29 Haziran 2011 Çarşamba

En İyi Yönetici Kupası - çok teşekkürler

Dün akşam eski çalıştığım Scheidt & Bachmann firmasındaki Satış Müdürü arkadaşım Eray Almanya'dan 2 günlük iş gezisine gelmişti, dün akşam onunla birlikte çıktık. Ortaköy'ü özlemiş, sanıyorum en son Ekim ayında buradaydı.

Akşam Ortaköy'e Banyan'dan başladık, sonra Cheesecake, sonra biraz Sheerwood, sonra Patika Balıkçısı ve en son da Sanatçılar Evi'nde geceyi tamamladık, dolayısıyla alkol tavan yaptı :)

O yüzden bu sabah işe biraz geç kaldım. Odama girdim, oturdum, yarım saat sonra çalışma arkadaşlarım ellerinde bir kutu ile girdi ve bu size bir hediye diye elime tutuşturdular paketi. Heyecanlandım.

Açtığımda paketten yandaki hediye çıktı. Bir KUPA. Üzerinde " 2011 Yılının En İyi Yöneticisi - Haluk İlhan " yazan bir kupa. O an nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Hepsini tek tek öptüm, pekte konuşamadım heyecandan ama olsun, onlar benim onları ne kadar sevdiğimi biliyorlar. Buradan hepsine tek tek kocaman teşekkür ediyorum.

30 yıldır profesyonel yönetici olarak çalışıyorum, Mutlu Akü Sanayi A.Ş'de 1980 senesinde başlayan profesyonel iş yaşamım da bugüne dek bir çok şirkette çalıştım, kendimce ödül ve madalyalar aldım. İlk defa da bir kupam oldu.

Labsan A.Ş.'deki çalışma hayatım 1 Temmuz 2011 tarihinde bitiyor. Yeni ufuklara yelken açacağım. Bakalım bundan sonraki Profesyonel Yöneticiliğim nerede devam edecek.

Evrene isteklerimi yazdım, benim için en kısa zamanda değerlendireceğine inanıyorum.

Sevgilerimle,
Haluk
29.06.2011 11:00

27 Haziran 2011 Pazartesi

Zor Kararlar .....

Bazen insan zor kararlar almak zorunda kalıyor. Aslında aldığınız kararı ne kadar çok düşünürseniz, zorluğunu ne kadar anlarsanız anlayın, yine de uygulamaya koyuyorsunuz.

Bu tip zor kararlara neler örnek olabilir?

Mesela; Okulu bitidikten sonra iş mi, askerlik mi kararı. Zor bir karardır, bir tarafta taze bilgilerinizi kullanarak iş bulup, para kazanma durumu söz konusudur, diğer tarafta askerlik görevini tamamlayarak iş yaşamında her zaman bir engel gibi duran askerlik konusunu tamamlamak. İkisinin de kendisine göre artıları, eksileri vardır.

Mesela; Evlenmek zor bir karardır. Bekar yaşamınıza son vermek, birlikte ölünceye dek birlikte olacağınıza söz vermek. Zor bir karardır gerçekten, çünkü sadece sizi değil, sevdiğinizi, ailelerinizi, çevrenizi, arkadaşlarınızı, hatta işinizi bile etkiler. Aldığınız kararın arkasında durmanızı gerektirir. Artıları vardır, eksileri vardır.

Mesela; Çocuk yapmak. Evliyken veya evlil değilken ama her durumda çocuk yapma kararı zor bir karardır. Çocuksuz yaşamdan, çocuklu yaşama geçiş yaşamınızda hiç bir zaman yaşamadan anlayamayacağınız duyguları da yanında getirir. hem sevgiyi, hem perişanlığı aynı anda tadarsınız. Bebeğinizin kokusu sizi çok mutlu ederken, uyumaması, ağlaması, büyürken ki sıkıntıları size saç baş yoldurur. Artıları ve eksileri vardır.

Mesela; İş değiştirmek. Zor bir karardır, bulduğunuz bir işiniz varsa ama tatmin veya memnun değilseniz, değiştirmek istersiniz. Aradığınızın daha mı iyi olacağının garantisi yoktur. Sorumluluklarnız varsa farklı düşünürsünüz, yoksa farklı düşünürsünüz ama zor karardır. Hele belli bir zamandan sonra sizi daha da çok zorlar, çünkü yaşamınızı devam ettirmeniz için mutlaka bir geliriniz olmak zorundadır. Ev, araba, çocuk, okul diye düşünürken bu kararı almakta zorlanırsınız.

Mesela; Boşanmak. Yine zor bir karardır, varsa çocuğunuz, aileniz, arkadaşlarınız etkilenir. Sadece kendinizin değil, boşandığınız eşinizinde ailesi ve arkadaşları ile sorunlar da yaşarsınız. Ne kadar medeni olursa olsun, çocuk ortada kalacak endişesi her iki aileyi de derinden sarsar. Çocuğun ne olacağı endişesi yaşanır, gelecek kaygıları yaşanır. Dolayısıyla zor karardır.

Diyeceğim, yaşamımıza bakınca gerçekten ne kadar zorlu kararlar almak zorunda kaldığımız. Aslında hani paralel evrenler'den bahsediyoruz ya. Yaptığımız seçimler, aldığımız kararlardan sonra neler olduğunu gözlemleyebildiğimizi düşünsek, bir evren de evliyim, bir evrende bekar, birisinde aynı işt devam ediyorum, bir diğerinde iş değiştirmişim ve tabi sonuçları.

Bilmiyorum güzel olur muydu, ama şunu iyi biliyorum ki, aldığımız o zor kararlar aslında kendimize güvenle direk ilgili. Kararsız kalmaktan nefret ederim, en sevmediğim durumdur, GRİ bölgeyi sevmem. Hatasıyla, günahıyla yaşamalıyım aldığım kararları.

" En kötü karar, kararsızlıktan iyidir. " sözüne çok inanırım. O yüzden ben kendimce zor da olsa aldığım kararlardan mutluyum, şimdiye kadar bir çok hatalı, yanlış, aceleci kararlar almışımdır. Ben buyum, kendimi böyle seviyorum. En azından aldığım ve uyguladığım kararların arkasında duruyorum.

Siz ne düşünüyorsunuz? Aldığınız kararların arkasında mı duruyorsunuz yoksa sonuçlarından sonra pişmanlıklar mı duyuyorsunuz?

Sevgilerimle,
Haluk
27.06.2011 15:00

26 Haziran 2011 Pazar

Benim oğlum artık bir Bilgisayar Mühendisi :)))

Bugün hayatımın herhalde en mutlu anlarını yaşadım.Aslında sadece mutluluk da değil, gurur, sevinç, keyif, yani yani hepsi bir arada derler ya öyle bir şey ...

Bugün, yani aslında dün, 25 Haziran 2011 tarihinde canım oğlum Hazar, Sabancı Üniversitesi'nden Bilgisayar Mühendisi olarak mezun oldu. 

Neler hissettiğini düşündüm, ben 1980 senesinde mezun olduğumda sudan çıkmış balık gibi hissetmiştim kendimi, ne yapacaktım, nasıl iş bulacaktım? Çalkantılı üniversite dönemi yaşamışız,  bir de üstüne 12 Eylül darbesi olmuş ve biz Eylül 1980 mezunlarıyız.Ne hissedebiliriz ki?

Oğlum ne düşünüyor açıkçası bilmiyorum, bir çok alternatifi değerlendiriyordur, okulunda hocaları ile de görüşüyor, arkadaşları ile görüşüyor, mutlaka kendisi bir seçim yapacaktır. Hiç bir şekilde kararını etkileyebilecek bir yorum dahi yapmıyorum. Arzu ederse  ve fikrimi sorarsa söylerim, ama onun dışında yaşam onun, neyi nasıl yaşacağına kendisi karar vermeli.

Hazar, çok ders çalışan bir çocuk olmamasına rağmen İlkokuldan Üniversiteye hep başarılı değil, gerçekten çok başarılı bir çocuk oldu. Anadolu Lisesine stressiz girdi, Üniversiteyi 2/3 burslu kazandı, Lisans Üstü sınavlarında ( ALES ) Türkiye 6. sı oldu. Ben ve Annesi ona manevi destek olduk, maddi sıkıntı çekmemesi için çabaladık sadece. Gerisini kendisi başardı.

Bugün onun için yeni bir yaşamın başlangıcı, sabah uyandıktan sonra artık Üniversiteye gitmeyecek, tabi öğrenci olarak, Akademik kariyer yapacaksa ve Sabancı Üniversitesi olacaksa gidecek ama artık bir Üniversite Öğrencisi değil, artık bir Bilgisayar Mühendisi.

Babası olarak seçimi ne olursa olsun, her zaman onun arkasında olacağım, eminim Annesi de aynı düşünüyordur.

Burada bir küçük not iletmeden geçemeyeceğim, genelde boşanmaların çocuk üzerindeki etkileri çok konuşulur, biz 2000 senesinde boşandık, yani 11 sene önce ama biz oğlumuzu sevmeyi hiç terk etmedik. Onun okuması, başarılı olması için elimizden ne gelirse yapmaya çalıştık. Boşanmış olmamızın onun Anne ve Baba'sı olduğumuz gerçeğini ve onu ne kadar çok sevdiğimizi hep söyledik, bunu hissetmesini sağladık. O yüzden buradan sevgili Hülya'ya da çok teşekkür ederim. Bugünleri görebildiysek, onun payı çok fazla.

Yine Hülya'nın sevgili Annesi ve Babasına, benim canın Anneme, Babama ve sevgili kız kardeşim Sibel'e çok teşekkür ederim.Hazar'ın doğduğu günden bugüne kadar bu insanların onun üzerinde emeği çok.

Gururlu ve Mutlu bir yazı yazmak istedim, hissettiklerimi bloga dökebilmek düşündüğüm kadar kolay olmuyor ama bir nebze de olsa yaşadıklarımı anlamanızı istedim. Eminim, bugün benim gibi bir çok Anne, Baba, Kardeş, Akraba mezuniyet töreninde aynı duyguları hissetmiştir. Yaşayanlar bilir, yaşamayanların ise eninde sonunda yaşayacağı bir duygu bu.

Canım oğlum, umarım bu kadar gayretin, emeğin iş yaşamında da sana aynı başarıları getirir. Ben senin bundan sonra ne yaparsan yap, çok başarılı olacağını biliyorum. Seni çok ama çok seviyorum.

Sevgilerimle,
Haluk
26.06.2011 03:00

22 Haziran 2011 Çarşamba

Hepinize sonsuz teşekkürler ....


Sevgili Arkadaşlarım,

Bu akşam 100.000 toplam sayfa görünümünü aşmış bulunmaktan duyduğum mutluluğu sizler ile paylaşmak istedim.

Her yazı yazan  gibi ben de yazılarımın okunmasından, beğenilmesinden, eleştirilmesinden, yorumlanmasından gerçekten çok keyif alıyorum.

Birilerinin yazdığım yazılara, verdiğim emeğe saygı göstermesi beni çok mutlu ediyor. 

O yüzden bu yazımı aşağıdaki platformlarda beni okuyarak, takip eden, yüreklendiren, eleştiren, seven siz arkadaşlarıma çok teşekkür etmek için yazdım.

Aranızda uzun yıllar birlikte olduğum dostlarım var, sevgilim, oğlum var, okuyan canım akrabalarım var. 


cember.net'ten gelen çok güzel arkadaşlıklar kurduğum ve arkadaşlığımızın daim olduğuna inandığım insanlar var.


Sonrasında Facebook üzerinden tanıştığım, yüzünü bile görmediğim ama yorumlarıyla beni destekleyen bir çok arkadaşım var.


Hürriyet'in kurduğu Blog sayesinde yazımın yüzlerce okuyucuya ulaşmasına yardımcı olan Bumerang / Yazarkafe ekibi var.

Ve son olarak henüz çömez olduğum ama kısa zamanda beni aralarına alan bir Twitter ve Friendfeed arkadaş grubum var.

Okuyan, paylaşan, eleştiren, yorumlayan, tavsiye eden herkese ama herkese sonsuz teşekkürler.

Hepinizi çok seviyorum.

22.06.2011 
100.012. gösterim için yazılmış bir yazı 22:28

21 Haziran 2011 Salı

Facebook'tan sonra .....

Facebook'un bugün geldiği noktayı kimse inkar edemez, 500 milyondan fazla üyesi bilmem kaç tane ülkede kendi şirketi var. Üye olma yaşı neredeyse 8 ile 80 arası diyeceğim. Okuyabilen, yazabilen ve bir bilgisayarı olan, olmayan herkesin kolaylıkla ücret ödemeden hesap açabileceği bir platform.

Hatta artık evdeki hayvanlarımızın bile facebook'ları var, kendileri yazıp çizmiyor ama boy boy fotoğrafları, gezileri, arkadaşları var facebook'ta.

Ben de çok uzun zamandır kullanıyorum, yüzlerce arkadaşım oldu orada, kendime göre takip ettiklerim var, takip edenlerim var, yazıyorum yorumlar alıyorum, yazılanları okuyorum, yorumluyorum. Yaşamımda güzel olan her şeyi orada paylaşıyorum. Gezdiğim yerlerden aileme, sevgilimden oğluma, iş yerimden arkadaşlarıma kadar. Kim nerede, neler yapıyor öğreniyorum. Doğum günlerini kutluyorum. Yapılan etkinliklere katılıyorum, bazen de kendim etkinlik yapıyorum. Günlük olayları paylaşıyoruz, tartışıyoruz.

Buraya kadar güzel, şimdi kendim bir kaç aydır dondurdum diye bu güzellikleri görmezden gelemem, ama benim derdim başka.

Ben yazı yazmayı seviyorum, hani farklı konularda da olsa, oturup yazmak, yazdığımı blogumda görmek istiyorum. Ancak, bunu Facebook ile beraberken yapamıyorum. Orada bir kaç düşüncemi yoruma açtığım da fark ediyorum ki aslında anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki, bense orada yorumlar yapıyorum, kendime veya başkalarının yazdıklarına.

Geçtiğimiz aylara baktım, son altı ayıma, iki üç ay kapalı kaldığını da göze alsam dahi, son altı ayda toplam on yazı yazmamışım. Halbuki Facebook hesabımı kapattığımdan bu yana, yani yaklaşık bir ayda kırkın üzerinde yazım olmuş, ilk altı ay da sadece on, son bir ayda kırk.

O yüzden Facebook'tan çıkmak benim tekrar yazılarıma dönmeme neden oldu, yazdıkça fazlasını yazmayı istedim. Yazdıklarımın hepsi okunuyor mu, sanmıyorum ama beni tatmin ediyor. Daha önce yazmıştım bir yazımda terapi gibi geliyor bana. 

Seyrettiğim filmleri yorumlarken, gezdiğim yerleri özetlerken, bir konu hakkında kendimce görüşlerimi aktarırken mutlu oluyorum. Hani bu yazımı kimse okudu mu acaba diye düşünmeden yazıyorum. Blogumda yayınladıktan sonra sigaramı yakıp keyifle yazdığımı okuyorum.

Bu aralar biraz istatistiğe takıldım, bu doğru, nedeni de belli eşik değerlere ulaşmış olmam. Sayfamın görüntülenmesi 99.900 lerde olunca doğal bir 100.000 heyecanı yaşıyorum, doğal diyorum çünkü 110.000 veya 135.000'i böyle beklemeyeceğim. Bir kaç istatistik bilgisine takılmamın nedeni bu :)

Blogumda özetimde şu var " Ben yazmayı seviyorum, siz de okumayı seviyorsanız, hoş geldiniz ".

Sevgilerimle,
Haluk
21.06.2011 20:40

İktidar Hırsı ...

Başlığa bakıp gazetelerde bolca bahsedilen siyasi bir yazı olduğunu düşünmeyin, belki ona da biraz değineceğim ama aslında yazmak istediğim daha genel bir şey.

Gerçekten nedir bu İKTİDAR HIRSI?

Dizilerden başlayacağım. En güncel ve ne çok seyredilen dizilerden. Örneğin The Games of Thrones - Kraliçenin oğlunu kral yapabilmek için gösterdiği hırs, uğruna hayatların katledildiği, gözün hiç bir şey görmediği bir hırs. Örneğin; Camelot, Morgan'ın başa geçmek için gösterdiği ve hiç vaz geçmediği Kraliçelik için göterdiği hırs. Örneğin; The Borgias, Pap olabilmek için hayatındaki her şeyi feda edebilecek insanlar. Daha bunun gibi bir çok dizi sayabiliriz. Örneğin; The Goodwife, tekrar Baş Savcı olabilmek için verilen savaş, hem de neler uğruna.

Ya Futbol. Farklı mı? Başkan olabilmek ve/veya Başkan kalabilmek adına gösterilen hırs. Başarısız olsa bile hala kendini başarılı olan insanların bir türlü bırakamadığı, o iktidarı kaybetmemek için gösterdikleri bir çok kimseye göre anlamsız hırsları.

Siyaset farklı mı? Senelerce Genel Başkan olmak veya kalabilmek veya bir şekilde geri gelebilmek için gösterilen hırs, veya Ülkelere bakın, iktidarda olmak ve kalabilmek için onlarca, yüzlerce cana kıyan insanlar, bırakıp gidemeyen politikacılar, Başkanlar, Devlet adamları.

Daha bir çok farklı örnek gösterebilirsiniz. İş yaşamınızda, çevrenizde, sosyal platformlarda. İktidar olabilmek için ellerinden gelen her şeyi yapan o kadar çok insan var ki, hepsinde ortak ola şey bu hırs. Bu hırs bazen o kadar gözlerini bürüyor ki, gözleri gerçekleri görmüyor, yakınlarından gelen eleştirilere bile kulaklarını tıkıyorlar.

Bu konuda biraz okudum, bilgi sahibi olmaya çalıştım, nedir bu iktidar hırsı, nereden geliyor diye. Bir çok blog da ve bazı felsefe / psikoloji bloglarında çok güzel açıklamalar var.

Bir çoğunda ortak olan şey EGO. Başarı, iktidar ve bunların sayesinde elde edilen kabul görme, maddi zenginlik ve saygınlık peşinde koşan insanların hırsıdır bu iktidar hırsı diyor yazarlardan birisi.

İktidar hırsı öyle bir hırs ki tedavisi de yok, bu kişileri inceleyen psikologlar, bu kadar fazla hırsı olanların kesinlikle çocukluklarına bakmak gerek diyor. 

İktidar hırsına yenik düşen insanların kendilerinden uzaklaştığından bahsediyor bir başka yazı da, bu hırsı insanın içindeki boşluğun körüklediğini anlatıyor, bu insanların sadece karşılarında her hangi bir güç odağı görmediğinde rahatladığını ve neşelendiğini söylüyor.

Biz belki dizilerde bunları görüyoruz ama gerçek yaşamda yaşıyoruz.

Bilmiyorum sizlerin de dikkatini çekiyor mu? Şöyle çevrenize biraz bakmanız, biraz güncel olayları izlemeniz zaten yeterli olacaktır bu iktidar hırsıyla yanıp tutuşan insanları.

Sevgilerimle,
Haluk
21.06.2011 20:00

Yirmili yaşlarınıza geri dönmek ister miydiniz?

Dün sevgilimle Ortaköy Çınaraltı Restoran'da sohbet ediyoruz, konu döndü, dolaştı ve Gençlik konusuna takıldı. İşte etrafımızdaki gençler, yakın dostlarımızın çocukları, kendi çocuklarımız falan derken, sevgilim dedi ki " Bana şimdi deseler ki hadi bakalım yirmili yaşlara dönme şansı veriyoruz sana, döner misin, dönmem, yaşadığım hayata bakınca, o kadar çok güzel şey yaşamışım ki, geriye dönüp, bu yaşadıklarımı kaybetmek istemem. "

Kendimi düşündüm, çocukluğumu, gençliğimi, şimdiki orta yaşlılığı mı, ailemi, sevgililerimi, oğlumu, evliliğimi, okulumu, arkadaşlarımı .....

Hayır, ben de istemezdim. O günün şartlarında yaşadığım yaşam güzel geçmiş, istediğim her şeyi yapabilmiş miyim, hayır ama mutluluk ve mutsuzluk dengesini öyle güzel kurmuşum ki yaşadığım zaman denge mutsuzluktan yana ağır bastığında hemen önlemler almışım.

İşimden mutsuz olmaya başladığımda işimi değiştirmişim, evliliğimde mutsuz olduğumu anlayınca boşanmışım, sevgilimden mutsuz olduğum anda ayrılmışım, baktığım da kendimce zararsız bir bencillikle yaşamışım.

Bugün eğer yaşama sıkı sıkı sarıldıysam o günlerin getirdiği tecrübeleri özümsemektendir.

Gençlik tabi çok güzel, harika, önünde yaşayacağın bir çok güzel şey var, seni bekleyen kocaman bir Dünya var ama bir de tehlike var, Teknoloji.

Bizler biraz daha sokak çocuğuyduk, biraz daha serseriydik, biraz daha serbest ve özgürdük. Ben lisedeyken hala sokak aralarında Voleybol oynardık kızlı-erkekli. Yakan Top, İstop gibi oyunları bile biz lise dönemimizde oynardık, paylaşım ve arkadaşlık kavramlarımız daha bir farklıydı.

Şimdi artık 8 10 yaşındaki çocuklar bu oyunları cep telefonunda, bilgisayarda oynuyor, evden dışarı çıkan yok, tam tersi playstation'lar ile evde oynuyorlar bütün oyunlarını.

Ha oynatmak isteseniz, yer kaldı mı, o da ayrı bir mesele. Kim trafiğin deliler gibi arttığı ve doğanın bu kadar dengesi ile oynandığı mekanlarda çocuğunu oynamak için sokağa gönderir? Kimse...

Siz de düşünün bakalım, gerçekten size bir şans verilse 20'li yaşlarınıza geri dönmek ister miydiniz?

Sevgilerimle,
Haluk
21.06.2011 14:30

Cancan'ıma ......

Sevgili Cancan'ım,

Hani internet'ten enderde olsa karşına güzel insanlar çıkar, harika dostluklar kurulur ya, ben o şanslı insanlardan birisiyim.

Kaç senesiydi, 2002 sanıyorum seninle tanışmamız, sohbetlerimizin başlangıcı. Sonra yüz yüze görüşmemiz ve bugüne kadar uzanan dostluğumuz. Son zamanlarda yüz yüze görüşemiyor olsak bile MSN'den veya bir telefonla konuşmalarımız ve sitemsiz, kaprissiz, ön yargısız,  kaldığımız yerden devam etmemiz.

Gencecik yaşında üç çocuğunla boşandın, ama yaşama asla küsmedin, tam tersi yaşama daha çok asıldın ve kızlarını gururla, desteksiz okuttun. İş yaşamına devam ettin, başına gelmedik şey kalmadı, ama sen ısrarla " ben varım " dedin bu hayata, bir tek gün umutsuz bir durumda olmadın.

Kızının başına gelen talihsiz olayda, bir çok kadının gösteremeyeceği cesareti gösterdin, gittin " adalet " istedin, yetinmedin, medyaya gittin ve adaleti sağlamak için büyük çabalar verdin. Bir çok kadının pes edeceği, depresyonlara gireceği yaşadığın olaylarda hep dimdik durdun, seni hiç kimse yıkamadı, hiç bir şeyden yılmadın, hep sen oldun.

Kadın kimliğinin Erkek kimliğine göre daha altta düşünüldüğü bir ülkede tek başına bir iş kadını oldun, anne oldun, kadın oldun. 

Şimdi esas kendi mücadelen başlıyor Cancan'ım.

Bugüne kadar hep çocukların için, ailen için savaş verdin. Kendini düşünmeden, şimdi aynı mücadeleyi kendin için vereceksin.

Kanseri yeneceksin Cancan, tedaviler, kemoterapiler, ilaçlar, şunlar bunlar ile değil, o her zaman kendine güvendiğin zekanla, düşünce yeteneğinle, kendine inancınla yeneceksin Cancan. Sen bu yaşına kadar hayatta mücadele etmekten hiç kaçmadın, hiç kaçınmadın, asla pes etmedin.

Burada anlatamayacağım ne çok zorluklar yaşadın düşünsene evinde, ailende, işinde, onların hepsini yendin, Kanseri mi yenemeyeceksin? Senin vasıfların, kimliğin, kişiliğin, düşüncelerin ve annelik gücün, kanseri yenecek. Ama dediğim gibi Cancan, işi sadece tedaviye bırakma, sen yeneceksin bu mereti. Yeneceğine o kadar inanıyorum ki, sen de inan.

Cancan arkadaşım, dostum, asla pes etmeyeceksin, en ufak bir umutsuzluğa düşmeyeceksin, bunu biliyorum, çünkü bunu sen bu zamana kadar hep gösterdin, bundan sonra da göstereceksin.

Seni çok seviyorum Cancan ve düşünce gücüne güveniyorum. Senin yenemeyeceğin hiç bir şey yok.

Çok öpüyorum.

Sevgilerimle,
Haluk
21.06.2011 10:30

20 Haziran 2011 Pazartesi

Erkek erkeğe kahvaltı sorunu :) ....

Hafta sonları Pınar ile dışarıda kahvaltı etmeyi çok seviyoruz, en gözde mekanımız da Hisar'daki Sade Kahve.

Ne zaman gitsek dolu, ne zaman gitsek güzel ve keyifli insanlar boğaza karşı kahvaltı etmenin keyfini yaşıyor, aynı bizim gibi.

Yalnız dikkat ettiğim bir şey var, belki sizlerinde dikkatini çekmiştir. Hemen hemen hiç erkek erkeğe kahvaltı eden yok.

Bunun nedenini gerçekten çok merak ediyorum, neden? Sonra kendimi irdeliyorum, ben en son bir erkek arkadaşımla veya erkeklerden oluşan bir grupla ne zaman kahvaltı etmişim diye, hiç etmemişim.

Demek ki biz erkekler, erkek arkadaşlarımıza hadi sabah gidip bir yerde kahvaltı edelim sohbeti yapmıyoruz, kızlara bakıyorum tam tersi, 2 kızdan tutun da, 8 10 kıza kadar buluşup kahvaltıya gelenler var. Onların konuşacak şeyleri bizden fazla mı, sanmıyorum.

Peki, biz neden edemiyoruz, öğlen bira içmeye, akşama balık-rakı yapmayı seviyoruz, hani erkek erkeğe sohbeti sevmesek diyeceğim ki zaten hiç bir zaman etmiyoruz, kahvaltı etmememiz de doğal ama öyle de değil, sadece kahvaltı da bu var, sonrasında yine erkek erkeğe buluşup bir çok şeyi beraber yapıyoruz.

Karar verdim, bir hafta sonu erkek arkadaşlarıma teklif edeceğim, sabah kalktıktan sonra bir kahvaltı etkinliği düzenleyelim, ama sadece erkek erkeğe olalım diye.

Bakalım nasıl bir yanıt gelecek :))

Sevgilerimle,
haluk
20.06.2011 11:00

19 Haziran 2011 Pazar

Seyrettiğim son 10 film yorumları ....

Seyrettiğim son 10 filmi sizler için özetledim, filmleri bir beğeni sırasına koymadım, ancak içlerinde kesinlikle tavsiye edeceklerim var, seyretseniz de olur, seyretmeseniz de diyeceklerim var, Gişe Memuru'nu bu filmler dışında tutuyorum, ona ayrıca bir yazı yazdım zaten.

Yaşam Şifresi ( Source Code )

Matrix ve Fringe tadında bir film, çok beğendim. Yine son zamanlarda oldukça çok yüzünü görmeye başladığım Jake Gyllenhaal baş rolde. Filmi eğer bir arkadaşınız ile seyrediyorsanız mutlaka sonunu birlikte tartışıyor duruma gelirsiniz.

Yaşam kodları, gelecek-geçmiş, zaman makinesi gibi bir çok farklı konunun iç içe girdiği film son haftalarda seyrettiğim en güzel filmlerden birisi. Benzer filmler oldukça çok yapılsa da, bu en kalitelisiydi diyebilirim. Kesinlikle tavsiye ediyorum.


5 days of War  

Tek kelimeyle mükemmel bir film seyretmek istiyorsanız hemen gidip alın. Andy Garcia ve Val Kimler'in da oynadığı bu filmi seyrederken aklıma Saray Bosna, Bosna Hersek'te yaşananlar geldi. Gürcistan Rusya savaşını anlatan filmin savaş sahneleri muhteşem, oyuncuları oynarken seyrediyorsunuz, sanki gerçek bir savaş içindeler, inanın nefes almadan izledim, zaten filmo savaşta ölen yüzlerce gazeteciye adanmış bir film. Tamamen gerçeklere dayanıyor. Filmin sonu ise oldukça hüzünlü karelerden oluşuyor. Kesinlikle tavsiye ediyorum.


Ev  

Son zamanlar seyrettiğim bana göre en iyi Türk filmlerinden, en başta pek anlamadım ama sonuna kadar dikkatim dağılmadan seyrettim. Bence o kadar ince ve güzel mesajlar var ki filmin içinde, birileri bunları okumalı. Özellikle izleyici faktörünün üzerinde durulması, insanların neyi neden yaptıklarını bilmemesi ve mecbur kaldıklarında insanın insana neler yapabileceği. Oyuncuları hele başrolde oynayan Deniz Celiloğlu'nu çok beğendim. Kesinlikle tavsiye ediyorum, mutlaka bulun seyredin.

Suçlu Kim 

Oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor, uzun zamandır görmediğimiz Keanu Reeves hayranlarının dikkatini çekebilecek bir film ama öyle olağanüstü performans sergilemiyor Keanu. Zaten önce burada , arkasından da Gişe Memuru filminde dikkatimi çekti, bu gişe memurluğu yapan kişilerde sanki bir psikolojik durum söz konusu gibi. Bu filmde de sessiz, sakin, hayalsiz bir Gişe Memurunun, bilmeyerek karıştığı bir banka soygunu ve hapiste tanıştığı birisi ile ( James Caan ) yaşamındaki değişimler anlatılıyor.

Kader Ajanları 

Matt Damon ve Emily Blunt. Sanıyorum Matt Damon son yılların en çok yıldızı parlayan oyuncusu, artıok son dönemde baş rolde oynadığı filmlerin sayısını unuttum, Yılda kaç film yapıyor bilemiyorum ama daha yeni bir kaç filmini bitirmeden bu film geldi. Filmin konusu, senatör olamaya çalışan bir adamla dansçı kızın hikayesi, ama bu o kadar basit bir hikaye değil.

Arada evren dışı bu ilişkiyi istemeyenler de var. İlginç bir film, aksiyon sevenler için oldukça keyiflidir eminim.

Even the Rain  

Belki dikkat etmeden geçeceğiniz bir film fakat ben çok beğendim. Özelikle baş rolde oynayan Luis Tosar ve Garcia Bernal çok iyiler. Bolivya'da çekilen film aslında kendi içinde bir film. Bolivya'nın en karışık zamanında orada tesadüfen bir yerli filmi çekmeye gelen ekibin yaşadıkları ve iç savaşın üzerlerindeki etkisi anlatılıyor.

Beğendiğim filmler içinde yer aldı, özellikle çekimler çok güzel.

Güneşin Karanlığında 

Mathhew McConaughey'de Matt Damon kadar olmasa da son dönemlerde bir çok filmde oynayan bir yüz, ben şahsen oynadığı filmleri kaliteli buluyorum, oyunculuğunu da beğeniyorum. Bu filmde de bir avukatı canlandırıyor ve oldukça başarılı.

Kendisine gelen bir cinayet davası üzerine çalışırken olayın basit bir cinayet davası olmadığı ortaya çıkar, oldukça keyifli, tavsiye edeceğim bir film.

Monogamy

İşte kesinlikle tavsiye edeceğim bir film, adı biraz pornografik geliyorsa da aslında erotizm ve estetik çok fazla yok. Bir fotoğrafçı ve sevgilisi arasında geçen bir film, fotoğrafçının çektiği bir kaç fotoğraftan sonra başlayan olaylar ve aşkları. Aşk ve erotizmin birleştiği filmi seveceksiniz.

Oyuncular çok başarılı, özellikle Chris Messina çok iyi oynamış. Tavsiye ediyorum.

Ya Sonra 

Evet şaşırmayın, aldım izledim. Özcan deniz, Deniz Çakır ve Harış Falay'ın oynadığı Ya Sonra beklendiği gibi bir aşk filmi, ama filmin başını seyredin ve oturun bu filmim gelişmelerini, sonucunu siz yazın desinler, neredeyse bire bir yazarsınız. Tahmin edemeyeceğiniz tek bir sahne yok. Aslında sunumu çok beğendim: Aşkları diyor senarist, hep Mutlu SON ile bitiririz, tamam ama ya SONra ne olur diyor. İşte siz de filmi seyredip bitirdikten sonra bu oluyor aslında. Peki ya SONra .....


Kız ve Kurt  

İşte size Kırmızı Başlıklı kızın hikayesi, cidden. Filmdeki kız kırmızılar içinde bir kız, büyükanneye sorulan sorular aynı, ve tabi işin içinde bir de kurt var. Çekimlerini yine beğendiğim bir film. 

Konusu çok klasik insan-kurt olayı, hani vaktiniz varsa seyredin ama seyretmek için özel bir çabaya gerek olmadığı düşüncesindeyim. 

İki güzel hikaye ile Babalar Gününüz kutlu olsun ....

Genelde yazılarımı bir konu üstüne yazmaya çalışıyorum ve kendi düşüncelerimi aktarmaya özen gösteriyorum. Bu yüzden çok fazla düşünür sözleri veya hikayeler üzerinde durmuyorum.

Ancak bazen bazı hikayelerden etkileniyorum ve ben ne kadar yazarsam yazayım, ne kader kelimeleri, cümleleri süsleyip anlatmaya çalışırsam çalışayım, o hikayenin gücünü, mesajını aktaramıyorum.

Bu sabah yine mailim de aynı konuyu işleyen iki tane hikaye vardı, ikisi de çok hoşuma gitti. İkisini arka arkaya burada vermek istedim. Umarım keyifle okursunuz.

Tüm Babaların Babalar Günü kutlu olsun, herkese mutlu Pazar'lar...

Sevgilerimle,
Haluk
19.06.2011 09:30

Hikaye 1 : Avrupa'nın ünlü sanat merkezilerinden birinde, çocuğun biri, vitrinde çok hoş bir tablo görür. Tablonun bedeli oldukça yüksektir. Çocuk bu tabloyu bir sonraki sene abisinin doğum gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile mağazaya gider. Şanslıdır, tablo hala satılmamıştır. İçeri girer, tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve; "Abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum, tüm param da bu kadar" der. Ressam bir süre düşündükten sonra resmi paketler ve çocuğa satar. Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar.Mağazada adamın arkadaşları da vardır ve şaşkın şaşkın sorarlar: "Sen ne yaptın, o resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar düşük bir rakama sattın?" Ressam cevap verir: "Evet, ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim, ancak tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim?..."


Hikaye 2 : Hz.Ali'nin ağabeyi Cafer b. Ebu Talib'in oğlu Abdullah, sıcak bir günde, bir kabilenin hurmalığına inmişti. Abdullah burada dinlenirken, hurmalıkta çalışan köleye, yemek vakti üç parça ekmek geldiğini gördü. Adam ekmeklerden birini ağzına götürmek üzereydi ki, birden önünde açlığı her halinden belli bir köpek belirdi. Köle elindeki ekmeği köpeğin önüne attı. Köpek ekmeği derhal yedi. Köle ekmeğin ikinci parçasını da attı. Köpek bunu da bir kerede sildi süpürdü. Köle bunun üzerine üçüncü parçayı da köpeğe verdi. Kalkıp, yeniden işine dönmek üzereydi ki, olup biteni uzaktan seyreden Abdullah, yaklaşıp sordu: - "Ey köle, bugünkü yiyeceğin ne kadardı?" Köle sıkılarak cevap verdi: - "İşte bu üç parça ekmek." - "O halde neden kendine hiç ayırmadın?" - "Baktım ki, hayvan çok aç. O halde bırakmak istemedim." - "Peki sen ne yiyeceksin şimdi?" - "Oruç tutacağım." Bunun üzerine, Abdullah b. Cafer, köleden sahibini, evinin nerede olduğunu sordu. Sonra da gidip adamdan bu hurmalığı içindeki köleyle birlikte satın aldı. Sonra döndü, köleye bu tarlayı ve onu sahibinden satın aldığını söyledi ve ekledi: "Seni azad ediyorum. Bu hurmalığı da sana hediye ediyorum." Cömertliğiyle meşhur Abdullah b. Cafer, kendisinden daha cömert birini tanıyıp tanımadığı sorulduğunda, bu olayı anlatır ve: "Ama o köpeğe topu topu üç parça ekmek vermiş; sense ona koskoca bir hurmalığı ve hürriyetini vermişsin" dediklerinde, şu karşılığı verirdi: "Ama o elindeki her şeyi verdi; ben ise elimdekinin bir kısmını."


18 Haziran 2011 Cumartesi

İçimi karartan bir film : Gişe Memuru

Gişe Memuru filmini seyrederken bir soru takıldı kafama. Biz mi filmleri gerçekten çok karamsar yapıyoruz, yoksa filmde canladırılan karakterler, rolleri yaşayanlar mı çok karamsar bir yaşam sürüyorlar?

Film bitene kadar bir tek sahnesinde gülmüyorsunuz, tek bir sahne olmaz mı? Minicik bir espri koyulamaz mı senaryonun bir kısmına, filmde bir tane komik adam olmaz mı, bir kişi bütün film boyunca hiç gülmez mi?

Böyle karamsar bir film yapabilmek için oldukça uğraşmışlar diyeceğim. Tamam, canlandırılan karakterin, yani Gişe Memuru'nun işi çok zor, ailesi ile, babası ile, arkadaşları ile sorunları var, kız arkadaşı yok, bunalımda, bunların hepsine tamam, bunun da ötesinde Gişe Memur'luğunun da kolay bir meslek olmadığında sanırım herkes aynı fikirde.

Yine de bu bir film, bilmiyorum kurgulamak bu kadar zor muydu? İnanın içim karardı, çekimlerine, senaryonun gücüne, oyuncuların oynayışına bir şey demiyorum, başarılı veya değil, ama seyircinin 90 dakika bu kadar içini karartmak, bunu gerçekten anlamadım.

Sonra merak ettim, sinemalar.com'da 10 üzerinden 6.3 almış, toplam seyirci sayısı 16.000 olmuş.

İçinden o zaman kesin ödül almıştır bu film diyenler yanılmadılar, Antalya Altın Portakal'da 3 tane ödülü var, En iyi ilk film, Görüntü ve En iyi erkek oyuncu ödülü; ama seyirci sayısı 16.000'i geçmemiş işte.

Bilmiyorum seyredip farklı görüşte olanlar olabilir ama ben hiç beğenmedim, içimin bu kadar karardığı bir filmi de uzun zamandır seyretmedim, bu da benim şahsi görüşüm.

Sevgilerimle,
Haluk
18.06.2011 21:00

17 Haziran 2011 Cuma

Babalar Gününüz Kutlu olsun .......


Babalar Günü bu Pazar günü ( yan taraftaki güzel gülen adam benim BABAM :))

Hafta sonları genelde Internet ile pek haşır neşir olmadığımdan bugünden bu yazımı yazmak istedim.

Blogumda hiç Babalar Günü ile ilgili bir şey yazmamışım bugüne kadar, hatta merak edip nedir bu Babalar Günü, kim çıkarmış, ne zaman başlamış, gerçekten bir anlamı var mı diye de araştırmamışım.

Her zaman yaptığımı yaptım, bir numaralı yardımcı Vikipedi'ye sordum, " Nedir bu Babalar Günü hikayesi bana bir anlatsana " dedim. Anlattı, buyurun kısa başlıklarla size Babalar Günü'nün hikayesi. Hani kolay anlaşılsın diye maddeler halinde yazdım, bu da sunu gibi oldu ya neyse :))


  • Babalar Günü, sadece bizde değil, pek çok ülkede aynı anda yani her yılın Haziran'ın üçüncü Pazar'ın da kutlanıyor.
  • Anneler Günü kadar eski değil. 
  • Bazı tarihçilere göre Antik Roma'da kutlandığı belirtiliyor.
  • Bazı tarihçilere görede Batı Virginia'da John Dowdy'nin annesi öldükten sonra onun yerini alan babası için böyle bir kutlama istediği söyleniyor.
  • Babalar Günü ilk kez 19 Haziran 1910 senesinde Washington'un Spokane şehrinde kutlanıyor ve diğer eyaletlere yayılıyor.
  • Ve Babalar Günü, 1924 yılında ABD Başkanı Calvin Coolidge'in desteği, 1966 yılında ise o dönemin başkanı Lyndon Johnson tarafından bir bildiriyle kutlanmaya devam ediyor.
  • Katolikler ise olayı dini açıdan ele alıyor ve Hz. İsa'nın babası anısına St.Joseph günü adı altında babalarına armağan ediyorlar ( Mart ayının 19u ).

Evet, artık Babalar Gününün tarihçesini de biliyoruz, bundan sonraki adım tabi ki HEDİYE ÇILGINLIĞI.

Bir çok ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de artık bu özel günler bir Alış-Veriş manyaklığına dönüşüyor. Dükkanlar, dev Alış Veriş Merkezleri, Bankalar teknolojiyi de dibine kadar kullanarak milleti bu özel günlerde HEDİYE almaya zorluyor.

Zorluyor kelimesini özellikle seçtim,  ne kadar karşı olursanız olun, ne kadar bu tarz şeylerin sadece bir gün ile özetlenemeyeceğini düşünürseniz düşünün, o özel gün artık bir hediye almak durumunda kalıyorsunuz. Kimi bunun için çok para harcıyor, kimi kendi bütçesince, kimi de kendinden bir şeyler veriyor.

Ben bir BABAyım, oğlumun olanakları belli, ondan beni sevmesinden bir başka beklentim olamaz, onun bana en güzel hediyesi sağlıklı yaşamı ve yaşamda duracağı yerde düzgün, onurlu ve başarılı durabilmesidir.

Benim de bir BABAm var, benim yaşamımda olduğu, beni desteklediği, beni sevdiği ve koruduğu için onu çok seviyorum. Bugün bir noktalara gelebildiysem, onun bana verdiği önem, disiplin, başları ruhu ve ahlak ile geldim. Aile değerlerimi ondan öğrendim, ben babama hiç bir hediye veremem, verebildiysem eğer, benimle gururlanabilmişse eğer, benden daha mutlusu olamaz.

BABA olmak gerçekten zordur, biçilmiş rollere bürünürsünüz, sizden beklentiler farklıdır, bir ANNE KUCAĞINDAKİ sevgiyi veremezsiniz, hissettiremezsiniz. Koruma duygunuz çok gelişmiştir, Gelecek kaygıları yaşarsınız. Asla bir ANNE kadar yakın olamazsınız, o yüzden BABA otoriter olur, Disiplin babaya verilen bir görevdir. BABA serttir, ANNE yumuşatır, halbuki çocuklar bilmez ki o an, bu bir oyundur.

Ben BABAMI çok seviyorum, eminim hepiniz çok seviyorsunuz. BABASI hayatta olmayan arkadaşlarım da hüzünlenmesin, onların da BABALARI bugün onları izliyor, ille yanında olması gerekmiyor, çünkü ayrıldıkları sadece bu dünya, sevgileri hiç ayrılmadı onlardan.

Bütün Babaların ve Baba Adaylarının BABALAR GÜNÜ Kutlu olsun.

Sevgilerimle,
Haluk
17.06.2011 09:00

16 Haziran 2011 Perşembe

Mektup ve Kartpostal .....

Belki çok klasik bir yazı olacak ama dün akşam seyrettiğim bir film de bolca olduğu için yazmak istedim.

Lütfen hafızanızı bir yoklayın. En son ne zaman birisinden el yazısı ile yazılmış bir mektup aldınız?

Ben düşündüm anımsayamadım.

Dün gece oldukça kalın bir mektup zarfını açan kadınının, ona aşık olan adam tarafından gönderilen mektubu okuması ve mektuptaki olayların senaryoya uyarlanmasını seyrettim.

Kadının o mektubu açışındaki heyecanı, sonra sigarasını yakıp, yatağına uzanıp keyifle okumasını seyrettim.

Bizler bu dönemi yaşadık, hele askerlik dönemini yaşayanlar sanırım çok daha fazla yaşamıştır, çünkü o iki satır için koskoca bir gün bekliyorsunuz, eğitimler, sohbet, mıntıka temizliği ve sonra mektup dağıtım töreni. Herkes toplanıyor, oturuyorsunuz, sanki bir yarışma var ve sizin adınız okunacak, fırlayacaksınız ayağa ve " ben, ben kazandım " diyeceksiniz. Etrafınızdakiler size gıpta ve kıskançlıkla bakacak.

O anda adı okunmayanların hüznünü yaşamadan anlamanız olanaksız. O mektup dağıtımı ile geçen 5 10 dakika sonunda ya üzgün, ya sevinçli ayrılırsınız. Size gelen bir zarfın o anda kimden geldiğinin hiç önemi yoktur, Ailenizden de gelse, sevgilinizden de, eşinizden de, arkadaşınızdan da. O an sadece önemsendiğinizi düşünürsünüz, karşılığında da siz de bolca yazarsınız.

Peki o sevdiğimiz, ilgilendiğimiz, hoşlandığımız kızların ceplerine sıkıştırdığımız masum notlar, kız arkadaşınız vasıtasıyla gönderdiğimiz notlar. Üzerine parfümler sıkıp, sigaraya yaktığımız, göz yaşı ile beslenen kağıt parçaları.

Bugün bunlar yok artık kalmadı, sakın bana bunu teknoloji ile anlatmaya çalışmayın, teknoloji işin kolayına kaçmayı gösterdi bize, biz de aynen onu aldık ve uyguladık.

Ben Ortaköy'de her gün görüyorum, yabancıların ellerinde SMS'in en alasını atabilecekleri, hatta fotoğrafı çekip gönderebilecekleri telefonlar var ama KARTPOSTAL alıp, elle yazıp dostlarına gönderiyorlar, siz bir düşünün bakalım, en son ne zaman bir Kartpostal alıp gönderdiniz?

Keşke o yazılı mektuplara dönebilsek, keşke teknolojiyi hayatı bu kadar basitleştirmek için kullanmasak, sevgilinize sorun, gönderdiğiniz " SENİ SEVİYORUM " SMS i mi daha mutlu eder, yoksa basit bir KALP fotoğrafı  üstüne elle yazdığı " SENİ SEVİYORUM " mu? Veya bir hafızanızı yoklayın, elle yazıp gönderdiğiniz bir mektup sizce hiç çöpe atılmış mıdır? Senelerce saklanan mektuplar yok mudur?

Bu arada bunları yazdım da, hani güzel söylüyorsun da sen yapıyor musun diye sorarsanız, maalesef HAYIR, ama dün gece filmden çok etkilendim, bugünden sonra yapmaya çalışacağımı söyleyebilirim, sonucunu göreceğiz.

Sevgilerimle,
Haluk
16.06.2011 10:00

15 Haziran 2011 Çarşamba

Sibel Kekili ve The Game of Thrones .....

Bir çok sevdiğim ve takip ettiğim dizi sezonlarını tamamladı ve ara verdiler. Fringe, V, Merlin, The Borgias, The Goodwife, The Event gibi dizlerin heyecanını hangi dizide yaşayacağım derken, sevgili arkadaşım Çiğdem'in önerisi ile The Game of Thrones dizisini seyretmeye başladım, gerçi o zaman yeni başlamış sayılırdı, sanıyorum 4. bölümden yakaladım.

Muhteşem bir dizi gerçekten, en başta pek etkileyici bulmadım, hani Spartacus'un biraz kopyalanmış hali diye düşündüm ama sonra anladım ki hiç alakası yok. Belki çok kısa diziden bahsetsem iyi olur.

Dizi aslında Yüzüklerin Efendisi gibi bir kitaptan uyarlama. R. R. Martin'in A song of Ice and Fire serisinden uyarlanmış. 7 kitap 7 sezon olarak düşünülüyormuş ve şu anda 4. kitap piyasaya çıkmış. Dizinin konusu; Soylu Stark ailesinin Lordu Eddar Stark'ın Kralın sağ kolu olması ile çekildiği siyasi oyunlar ve ailesi için verdiği savaş anlatılıyor.

Dizinin içinde ne ararsanız var, güzellik, asalet, seks, cinsellik, rüşvet, iftira, ispiyon ... Yani iktidar konusunda her kim ne yapmışsa şimdiye kadar hepsi bir şekilde yer almış. Başrolde ise Sean Bean ve Jenniffer Ehle var.

Buraya kadar güzel, ama dokuzuncu bölümde karşımıza bir sürpriz yeni bir oyuncu çıkıyor, Sibel Kekili. Duymadınız değil mi? Normal, yarı çıplak bir uyduruk mankenimiz, Dünyanın dört gözle beklediği ve takip ettiği bir dizide oynasa medya bugün bunu nasıl duyururdu, Sibel Kekili bu dizide ama dizi hayranları ( ve belki biraz da Sibel hayranları ) tarafından dile getirilmese kimsenin haberi de olmayacak.

Kim olduğunu bilmeyen var mı desem, sanırım yoktur. Peki ilk aklınıza gelenin ne olduğunu sorsam, evet Sibel Kekili ve Porno. Eminim bir çoğumuzun aklına bu gelecektir, çünkü erkek olup Sibel Kekili'nin bir filmini seyretmemiş olan çok azdır, belki seyreden bayanlar da vardır bilemiyorum tabi :)

Halbuki Sibel Kekili, bir çok yerli-yabancı filmde oynamış ve çok ödüllü bir oyuncu. Gelin biraz Sibel Kekili'yi tanıyalım.

Sibel Kekili 16 Haziran 1980 Almanya doğumlu. 2004 senesinde Duvara Karşı filmiyle ( Fatih Akın ) En iyi kadın oyuncu ödüllerini aldı ( Loal & Bambi ), 2006 yılında Eve Dönüş filmiyle Antalya film festivallinde En İyi Kadın Oyuncu ödülü, ve yine 2010 senesiinde Ayrılık filmiyle de Tribeca Film festivalinde En İyi Kadın Oyuncu ödülü aldı.

İşin komik tarafı, bu ödülleri alana kadar kimsenin tanımadığı Sibel Kekili'nin 2002 de Dilara adıyla Porno filmlerde oynadığını Alman Bild-Zeitung gazetesi buluyor ve yayınlıyor. Ancak onların tahmin ettiği gibi olmuyor ve Almanya Sibel Kekili'ye sahip çıkıyor. Şu anda Alman Sinema Teşvik Ödül Komitesinde görev yapıyor. Porno filmlerde oynadığını hiç bir zaman da inkar etmemiş Sibel Kekili.

Özetle, ben bir Türk olarak onun bu kadar önemli bir dizide böyle bir rol almasına çok sevindim, inşallah çok daha iyi roller onun olur. Diziyi ve dokuzuncu bölümde Sibel Kekili'yi seyredin derim..

Sevgilerimle,
Haluk
15.06.2011 09.20

14 Haziran 2011 Salı

100.000 heyecanı ....

Siteme koyduğum istatistiği sürekli inceliyorum.


100.000 heyecanı bastı şimdiden :))) 

Bakalım hangi gün, hangi yazımla 100.000.- sayfam okunacak :)))

Beni takip eden siz değerli okuyan arkadaşlarıma, hepinize kucak dolusu sevgiler.....

Toplam Sayfa Görünümü
Sparkline 96,936

Sigara ve Kadın ....

2005 senesi ortalarına kadar " akupunktr, hap, bant " ile bırakamadığım sigarayı bir kez de  " IQS tedavisi " ile bırakayım dedim, 13 ay sigara içmedim, ama çok kilo aldım, sporla falan da veremedim. Bir gün kendime üçüncü kez takım elbise alma zorunluluğumu görünce, Hayır dedim, sağlıklı biri olmak için sigarayı bırakıp, sağlıksız bir kilo alışı yaşııyorum, görünümüm değişti, mutluluklarım değişti ve 13 ay sonra tekrar sigaraya başladım.

Aşağıdaki yazımı da bu dönemde, yani bıraktığım bir dönemde yazmıştım, tarihi  17 Nisan 2006.

Bugün hala sigara içiyorum. Bir daha hiç bırakacağım demedim, sigaraya karşı olan arkadaşlarım kızacak ama ben sigara içmeyi seviyorum :)

Keyifli okumalar dilerim.

Haluk
14.06.2011 10:45
---->
Bazen kendimizin başına gelmeden karşımızdakilere ne kadar bencil ve haksız davrandığımızı anlayamıyoruz. Hatta bize eleştiri geldiğinde o eleştiriyi o kadar mantıklı ve güzel savuşturuyoruz veya savuşturduğumuzu zannediyoruz ki.

Halbuki biz aynı durumla karşılaştığımız da bizim gibi davranana kişiye söylemediğimizi bırakmıyoruz. Buna benzer olayları sizler de eminim yaşamışsınızdır.

Ben size kendim ile ilgili bir örnek vereceğim.

Buradan da duyurmaya çalıştığım gibi sigara içmiyorum. Bıraktım diyemiyorum hala ama en azından bırakmaya çalışıyorum diyelim, sizin bu yazıyı okuduğunuz gün tam 47 gün olacak, dile kolay 22 senedir maksimum 1 ay (oda akunpunktr yoluyla) süre ile sigarayı bırakan ve günde ortalama 2 - 2,5 paket içen biri olarak 47 gün hiçte kötü rakam değil, güzel olan kısmı ise sigara içilen  bütün ortamlarda bulunuyorum, sıkılmıyorum ama canım da istemiyor.

Neyse, zaten anlatacağım konunun sigarayı nasıl bıraktığım ile ilgisi yok.

Dediğim gibi 22 sene boyunca sigara içtim, hayatıma giren kadınların büyük bir bölümü de sigara içen kadınlardı ama sigara içmeyenler de oldu. Ben hiç taviz vermedim, hatta bunun mesele bile yapılmasını kendimce engelledim.

Öyle ya, benim canım sigara istiyor, içmeyi seviyorum, bana kim karışabilir ki, kötü kokuyorsam da bu benim tercihim.

Ve uzun bir süre bu böyle gitti.

Bırakmayı düşündüğüm zamanlarda hayatıma sigara içmeyen birisi olursa kesin bırakırım dedim, denedim, bırakınca mutsuz oldum, mutsuz olduğumu ve arkadaşlığıma yansıdığını düşünen kadın arkadaşlarımın ısrarı ile tekrar başladım, çünkü mutsuzluğumu onlara da yansıtıyordum.

Neticede, benim kız arkadaşlarım sigara içer veya içmez, benim umrumda değil, saçım, ağzım, kıyafetlerim kokarmış, kimin umurunda, beğenmiyorsa sigara içmeyen birisi bulsun, ben sonradan sigaraya başlamadım ki, beni beğenip, benimle olduğunda sigara içtiğimi biliyordu, haksızmıyım?

Ama bugün durum biraz değişti, neden? Çünkü şimdi ben sigara içmiyorum :)

Yani, benim hayatıma giren kadın sigara içecek mi? İçiyorsa benim umrumda olacak mı? Saçının, ağzının, kıyafetlerinin kötü kokması benim için sorun olacak mı?

İşte bunları düşündüğümde benim bugüne kadar ki yaşam felsefeme göre asla olmamalı. Öyle ya, ben onu beğendiğim zaman sigara içiyorsa ve benimle olmuşsa, ben neden onun sigara içmesini engelliyeyim, öyle bir kadın istiyorsam sigara içmeyen bir kadın beğenseydim, sevişirken ağzının kül tablası gibi kokması çok önemli olmamalı.

Zor bir durum ya, gerçekten zor, bugüne kadar merak ederdim, sigara içmeyen birisine nasıl kokuyoruz diye, şimdi biliyorum, bazen iş yerinde yukarıdan sigara içerek gelmiş birisi odama girdiğinde daha kapıdan girerken alıyorum kokusunu, rahatsız oluyormuyum, hayır, hafta sonları arkadaşlarım da içiyor yanımda, onlardan da rahatsız olmuyorum, ama onlarla sevişmiyorum ki, öpüşmüyorum kj, saçlarını koklamıyorum ki, ellerini öpmüyorum ki...

Şimdi sanırım kafanızda şekillendi mi, neden kendi başımıza gelmeden bazı şeyleri anlayamadığımız:)

Birisi bir gün bana böyle bir yazı yazacağımı söylese inanmazdım. Ben ki sigarayı keyifle içen birisiydim. Ama sigara içenlere bir tek gün dahi sigarayı bırakın geyiği yapmadım, bu bir tercih, bırakmak isterlerse bırakıyorlar zaten.

Hepinize güzel, keyfili, sağlıklı, mutlu  ve huzurlu bir hafta diliyorum.