimle,
Haluk
28.08.2010 02:00

26 Ağustos 2010 Perşembe

Kararsızlık ...Doğru mu? Yanlış mı?

Hayatımızda en çok korktuğumuz şey YANLIŞ yapmak. Yanlış kararlar, yanlış seçimler, yanlış işler, yanlış ilişkiler....

Bu uzayıp gider. Öncelikle olaya şu gözle bakmak lazım, neden bir şeyler seçme durmundayız, veya kim ne zaman bir şey seçme durumunda kalıyor?

Sevgilsi olmayan kadın / erkek, sevgili ararken hata yapmaktan, yanlış adamı ( kadını seçmekten korkuyor. İstiyor ki, seçtiği anda her şey mükemmel olsun, aradığı aşkı bulmuş olsun, seçtiği insan onu çok sevsin, o da onu çok sevsin, sorun olmasın, bir ömür boyu birbirlerini severek geçirsinler.

Hayatına yön vermeye çalışanlar hata yapmaktan korkuyor. Evliyken boşanamıyor, boşanan tekrar evlenemiyor, bekarken evlenemiyor. İşinden mutlu olmayan kolaylıkla işini değiştiremiyor, iş arayan istediği işi bulamıyor. Annesi, babası, erkek arkadaşı, eşi, arkadaşları ile sorunları olanlar kendi yaşamlarına yeni bir düzen vermek istiyor ama yanlış yapmaktan korktukları için bir şey yapamıyorlar.

Eğitim gurularının söylediği bir şeyi burada tekrarlamak istiyorum; Hayatta en büyük deliler, bir çok şeyden şikayet edip, değiştirmek için bir şey yapmayanlardır.

Değişim kolay değildir, hani değişmeyen tek şey değişimdir derler ya. Değişimler sancılıdır. Değişmenin, değiştirmenin en önemli kriteri herşeyden önce onu istemektir. Siz hem değişiklikler yapmak isteyeceksiniz, hem de acaba hata yaparım diye korkarak hiç bir değişimi yapmayacaksınız, sonunuz kesin depresyondur. İçinden çıkılamaz ruhsal  sorunları kendinize yansıtıyorsunuz demektir.

Yaşamınızda vereceğiniz hiç bir kararın DOĞRU mu YANLIŞ mı olduğunu size söyleyebilecek bir merci yok, kimse yok. Çünkü gelecekte ne yaşadığınızı, nasıl yaşadığınızı siz dahil kimse bilmiyor. Kimse size verdiğiniz karardan sonra neler yaşayacağınızı gösteremez. Bununla ilgili bir film vardı, yanılmıyorsam Tom Cruise oynuyordu, Minor Report. O filmde, gelecekte yaşananları görenlerin geriye dönüp o hataları yapmaları önlenmeye çalışılıyordu. Ama o film, senaryo. Sizin bugünkü yaşamınızda böyle bir şansınız yok.

Önemli olan şey, vereceğimiz karar her neyse, verdiğiniz kararın arkasında durup, gerekenleri yapmanızdır. Hem karar verip, hem gerekeni yapmazsanız bu bile bile mutsuzluğa ve hayal kırıklığjna davetiye çıkarmak olur.

Vereceğiniz kararları çevreniz, aileniz, arkadaşınız, sevgiliniz, eşinizle konuşabilirsiniz ama onların sizin bu kararınızı etkilemesine izin vermemelisiniz. Hiç kimsenin Doğrusu bir ve aynı olamaz, herkes kendi doğrusunu ve yanlışını yaşar. bana çok Doğru gelen bir şey, bir başkasına Yanlış gelebilir. Bazı kişilerin yanlış yaşayarak elde ettikleri tecrübeler, sizin kendi kararınız üzerinde etkili olmamalı. O kendi kişiliği, yetiştirilmesi, eğitimi ve prensipleriyle yaşar, sizin de aynı kişilik ve prensipler sahip olacağınızı kim bilebilir.

O yüzden bence kararınızı verin ve ne yaşayacağınızı kararınızı verdikten sonra görün. Yaşamadan acabalarınızın yanıtlarını bulmanız olanaksız. Keşke demeyeceğiniz ama hata yaparsam da ben yaptım diyebileceğiniz kararlar vermeye çalışın. Hatalar, yanlışlar insanlar içindir. tecrübeler hatalardan gelir. Bugün bir çok kişi boşanmış durumda, sorun bakalım o insanlara, sevgiliyken, evliyken birileri deseydi onlara siz boşanacaksınız boşuna evlenmeyin, kimse inanırmıydı acaba?

Gerçek olan yaşamdır, aldığınız kararlar sizin yaşam tarzınızla bağlantılıdır. Neyi Nasıl değiştireceğinize ve hepsinden önemlisi DEĞİŞTİRMEK İSTEDİĞİNİZE emin olduktan sınra kararsız kalmayın ve uygulamaya geçin.

Bildiğiniz gibi en kötü karar, kararsızlıktan iyidir.

Sevgilerimle,
Haluk
26.08.2010 11:00

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Biobak anısı - Tercüme kadın gibidir ........

Yazacağım konuya bir anımı anlatarak başlamak istiyorum.

Sene 1999, Netaş'tan ayrılmışım, ticaret yapmış işi elime yüzüme bulaştırmışım ve tekrar profesyonel yaşama dönmeye karar vermişim, İş arıyorum. Gazetede gördüğüm ilanlara başvuruyorum, o zaman böyle onlarca Kafa Avcısı, yüzlerce iş arama siteleri yok, sadece Gazete ilanları var. 

Bir gün bir telefon geldi, sizi iş ilanımıza yapmış olduğunuz başvuru için arıyoruz, yarın şu saatte şuraya gelir misiniz? Eee tabi, o kadar gönderdiğiniz ilan içinde hangisi sizin ilanınızdı diye soramadığınız için büyük bir mutlulukla " aa tabi ne demek hemen gelirim " diyorsunuz? Netekim, ben de öyle dedim ve gittim.

Ben bir tek ben  çağrıldım sanıyorum, beni bir odaya aldıklarında anladım ki yaklaşık on beş kişi kadar rakibim var. Sonra sahneye bir yönetici çıktı ve başladı anlatmaya;

" Hoş geldniz, size biraz firmamızı tanıtayım, şirketimizin adı BİOBAK. Biyoloji ve Bakteriyoloji'nin kısaltmasından geliyor ...... "
Ben daha bu ilk iki cümleyi duyunca ne olduğunu şaşırdım, ben 6 sene Elektronik, 12 sene Telekomünikasyon tercübesiyle Teknik Servis Müdürlüğü ilanlarına baş vuruyorum, mecbur olmasam hastanenin kapısının önünden geçmem, ne Biyolojiden anlarım, ne Bakteriyolojiden... Tamam dedim, ben yanlış bir yerdeyim, ya da çok abuk sabuk bir ilana sırf laf olsun diye başvurdum.

Neyse dinlemeye devam ediyoruz tabi, sunum bitti, sonra sigara molası verildi, baktım içlerinde bir tek ben sigara içiyorum, dışarı çıktım, yanıma sunumu yapan ve sunu da adını söyleyen Vedat Erol geldi, nasılsınız, nasıl buldunuz sohbetinden sonra, " Vedat Bey " dedim, " açıkçası siz sanırım beni yanlış çağırdınız, benim ne Biyoloji, ne Bakteriyolji ile uzaktan yakından alakam yok". " Yok"  dedi gülümseyerek, "  Sizi ben seçtim, Netaş tecrübelerinizin faydalı olacağını sanıyorum" .

Peki dedik, neyse sunumun ikinci safhasında hepimize bir ingilizce metin verildi, lütfen bunu türkçeye tercüme edin dediler. Harıl harıl tercümeler yapıyoruz, ben de tercümemi yaptım ve sonuna da şu lafı ekledim...

Tercüme kadın gibidir, güzeli sadık olmaz, sadığı güzel olmaz.

Yazdım, teslim ettim, teşekkür ettiler ve hepimiz evlerimize yollandık. 
Aradan bir hafta geçti, Vedat Bey beni aradı, " Haluk Bey müsaitseniz bekliyoruz, sizinle görüşmek istiyoruz". " Tabi " dedim, gittim, önce Genel Müdür Yardımcısı Hulusi Bey ile görüştüm, sonra da Genel Müdürümüz sizinle görüşecek dediler. ona da tamam, Genel Müdür'ün asistanının masasının yanında oturuyorum, telefon çaldı, tamam efendim dedi, kız telefonu kapadı ve sizi bekliyor efendim, buyurun lütfen dedi.

Kapıdan içeri girdim, kocaman bir masa, üstü evrak dolu, arkasında bir İstanbul hanımefendisi. ben o ana kadar Genel Müdürün bir bayan olduğunu bilmiyorum.

" Hoş geldiniz " dedi, elini uzattı, ben de elini sıktım ve oturdum. Önünde duran kağıda baktığımda kıpkırmızı oldum, çünkü önünde duran kağıt, benim tercümem ve en altında da kadın tercüme gibidir sözüm yazıyor. Tülin hanım, yani Genel Müdür, başını kaldırdı," tercümen güzel olmuş dedi, söz de bayağı renklendirmiş  tercümeni ".

O anda hani yer yarılsa da içine düşsem derler ya, aynı o konumdayım. Ne yapacağımı, söyleyeceğimi şaşırdım. Sonra Tülin hanım, " bak sen dedi, sen de bir akrepsin ve benimle aynı günde doğmuşsun, benim de doğum günüm 25 Ekim ". Gülümsedik, sonra kısa bir mülakat oldu ve ben işi aldım.

Biobak'ta tam 4 senem geçti, Bayer'in temsilciliğini yaptığımız dönemde ben Teknik Servis ve Müşteri Destek grubunu yönettim, on kişi ile başlayan grubum kırk beş kişiye, otuz kişi ile başlayan Biobak ise yüzün üzerinde çıktı. Çok ama çok güzel günlerim geçti Biobak'ta ki hala hem üst düzey çalışanlar, hem personel seneler geçmesine rağmen hala buluşuruz, görüşürüz. Kontaklarımız halen devam etmekte.

Tülin Hanım hala Biobak'ı başarılı bir şekilde yönetiyor. Vedat Erol kendi işini kurdu seneler önce, şirketi şu anda eğitim ve koçluk üstüne uzman oldu. Hulusi Bey, Erol Bey, Rıfat Bey, Bülent Bey ile 2005 yılından beri iki ayda bir mutlaka bir akşam kafa çekeriz, yemek yeriz. Bazen bize Tülin Hanım'da katılır.

Birlikte geçirdiğimiz günlerde acı, tatlı çok anılarımız oldu, Recep Albayımı, Cavit'i ve en son Ali arkadaşımızı yitirdik. Allah rahmet eylesin.

Özetle, Biobak'a girişimde belki yazdığım o cümle etkili oldu, sevimli oldu, belki tecrübem, belki kişiliğim ama iş yaşamımda Biobak hep önemli bir yer oldu. 

Bugün Biobak'ta çalışıp o günlerini anmayan çok az arkadaşımız vardır diye düşünüyorum :) 

Sevgilerimle,
Haluk
25.08.2010 15:30

24 Ağustos 2010 Salı

1001İcat Sergisi...Sultanahmet

Gelelim 1001 İcat Sergisine, bence gerçekten MÜKEMMEL, mutlaka gitmelisiniz, bu sergiyi kaçırmamanızı özellikle tavsiye ederim.

Önce biraz bilgi vereyim. Sergi Sultanahmet'te bir çadırda, giriş ücretsiz, 18 Ağustos'ta açıldı, 5 Ekim'e kadar devam edecek. Şimdilik gece 03:00'e kadar açık ama Ramazan'dan sonra aynı saate kadar kalır mı bilemiyorum. Serginin sloganı; Dünyamızdaki islam Mirasını keşfedin.

Sergiyi gezmeden önce sizi 10 dakikalık bir filmin gösterildiği yere alıyorlar. Filmde Ben Kingsley oynuyor ve serginin amacını anlatıyor. Oldukça keyifli bir tanıtım. Ben biraz da web sitelerinden incelediğim bilgileri aktarmak istiyorum ki ilgisini çeken gitsin.

Aslında bütün anlatılan, Orta Çağdan beri İslam Medeniyeti tarafından keşfedilmiş ve bugün hala kullanılan bir çok icadın farkındalığını anlatabilmek. 1001 İcat adı da aslında 1001 tane icat olduğundan değil, Arapçada 1001 " çok, bol " anlamına geliyormuş, o yüzden adına 1001 İcat demişler.
Sergi gerçekten birbirinden ilginç standlar ile donatılmış, başlarında size geniş bilgi veren gencecik çocuklar var. Mekanikten sağlığa, Astrolojiden Eğitime kadar bir sürü icadın aslında çok çok önceden İslam Medeniyeti içersinde bulunduğunu görüyorsunuz. Bugünkü teknoloji içinde hala kullanılan bazı şeylerin ta Ortaçağ'dan kalma buluşlar olduğunu açıkça ben bilmiyordum, bilen insan sayısının da az olduğunu sanıyorum :)

Abdul Latif Jameel diye bir vatandaş bu sergi fikrini ortaya atmış, daha sonra da İngiliz Hükümetinin de desteğini alarak tüm Dünyayı gezmeye başlamışlar, buradan sonra da New York'ta devam edecek bu sergi. Bilim ve Teknolojinin 1000 yıl önce nasıl olduğunu, kimlerin neleri nasıl keşfettiğini örnekler ile anlatmak çokta kolay bir şey olamasa gerek, ama başarmışlar.

www.1001icat.com adresine girip baktığınızda, misyonlarını şöyle ifade etmişler; farklı inanç ve kültürlerden oluşan insanların İslam Medeniyeti içinde birlikte nasıl çalıştıklarını anlatmak.

Sergide 7 bölüm var; EV bölümü, PAZAR bölümü, OKUL bölümü, DÜNYA bölümü, EVREN bölümü, ŞEHİR bölümü ve HASTANE bölümü. Her bölümde de bir çok bilgi ve deney aletleri var.

Tabi serginin ana motifini de içeren EL-CEZERİ'in dev Filli Su Saati, serginin en esaslı eseri; ne peki bu filli su saatinin hikayesi.

Aslında Cezeri Sibernetik ve Robot Bilimin Babası olarak biliniyor;  Cezeri'nin en ünlü aracı olan saat; bir fil şeklindedir. Filin ortasında oturan adamın kalemi yarım saatte 7,5 dereceye gelince yukarıda bulunan bir kuş öter. Balkonda oturan adam sağ tarafındaki şahinin ga-gasından elini kaldırır, sol elini sol tarafındaki şahinin gagası üstüne koyar. Sağındaki şahinin gagasından, sağdaki yılanın ağzına bir top düşer, yılan topu filin sağ omzundaki vazoya bırakır, filin seyisi balta ile filin başına hamlede bulunur, sopalı sol elini kaldırır ve filin başına vurur. Top filin göğsünden çıkar, karnında asılı bir çan üze rine düşerek ses çıkarır, böylece yarım saatin geçtiği anlaşılır.


Bunun gibi daha bir çok ilgi çeken icat var, dediğim gibi, mutlaka gidin, pişman olmazsınız :)


Sevgilerimle,
Haluk
24.08.2010 22:45