30 Kasım 2010 Salı

Mutluluğu Yaratmak ve Motivasyon ....

Blogumda yazdığım yazıları kimlerin okuduğunu göremiyorum, kaç kere okunduğunu da bilmiyorum. Sağolsun Facebook'tan dostlarımın yorumlarını Facebook'ta  veya yazdığım yazıları beğenip takip edenler bana ulaştıklarında yazılarım hakkında yorumlarını söylüyorlar, onların bu yorumları sayesinde beğenilerini veya eleştirilerini anlama şansım oluyor. Aslında amatörce blog oluşturan, yazılar yazan herkesin bir kişi dahi okuyup yorumlasa  gelen yorum ve/veya eleştiri hoşuna gidiyor, bir motivasyon oluyor.

Geçen gün bir e-mail aldım, Neşe adında bir hanımefendi yazmış, tanımadığım birisi, maili açtım,aynen kopyalıyorum; " Haluk bey merhaba ,Yazılarınızı 2010 yazına girerken tesadüf olarak okuma fırsatı buldum.Çok doğal ,içinizden geldiği gibi herkesimden insanın okuyup anlayabileceği bir üslupta yazıyorsunuz sizi yürekten kutluyorum.blog’unuzdaki bütün yazıları okuduğumuzu(eşim ile) bilmenizi isterim.nasıl anlatsam bilmiyorum ama Pınar hanım ile hayata bakış açınız,pozitif olmanız ve yaşamı sevmeniz  bizim bakış açımızla örtüştüğü için sanki yıllardır bizim aile dostumuzmuşsunuz gibi geliyor Jbiliyorum komik ama öyle…hatta abartıp yeni iş bulduğunuzda sevindik bile..neyse uzatmak istemem son Kore yazılarınız çok güzeldi, okurken anlattığınız yerleri geziyor gibi huzur verdi.tşk ederim. Pınar hanıma sevgiler. Lütfen yazılarınıza ara vermemeye çalışın. İyi akşamlar.."

Şimdi amatörce yazı yazan, okunup okunmadığını bile düşünmeden paylaşan birisi için bu gelen mailden daha mutlu edici bir geri besleme olabilir mi? Eşi ile birlikte yazılarımı okuduğunu söylemesi ve belki sizlerin de fark edeceği sıcaklığını hissetmemeniz ve bundan keyif almamanız mümkün mü? Neşe Hanımın yaptığı şey ne? Beğenisini dile getirmek, sizce bu maili yazması kaç dakikasını almıştır, 5 dakika bile değil, ama onun düşünerek ayırdığı o 5 dakika, benim açımdan ne kadar mutluluk verici.

Ben bu maili alınca ne yaptım, Pınar'a ve sevdiğim dostlarıma gönderdim, bakın dedim, beni okuyan birisi benim için ne güzel şeyler yazmış, mutluluğumu onlarla da paylaştım, beni mutlu görünce onlar da mutlu oldu. Neşe Hanımın hiç bir şey beklemeden yazdığı 5 dakikalık bir mail, benim ve çevremde oluşan arkadaşlarım arasında minicik bir mutluluk zincirine neden oldu.

Bunları neden yazıyorum, kendimi bir yere getirmeye çalışmıyorum, ya da ben neymişim demek içinde değil, MUTLULUĞU YARATMAK aslında çok basit, bakınız benim için yaratılanın süresi 5 dakika, hiç görmediğim, tanımadığım bir kişinin 5 dakikası, benim çok daha uzun süre sadece ben değil, sevdiklerimle birlikte paylaştığım bir reaksiyonu başlattı. O yüzden, mutluluğu yaratmaya özen göstermeliyiz. İyi şeyleri övmeli, desteklemeliyiz. Motivasyonu artan kişilerin üretkenliği her zaman pozitife doğru artar. 

Aynı şey iş yerleri içinde geçerli. Motivasyonunu yüksek tuttuğunuz da çalışan personelinizden alacağınız verim her zaman daha yüksektir. Çalışması takdir edilen çalışan her zaman size daha fazlasını vermeye çabalar. O yüzden Motivasyon değişmez bir Başarı kriteridir. Motivasyonu sağlamak için ille para gerekmez. yapılan çalışmaların takdiri, hediyeleri, duyurulması gibi bir çok farklı kriterle de sağlanır. O yüzden işinde mutlu ve huzurlu olan çalışanlar çoğu zaman aldığı maaşı ikinci planda düşünür.

Neyse, özetle ben buradan Neşe Hanıma ve sevgili eşine teşekkürlerimi biraz geçte olsa sunuyorum, sağ olsunlar. Bloguma bu aralar yazamamamın nedeni işlerimin yoğunluğu, biraz daha zaman gerekiyor bana, sonra tekrar günlük olmasa bile yazmaya devam edeceğim. takip eden dostlarıma çok ama çok teşekkür ederim.

Sevgilerimle,
Haluk
30.11.2010 23:15

22 Kasım 2010 Pazartesi

Kıbrıs - Mavi Köşkün hikayesi ....

Kıbrıs'a gidenlerin gezdiği önemli yerlerden birisi de MAVİ KÖŞK. Aslında hani bazen olur ya, içinizde gizli kalmış bir yönetmenlik vardır, bir roman okuduğunuzda, bir yer gezdiğinizde ortaya çıkar hemen. Bunun filmi yapılmalı der içinizdeki yönetmen. Ben de köşkten sonra Pınar'a döndüm, ben olsam dedim bu köşkün filmini yapardım. Gidenler ne demek istediğimi hemen anlamıştır, gitmeyenler içinse aşağıdaki bilgiler ve fotoğraflar neden öyle düşündüğümü bir nebze anlatabilir.

Mavi Köşk, adı üstünde dış cephesi mavi-beyaz renklerden oluşan bir köşk. 16 odalı, 2 katlı bahçeler içinde bir köşk. Ancak hikayesi çok farklı. Burayı bir İBRET müzesi olarak geziyorsunuz, çünkü burası bir silah kaçakçısının köşkü. Kıbrıs'a kaçak silah sokarak bu silahları Rumlara satan ve Makarios'un avukatlığını yapan İtalyan asıllı bir adama ait bir köşk. Adı Paulo Paolides. Paolides bu silahları Rumlara satıp, kazandığı paralar ile bu köşkü yaptırıp keyif sürerken, Rumlar da bu silahları Türkler üzerinde kullandıkları için bir İBRET müzesi haline dönüştürülmüş.

Paolides Kıbrıs'ta doğan İtalyan asıllı bir Rum, kendisi aslında bir avukat, ancak aynı zamanda silah kaçakçılığı yapıyor. O dönemde Kıbrıs'ta başpiskoposluk yapan aynı zamanda Kıbrıs Cumhurbaşkanlığını da yürüten Makarios'un da avukatı, ancak avukatlık mesleğini tamamen silah kaçakçılığını gizlemek için kullandığı söyleniyor.

Bu köşkü yaptırma amacı da zaten silah kaçakçılığını gizlemek ve deniz yoluyla getirdiği silahları sorunsuzca köşke getirip buradan dağıtmak. Bu yüzden de köşk öyle bir noktada yapılmış ki, köşk aşağıdan hiç bir şekilde gözükmüyor ama siz köşkten vadiyi görebiliyorsunuz.

Köşkün mimarisinden mobilyasına kadar her şey farklı, Paolides bir renk manyağı olduğundan her oda farklı bir renkte tasarlanmış. Ses geçirmez elyaflı perdelerinden tutun da, çalışma masasının ceylan derisinden olmasına, koltuklarında 2 saatten fazla oturduğunda uyumanı engellemek için yaptırdığı sistemlerden, toplantı odasındaki tablolarına kadar. Köşk 16 oda ve 2 kattan oluşuyor.

Köşkün kapısından girdikten sonra salonda bir havuz var, burasını süt havuzu olarak kullanıyormuş, ağzına kadar süt doldurduğu havuzda o dönemin meşhur sanatçılarından Sophia Loren'i de ağırladığı söyleniyor, ne kadar doğru bilemiyorum :) Yine sanata olan düşkünlüğünden dolayı köşkün her odası tablolar, resimler, biblolar, heykeller ile dolu. Hepsi gerçekten bir sanat şaheseri. Aynı zamanda kendisi de kara kalem çalışmaları yapıyormuş ve odaların bazılarında kendi çalışmaları da var.

1957 yılında başlayıp çok kısa sürede tamamlanan bu köşkte Paolides 1974 yılına kadar yaşamış, 1974 harekatında ise yatak odasında bulunan gizli geçitten kaçmış. Ancak kaçarken arkasından dinamitle bütün geçidi patlatmış.

Yine kasası çok zorlukla açılmış, içinden 20 sterlin ve bir altın anahtar çıkmış, altın anahtarı köşkte her yerde denemişler ama hiç bir yere uymamış, o yüzden bu altın anahtarın neyi gizlediği hiç öğrenilememiş. Senaryoyu kim yazarsa bu altın anahtar ile bir bağlantı kurabilir değil mi :)

Bahçe ve Havuzu ise mükemmel tasarlanmış, özellikle aslanlı şarap çeşmesi çok ilgi çekiyor.

Bu çeşme bir aslan başından oluşuyor, arkasında bir motor ile devri daim sağlanarak çeşmeden sürekli şarap akıtılıyormuş. Böylelikle gelen misafirler havuz başında istedikleri anda aslan başından şaraplarını alabiliyorlarmış.

Yine bahçenin ucundan vadiyi tamamen kontrol altına alabileceği ve gerektiğinde savunma yapabileceği noktalar kurmuş, korumaların sürekli denetiminde bir noktada yaşamış.

Eğlencesine o kadar düşkün biriymiş ki, kendine ait bir müzik tavernası yaptırmış, yine o dönemde köşkün her tarafını klima ile döşetmiş ki 1957 yılında yapılan bu klima hala çalışır durumda. Tavernanın renkleri bile misafirlerin kaldıkları oda renklerine göre tasarlanmış, yeşil odada kalan misafirler yeşil masada, kırmızı odada kalan misafirler kırmızı masalarda yemek yiyorlarmış, çocuklar için özel döşediği sarı oda ise tamamen depreme dayanıklı bir sisteme göre sonradan eklenmiş.

Sefasına ve sanata o kadar düşkün olan Paolides'in sergilenen eşyaları arasında en önemli yeri sanırım Bukalemun derisinden yaptırmış olduğu içki dolabı yer almakta. Bu dolabın özelliği mevsimin sıcaklıklarına göre içki dolabının renkleri değişiyormuş. Yine Uzak Doğu'dan getirttiği 9 gözlü ayna ile baktığında odadaki her noktayı görebiliyormuş. Koridora koyduğu ve adına DENGE dediği heykel ile uyarı sistemi kurmuş. heykel tam olarak köşkün ortasına konmuş ve en ufak harekette sallanarak ses çıkarıyor ve deprem uyarısı veriyormuş.

Son olarak anlatacağım ve şaşırdığım şey ise çalışma odasındaki tablo oldu. Meryem Ana ve İsa tablosunun özelliği siz odanın ne köşesinde olursanız olun Meryem Ananın gözleri ve ayak uçları sizi takip ediyor. Üç boyutlu tasarlanan bu tablo gerçekten çok ilginç. Yani odada tabloya bakarak gezerseniz Meryem Ananın gözleri ve ayak uçları sizi her an takip ediyor. Aynı anda başkası da gezerken onu da takip ediyor, her bakan kendine doğru baktığını görüyor. Bu da yine Kıbrıs'ta bir piskopos tarafından yapılıp ona hediye edilmiş.

Bu kadar zevk ve sefa içinde yaşayan Paolides 1974'te kaçtıktan sonra İtalya'ya gitmiş ve 1986 yılında Mafia tarafından öldürülmüş. Mavi Köşk'te bir ibret müzesi olarak  Türk Silahlı Kuvvetlerinin himayesinde müze olarak gelenlere gezdiriliyor. Müzeye Güzelyurt yolu üzerinden gidiliyor. Müze şu anda Türk Askerlerinin kontrolunda, girip çıkarken imza atıyor, nüfus cüzdanlarınızı bırakıyorsunuz. 2 TL gibi bir ücret alıyorlar ve bir asker tarafından tur şeklinde anlatılıyor, kendiniz gezemiyorsunuz.

Umarım verdiğim bilgiler işinize yarar :) ben çok etkilendim bu Mavi Köşk'ten ve Paolides'in yaşamından, bilmem siz de benim gibi düşündünüz mü, muhteşem bir sinema filmi çıkardı bu hikayeden diye hala düşünüyorum.

Sevgilerimle,
Haluk
22.11.2010 08:00

21 Kasım 2010 Pazar

Güney Kore - Seri 4: Seul

Dünyanın herhalde en az yüzölçümünde en fazla insan yaşayan şehirlerinden birisi Seul'dür. 10 milyon kişiden fazla nüfusu olan ve Güney Kore'nin başkenti olan Seul oldukça ilginç ve keyifli bir yer. Özellikle devasa binalar oldukça fazla. Bunun yanında son zamanlarda Olimpiyat, Dünya Kupası derken Dünyanın sürekli izlediği şehirlerden birisi de olmuş durumda. Sokaklar sürekli kalabalık, trafik oldukça yoğun ancak kimse de bir stres, sıkıntı sezinlemiyorsunuz, kaderlerine razı olmuş bir şekilde yaşıyorlar :)
Benim seyahatim sırasında Seul'de G20 zirvesi yapıldığı için trafik ve kalabalık her zamankinden fazlaydı. tabi bu kadar ülkenin başkanlarının ve başbakanlarının ziyaretinden dolayı hem basın, hem polis ordusu da hizmetteydi. Bunun anlamı şehir merkezine giriş çıkış neredeyse imkansız oluyordu ama benim Seul ziyaretim G20'nin son gününe rastladığı için nispeten daha hafif geçti diyebilirim. G20 Seul ve Güney Kore için çok önemliydi çünkü G20 zirvesi ilk defa bir ASYA ülkesinde toplandı, o yüzden de Seul bu G20 zirvesine çok iyi hazırlanmış.

G20 için yaptıkları en güzel şeylerden birisi Ulusal meydanda hazırladıkları Uzak Doğu ve Güney Kore kültürünü anlatan açık hava çalışmaklarıydı. Bütün yabancı ülkelerin yazılı ve görsel basını bu G20 Etkinliklerine büyük ilgi gösterdi, sizlerin de fotoğraflardan göreceğiniz gibi, oldukça keyifli, yerel kıyafetler ile ve Güney Kore kültürünü anımsatan çalışmalar ve etkinlikler çok hoştu.

Benim açımdan iyi bir şans oldu diyebilirim bu G20 zirvesi, yoksa bu yerel çalışmaları görme şansım olmayacaktı.
Aynı meydanda Seul için çok önemli olan Changdeokung Sarayı var, bu sarayın önünde her gün gerçekleştirilen bir show varmış ve benim şansıma tam ben oradayken show başladı, ben bunu videoya'da çektim ve Facebook'ta paylaşacağım. Kore'nin kuruluşundan bugüne yaşanan olayları anlatan bu showda yerel asker kıyafetleri ve müziği ve savaşları resmediliyordu. Seyrederken tabi çok daha etkili oluyor, sadece fotoğraflarla anlatabilmek olanaksız. Yine bu Sarayın olduğu yer bir park ve bu dönemde Picasso sergisi vardı ama ben girmedim, ona ayıracak kadar zamanım yoktu.
Seul'ün ve Kore'nin gurur duyduğu eserlerden biri de burada yine, Seul Tower. Hangi Seul ile ilgili fotoğraflara bakarsanız gerçekten Seul Kulesini görmeniz mümkün. Dünyanın sayılı yüksek kulelerinden biri olan Seul Kulesi tam 237 metre yüksekliğinde olan bu kuleden Seul'ün her tarafını 260 derece görebiliyorsunuz. En üst katı yine restoran, onun bir alt katından da çevreyi gözlemleme şansınız oluyor. Oldukça etkileyici bir manzaraya sahip olan Seul Tower'dan  özellikle Han nehri ve yüksek binalar çok güzel gözüküyor.
Seul'ün en önemli yerlerinden birisi de pazarları, ki benim ziyaret ettiğim Nam De Mun pazarıydı Özellikle yabancıların aradıkları her şeyi dükkanlara göre çok daha ucuza alabildikleri bu pazar daha çok giyecek ve hediyelik eşya üzerine yoğunlaşmış durumda. Ben hafta arası gitmeme rağmen çok kalabalıktı, sanıyorum hafta sonları daha da kalabalık oluyordur Yine pazarın ara sokaklarında bit pazarını andıran yerlere de ulaşabiliyorsunuz.
Yine G20'ye denk gelen bir başka güzel etkinlik her sene düzenlenen Lantern Festivali oldu. Seul'ün ara sokaklarının birisinde yer alan bir derenin üzerine kurulan ışıklı heykeller, lokal kültürü tanıtan tamamen ışıklardan oluşan bir festival. Derenin her iki tarafındaki yürüme yollarından veya üstte kalan gezinti yerlerinden festivali seyredebiliyorsunuz. resmettikleri ve ışıklandırdıkları çalışmalar nefes kesici.

Festivale sadece Seul'dan değil, tüm Güney Kore'den insanlar katılıyor. G20 zamanına da denk geldiği için G20 ülkelerrinin önemli eserlerinden bazılarını da hazırlayıp ışıklandırmışlardı.
Mağazalar ve Alış Veriş merkezleri çok kalabalık, bizim AVM'lerimiz de ne varsa burada da var, tarz da aynı. Fiyatlar yine Türkiye fiyatları ile aynı sayılır, belki bir miktar daha ucuz ama ben o kadar gezdim, hani yerel şeyler dışında alacak hiç bir şey bulamadım.

Elektronik derseniz Samsung ve LG bu ülkenin ürünü olmasına rağmen fiyatlar bizimle aynı. O yüzden herhangi bir elektronik almak isteyen Güney Kore'den çok ucuza alırım diye heveslenmesin, burada inanın çok daha ucuz. Bir de tabi garantisini unutmamak lazım.

Seul'de sadece yarım gün kalabildim, yarım günde de çekebildiğim ve gezebildiğim bu kadar oldu, aslında daha gidilebilecek çok yer vardı ama benim zamanım olmadığından Lantern festivalinden sonra havaalanına giderek Türkiye'ye hareket ettim.

Bu dört yazı dizimle umarım sizlere biraz Güney Kore hakkında bilgi aktarabilmişimdir.


Sevgilerimle,
Haluk
21.11.2010 16:00

Güney Kore - Seri 3 : Daegu

Daegu veya Taegu, Güney Kore'nin Seul ve Pusan'dan sonraki üçüncü büyük şehri. Ancak şunu söylemeliyim ki, Pusan ve Seul'da bulunan yabancı sayısına göre Daegu neredeyse hiç yabancısız bir şehir diyebilirsiniz. Ben neredeyse 6 gün Daegu'da kaldım ve kendimden başka yabancı görmedim -ki neredeyse bir tam güm boyunca Pazar günü tek başıma bütün şehri ve turistik yerlerini gezmeme rağmen :) Bana inanın şaka yapmıyorum. O kadar lokal bir şehir ancak önemi şurada Daegu bir sanayi kenti, bütün büyük fabrikalar, üretim, bu şehirde yapılıyor.


Daegu'da öncelikle bizim birlikte çalışacağımız firmanın fabrikası var, benim tüm eğitim ve toplantılarım burada geçti. Gündüzleri bütün gün fabrikada, geceleri de Daegu ve çevresini gezmeye çalıştık. Sağ olsunlar bir dakika yalnız bırakmadılar, artık bin bir rica ile bir Pazar'ımı kendime ayırabildim ve tek başıma gezebildiğim kadar gezdim. İnanılmaz sıcakkanlı ve güzel gülen insanlar. Çalışkanlıklarından bahsetmiyorum bile, tertemiz bir ortamda üretim ve R&D yapıyorlar. Ben hem onları, hem ürünlerini çok beğendim. Akşamları dahi bir çoğu yemekte bize eşlik ettiler.

Bu arada Keric ( gerçek adı Chang-Sik, Choi ) ten bahsetmeden geçemeyeceğim Keric, beni hiç yalnız bırakmayan firmanın Teknik Servisinde çalışan bir mühendis. Her gün aldı, getirdi, gezdirdi. 12 Aralık'ta evlenecek, nişanlısı ile de tanıştırdı, birlikte bowling oynadık. Dünya tatlısı bir insan. Nişanlısı da öyle, Allah mutlu etsin, bakalım 12 Aralık'ta evlenip Guam Adalarına balayına gidecekler. Bowling dedim de, her iki oyunu da kaybettim, sevgili Keric, birinci oyunda 1 farkla, ikinci oyunda 25 sayı farkla beni geçti ve gecenin şampiyonu oldu :)

Daegu'da en ilginç yerlerden birisi Tapınakların bulunduğu ve arabayla Daegu'ya bir saat uzaklıktaki Donghwasa ve Gatbawi tapınakları. Muhteşem olduklarını söyleyebilirim.Yine burada bulunan devasa Budha taş heykeli sanıyorum Uzak Doğu'daki en büyük Budha heykellerinden. Tapınakların bir çok farklı fotoğraflarını web sitemde yayınlayacağım. Buraya en güzellerinden birisini seçmeye çalıştım ama hepsinin gerçekten muazzam olduğunu söyleyebilirim.

Daegu'da ve aslında tüm Güney Kore'de en çok dikkatinizi çeken şey sonbaharın gelmesiyle renk değiştiren ağaçların yaprakları. İnanılmaz manzaralar oluşturuyor. Rengarenk bir yaprak tablosu gibi. Bu renklerin uyumu ve görüntüsü çok pozitif bir dünyaya sokuyor sizi. Zaten parklarında en çok fotoğrafları çekilen şey bu ağaçlar oluyor. benim de yanda gördüğünüz güzel yaratıklarla çektirdiğim fotoğraf en çok sevdiğim fotoğraflardan birisi. dediğim gibi daha fazlasına web sitemdeki albümlerden ulaşabilirsiniz.


Daegu'da oldukça güzel parklar var. Hele bir tanesi oldukça keyifli, Apsan Park. Çok kalabalık bir şehir olmasına ve evlerin 20 30 katlı olmasına rağmen ödün vermedikleri alanlar Park alanları.

Parklara çok özen gösteriyorlar, koşanlar, gezenler, oldukça da sık ziyaret ediyorlar. Ben bir kaç parklarını gezdim, hepsi dolu, insanlar çoluk çocuk doldurmuştu parkları.

Apsan parkın bir başka güzelliği Daegu'nun en tepeine çıkan teleferik olayı. Yaklaşık 700 metrelik bir mesafeye teleferik ile çıkıp şehri baştan aşağı görebiliyorsunuz. Maliyeti 6.000 Won, yani 6 dolar civarında, tepede bir kaç gözlemleme evinin yanı sıra lokantası da var. İsteyen burada yemek yiyebiliyor, ama bizim piknikciler gibi yanlarında yiyecek getirenler de oluyor, bunlarda zirvede bir yerde oturup manzaranın karşısında yemeklerini yiyorlar. Daegu'ya gidenlerin kesinlikle kaçırmaması gereken bir yer. En çok şaşırdığım da daha önce söylediğim gibi benden başka yabancı görmemem oldu :)

Daegu'nun bir başka güzel ve öze noktası Daegu Tower, Duryu Parkın içinde. Burası da oldukça keyifli bir mekan. 150 metre civarı bir yüksekliğe sahip kulenin 4. katından en aşağıya kadar sky cab adını verdikleri minik kişisel teleferikler var. Onunla da yukarı çıkıp aşağı inme şansınız var.

Özellikle gece manzarası bu sky cab'lardan büyüleyici diyebilirim. Bunun da maliyeti 4.000 Won.

Tower'ın üst katı yemek salonu ama önce rezervasyon yaptırmanız gerekiyor, yoksa yer bulma şansınız yok, ben denedim ama maalesef yer bulamadım.

Aynı mekanın alt kısmını yani Tower'ın bulunduğu yer ise bir Luna Park. Duryu Parkta 5 bölümden oluşan Luna Parkta yok yok. Bir Luna Parkta olması gereken her şey var, özellikle her Luna Park'ta olduğu gibi burada da Roller Coaster bir numara. Koreliler Luna Parkı çok seviyorlar, ağzına kadar doluydu. Fast Food tarzı yiyecekleri sevmemelerine rağmen, burada KFC'den McDonalds2a kadar her şey var. Fiyatlar da bizim fiyalarımızla hemen hemen aynı.

Daegu için yazacaklarım bu kadar, aslında fotoğraflardan daha güzel kafanızda canlanacağına eminim.

Size güzel çocuklardan bahsetmiştim, yine bu yazımı da bu harika yaratıklardan bir fotoğraf ile tamamlayacağım :)

Sevgilerimle,
Haluk
21.11.2010 14:00

Güney Kore - Seri 2 : Pusan

Pusan veya Busan Güney Kore'nin ikinci büyük şehri, Seul'da yaklaşık 10 milyon kişi yaşarken, Pusan'da 4 milyon kişi yaşıyor. Pusan aslında bizim Bodrum gibi bir yerimiz, ayrıca Liman kenti olduğu içinde oldukça gelişmiş bir şehir. Zaten bina yapısından tutunda, insanlarına kadar farklılıkları gözlemleyebiliyorsunuz. Savaş sırasında en az hasar gören şehirlerden birisi olmuş Pusan. O yüzden de yabancılar genelde burada saklanmış. Pusan deniz kenarı olduğu içinde içinde bir çok meşhur plajı var, hani şehirden sıkılan Pusan'da soluğu alıyor diyebiliriz.

Pusan aslında en uçta olmasına rağmen Seul'a yaklaşık 4 saat uzaklıkta, zaten minicik bir ülke olduğu için ülkeyi baştan aşağı 4 5 saatte geçebiliyorsunuz.  Deago'da yabancı sayısı çok çok azken, Pusan'da bir çok yabancı görmeniz mümkün. Özellikle yaz aylarında turizm patlaması yaşayan şehirde hayat diğer şehirlere göre biraz daha pahalı.  Bir çok firmanın hem Seul'da, hem Pusan'da temsilcilikleri var. Bizimde buraya geliş nedenimiz, biraz gezi biraz da Eczaneler kurduğumuz sistemlerden en büyüklerden birisinin burada olması nedeniyle yapmış olduğumuz iş ziyaretiydi.

Pusan'ın en güzel yerlerinden birisi dünyaca meşhur Akvaryumu. Bizimde benzer bir akvaryumumuz var biliyorsunuz, aslında mantık olarak hemen hemen aynı yapılmış ama şunu söylemeliyim ki bir çok farklı balıklar var Pusan akvaryumunda. Hele yanda fotoğrafını gördüğünüz akvaryuma hayran kaldım, zaten bu tarz büyüklükte yapılmış bir kaç tane akvaryumları var, insanların oturması ve seyretmesi için yerler yapmışlar bu büyük akvaryumların karşısına. Hafta sonu olması nedeniyle çok kalabalıktı. Özellikle çocukların akınına uğramıştı. ben akvaryumu çok başarılı buldum, Barcelona'daki akvaryumu da görmüştüm,  her ikisini de gördükten sonra İstanbul'da kurulan akvaryumun da çok başarılı olduğunu söylemek isterim. Fazlamız var, eksiğimiz yok. Mutlaka görün derim.

Pusan pazarı ise başlı başına gezilecek bir yer. Ne ararsanız bulabileceğiniz ama ağırlıklı olarak kurutulmuş yiyeceklerin satıldığı bir pazar. Yiyecekler genelde balık ama bizim pek alışık olmadığımız bir tarz. Balıkların içlerini temizlemiyorlar ve öyle kurutuyorlar. Özellikle minicik balıkları ki yandaki fotoğrafta görüyorsunuz, kurutup çerez niyetine yediklerini görebilirsiniz. Aynı tarz balıklar barlarda da meze olarak geliyor. ben hayatımda bu kadar minik balığın yendiğini görmedim cidden, tadına da baktım ama sevmedim :)

Güney Kore'nin genelinde insanlar çok güzel ama bebek ve çocuklara ayrı yer ayırmak lazım. İnanılmaz tatlılar, bütün gezim boyunca çekebildiğim kadar çok çocuk fotoğrafı çekmeye çalıştım. O kadar tatlı ve şirinler ki, onlara bakmak ve sevmek büyük keyif. Avrupa ve Amerika'nın aksine burada bebeklerini sevmeniz onlar için bir gurur kaynağı oluyor, kimi çekmek istesem anında izin verip bir de teşekkür ediyorlar. Sanırım bu da kültürlerinin bir parçası.

Pusan'da çok fazla kalmadığımız için yazacaklarım bu kadar. Ancak yazın Güney Kore'ye giden olursa tavsiyem mutlaka bu şehire bir kaç gün ayırsın :) Asla pişman olmaz.

Sevgilerimle,
Haluk
21.11.2010 13:00

Güney Kore - Seri 1 : Genel Tanıtım

2 Kasım - 12 Kasım tarihleri arasında işim dolayısıyla Güney Kore'yi ziyaret etme şansı buldum. Şimdiye kadar yurt dışına bir çok ülkeyi  gezdim, ancak şunu itiraf etmeliyim ki en çok etkilendiğim ülkelerden birisi Güney Kore oldu. Dünyaya Hyundai, Kia, Samsung, LG gibi hem otomotiv, hem elektronik sektöründe devleşmiş kurumları kabul ettirdiğini düşünürsek ne kadar başarılı bir ülke olduğunu anlamamız yeterli olur. Yüzölçümü olarak Konya'dan biraz büyük olan Güney Kore'de yaklaşık 50 Milyon kişi yaşıyor. Başkenti Seul. En gözde kenti ise Pusan.

Benim seyahatim ağırlıklı olarak Güney Kore'in merkezinde yer alan ve Güney Kore'nin üçüncü büyük şehri olan Daego'da ( Taego ) geçti. Ancak hem Pusan'a, hem Seul'a da vakit ayırma şansım oldu. Bu yazımda genel olarak Güney Kore'den bahsedeceğim, sonraki yazı dizilerimde sırayla Daego, Pusan ve Seul'ü anlatacağım. Şimdi anlatacaklarım genel bilgileri içerecek, para biriminden yemeklerine, ulaşımdan turizme kadar görebildiklerimi anlatmaya çalışacağım. En azından iş veya tuıristik açıdan Güney Kore'ye ilk defa gidecek olan arkadaşlarıma faydası olacağını ümit ediyorum.

Önce biraz tarih diyorum, çünkü en sık sorulan soru Kore deyince Güney Kore'mi, Kuzey Kore'mi oluyor.

Ayrıca bir çoğumuzun genel olarak bildiği ama detaylarını çok iyi bilmediği Güney Kore - Türkiye yakınlaşması ve Kore şehitlerimizi de içeren tarih bilgisi vereyim. Sonuçta Güney Kore'de Türklerin neden bu kadar sevildiğini, Türkiye deyince gerçekten ne kadar sıcak davrandıklarının ana sebebi bu tarihe dayanıyor.

1950 senesinde başlayan savaştan önce Kore çok sıradan ve cahil bir ülkeydi. Japonya'nın kontrolünde olan Kore, 1945 yılında 2. Dünya savaşı bitip Japonlar teslimiyetinden sonra ABD  ve Rusya arasındaki anlaşmazlık nedeniyle ikiye bölündü ve her iki taraf Kore'yi paylaştı. Kuzey Kore Rusya, Güney Kore ABD taraflı hükümetlerini kurdular.Daha sonra Çin'İn de devreye girmesi ile 1950 yılında başlayan savaş, 1953 yılında bitti. Bu savaşta 3 milyon Kore'li hayatını kaybetti. O sırada NATO'ya girmek isteyen Türkiye'de, bu savaşa asker yolladı ve Türkiye Güney Kore için savaşta yer aldı. 734 şehit, 2.000 yaralı veren Türkiye bu yüzden Güney Kore'de kardeş olarak anılıyor ve çok seviliyor.

Ekonomisine gelince, çok güçlü bir ekonomisi olduğunu söylemeliyim. Daha önce söylediğim gibi bir çok sektörde lider markalar yaratabilmiş bir ülke, düşünün 1954 senesinde savaş bitmiş, milyonlarca ölü, harap olmuş bir şehir ve tam 56 yıl sonra Dünyaya kafa tutan Samsung, LG gibi elektronik, Hyundai, Kia gibi otomotiv sektöründe devleşmiş firmalar yaratabilmişler. Bunların yanında müthiş çalışkan olduklarını eklemeliyim,

Para birimleri WON. Şöyle söylersem bundan sonra daha rahat anlarsınız, 1 ABD Doları yaklaşık 1.080 Won, yani neredeyse 1.000 Won, 1 Dolar. En büyük paraları sanıyorum 10.000 Won, varsa bile ben daha büyüğünü görmedim.

Ulaşım büyük şehirlerinde metrolar var. Seul özellikle bu konuda çok gelişmiş, Pusan ve Daego'da da metroları var. Mesela Daego'da iki hat çalışıyor ama merkezi olarak neredeyse tüm şehire hakim durumda.  Metrolarda kore lisanı yanında ingilizcede durak isimlerinin anonsu yapılıyor, metro haritalarında da ingilizceleri bulunuyor. Metro fiyatları 1.100 Won, bizdeki gibi sanıyorum bir saat içinde hatlar arası transfer yapabiliyorsunuz.
Taksiler çok pahalı değil, 2.200 Won'dan açıyorlar genelde ama çok uzak mesafelere gitmiyorsanız 4.000 ile 10.000 Won arasında fiyatları değişiyor. Şehir içinde gezmeniz için kafi, Daego'da taksi ve metro rahat çünkü çok fazla bir turistik yerleri ve trafiği yok ama Seul'daysanız taksiye binerken bir kaç kez düşünün derim. Metro her zaman daha avantajlı olacaktır. Otobüslerde ise bilet 1.000 Won, oldukça sık ve çok otobüs var ancak dediğim gibi özellikle Seul'da taksi ve otobüsten ziyade metroyu seçmeniz daha mantıklı olur.

Trafik açısından benim şimdiye kadar gördüğüm en zorlu trafik diyebilirim. İstanbul trafiğinden yakınanların Seul'ü görmelerini gerçekten isterdim. Yollar 6 şerit geliş, 6 şerit gidiş olmasına rağmen inanın çok uzun kuyruklar oluşuyor. Bu da gayet normal sanırım, minicik bir ülkedeki araba sayısı o kadar fazla ki, buna taksi ve otobüsleri de eklerseniz ne demek istediğimi anlarsınız. Benim Bangkok'tan sonra gördüğüm en kötü trafik diyebilirim.

Yemek konusuna gelince, benim en çok zorlandığım ülke oldu. Kore Barbeküsü olmasa aç kalabilirdim :) Cidden bir çok yemeklerini yiyemedim, yemek kültürleri oldukça farklı, deniz ürünlerinin yanı sıra bir çok şeyi sağlık açısından çiğ veya haşlama yiyorlar. Et ve Balık üstüne yoğunlaşmış bir yemek kültürü var, demin dediğim gibi bir çok farklı ot ve ot benzeri şeyler de var. Tatmayı çok istediğim halde ki bir kaç denememden sonra vazgeçtim, ben yiyemedim ama bu kötü tatları olduğu anlamına gelmesin, sonuçta beraber gittiğimiz arkadaşım bir çoğunu gayet lezzetli bir şekilde tattı ve çokta beğendi.

Lokantalarına ve özellikle Barbekü kısmına değinmeden geçemeyeceğim, Korean Barbekü dedikleri ve hemen hemen her lokantasında yer alan bir sistemleri var. Mangalınız masanızda oluyor, üstten borular ile davlumbazları geliştirmişler, aynı zamanda aşağıya da dumanı çeken bir sistem kurmuşlar. Etler genelde dana oluyor ve nasıl isterseniz size hazır kesilmiş halde geliyor, siz kendiniz pişiriyorsunuz. Bütün verilirse et siz kendiniz kesiyorsunuz . Bunun yanında soğan, sarımsak ve mantar gibi çiğ sebzelerde geliyor, onları da mangalda kendiniz pişiriyorsunuz. Çok keyifli ve zevkli bir mangal keyfi olduğunu söyleyebilirim, kaldığım 10 günün 8 gününde et yedim diyebilirim :)

Alkol olarak burasının favori içkisi SOCU, bizim sulandırılmış votkaya veya Japonların Saki'sine benzeyen bir içki. Yanında bira da geliyor. Socu, tekila veya votka gibi sek içilen ve minik bardaklarla içilen bir içki, alkol oranı biraz yüksek. Burada en önemli husus, Kore'de hiç kimse kendi içkisini kendisi koymuyor, bu kültürlerinde şanssızlık olarak görülüyor. Birisi sizin kadehinizi dolduruyorsa, sizin veya masadan bir başkasının onun kadehini doldurması bekleniyor. Bir üst amirinizle yemeğe giderseniz de içkinizi hafif başınızı sağa veya sola döndürerek içkinizi fondip yapıyorsunuz, bunu da saygı olarak görüyorlar, hani sanki içtiğinizi görmesin gibi :)

Uzak Doğuluların geneli gibi burada da Karaoke başlı başına bir  eğlence. gece hayatı içinde önemli bir yer tutuyor. Bir çok kişi yemek sonrası Karaoke barlara gidiyor. Eğlence olarak Cafeler, Barlar ve Night Club'lar var. Night Club'lar bizim diskolar tarzında, hemen size kocaman bir meyve tabağı geliyor. Üç tane bira geliyor yanında ( isteyen viski alabiliyor ama fiyatları tabi pahalı ). 3 bira ve meyvenin size maliyeti yaklaşık 40.000 Won. Büyük olanların da genelde canlı performansta oluyor. Buralarda da karaoke var ama tabi ücret ve politikaları biraz farklı :)

Din olarak bayağı şaşırdığımı söylemeliyim, ben tamamen Budizmi benimseyen bir ülke olduğunu sanıyordum ama sonrasında öğrendim ki hiristiyanlık burada hızla kabul edilen bir din olmuş, Budizm daha azınlıkta kalmış.

Yine de bir çok tapınakları var ama hatırı sayılır kadar kilise ve manastır da var. Bir çok kişi hiristiyanlığı tercih etmiş. Yine ben ne olduğumu bilmiyorum, ikisine de ne yakınım ne uzak diyen bir kitle de var.

Nüfüs olarak çok genç bir ülke, doğum kontrolünü en iyi uygulayan ülkerlerden birisi olarak tanınıyor. Öyle tek katlı veya lüks evleri yok, büyük çoğunluk 20 30 katlı sitelerde yaşıyor, bizim Ataşehir'i düşünün, onun gibi 50 100 tane daha sitenin yan yana getirildiğini düşünün, öyle bir yerleşim var. Ancak daireler öyle minik değil, ortalaması 100 metrekare, yani boyca uzunlar ama daireleri son derece rahat ve konforlu. Depremi sorduğumda, şimdiye kadar Kore'de hiç deprem olmamış, o yüzden bütün binalar minimum 20 30 katlı.

Bizim Salı veya Cumartesi pazarı tarzında pazarları hafta sonu kuruyorlar, bunun yanında sürekli açık bizim Mahmutpaşa benzeri pazarları da var. Pazarda her şeyi bulabiliyorsunuz, ağırlıklı olarak balık ve sebze ürünleri satılıyor ve oldukça ucuz. Ancak yabancı birisinin yanında tercüman olmadan gidip o pazardan bir şey alması biraz zor, çünkü özel yapılmış bazı şeyleri var ki ne olduğunu bile anlayamıyorsunuz. Benim en çok şaşırdığım kurutulmuş yiyecekler oldu, mesela balıkları temizlemeden yiyorlar, öylece kurutuyorlar, o yüzden ben çok sevmeme rağmen Güney Kore gezimde hiç balık yiyemedim :)

Hayran olduğum bir başka özellikleri ise milliyetçilikleri oldu. Otomotiv sektöründe bu kadar ileri giden Hyundai ve Kia gibi iki markayı neredeyse tüm Dünya'ya satan Kore'de, yabancı marka araba görmeniz neredeyse imkansız. Hemen hemen herkes Güney Kore arabası kullanıyor. Mercedes, BMW gibi arabaları görmeniz çok çok zor. Koskoca şirket sahipleri, Genel Müdürler, Şirketler neredeyse tamamı ya Kia ya Hyundai kullanıyor. Yine aynı şekilde yabancı marka Bilgisayar, Televizyon, Buzdolabı  gibi ürünlerin neredeyse tamamı ya LG, ya Samsung. Yalnız beni en çok şaşırtan buradaki IPHONE kullanımı oldu, gördüğüm herkesin mutlaka bir GSM telefonu bir de Iphone'u var.

Önemli bir not, cep telefoınunuz triband değilse burada kullanamıyorsunuz. Benim telefonum Samsung Dual Band idi o yüzden çalışmadı ama arkadaşımın Blackberry'si problemsiz çalıştı. O yüzden buraya gelirken hazırlıklı gelmeniz de fayda var. En çok kullanılan yöntem havaalanından cep telefonu kiralamanız. Ben öyle yaptım, bir Iphone kiraladık ve ben seyahatim boyunca Iphone'u lokal bir numara ile kullandım. Bu yöntemi tavsiye ederim.

Şimdilik Güney Kore hakkında vereceğim bilgiler bu kadar, bir sonrakinde Pusan, sonra Daegu ve en son Seul hakkında turistik bilgiler vereceğim. Umarım keyifle okursunuz.

Sevgilerimle,
Haluk
21.11.2010 12:30