24 Eylül 2011 Cumartesi

1 Milyon Çocuk Burada!




Türkiye’nin en çok tercih edilen çocuk ve gençlik portalı Tipeez.com, iki yıldan kısa bir zamanda 1.000.000 üyeye ulaştı!

Her hafta birbirinden çeşitli aktiviteleri ve eğlenceli sürprizleriyle dijital neslin nabzını tutan Tipeez, hem 18 yaş altı çocuk ve gençlerin, hem de ebeveynlerin ilk tercihi olmayı sürdürüyor. Üyelerinin yaratıcılıklarını ve ifade yeteneklerini geliştirmeye yönelik ödüllü yarışmaları, eğlenceli oyunları sayesinde portal, kısa sürede tam 1.000.000 çocuğun uğrak yeri haline geldi. Gece 22:00’de kapanan sohbet odaları, deneyimli moderasyon ekibi, ebeveyne kontrol yetkisi sağlayan özel sistemi, kaba ve müstehcen konuşmalara izin vermeyen patentli programıyla Tipeez.com’da, birbirinden farklı birçok güvenlik önlemi mevcut.

Çocuk ve gençlere, özenle tasarlanmış güvenli bir ortamda bilinçli internet kullanımı tecrübesi yaşatan portalda sürekli güncel haberlerin yayınlandığı bir haber kanalı da mevcut. Bu haber kanalı aracılığıyla Tipeez, üyelerine haber okuma alışkanlığı kazandırmakla kalmıyor, aynı zamanda gündemdeki gelişmeleri yorumlamaya ve sorgulamaya da teşvik ediyor.

Siz de geç kalmadan Tipeez Dünyası’nı keşfetmek için tıklayın!


Bir bumads advertorial içeriğidir.

JULY ( Temmuz ) ve Jül Sezar'ın hayatı - ROME

Uzun zamandır stoğumda duran ve geçen gün seyredip tamamladığım bir dizi ROME.

Öncelikle henüz seyretmemiş olanlar varsa tavsiyem bir an evvel alıp seyretmeleri, gerçekten muhteşem bir dizi. Çekimleri, sahneleri, oyuncuları, kurgusu ile muhteşem diyeceğim. Tabi aynı fikirde olmayan arkadaşlarım olabilir, sonuçta dizilere, filmlere herkes farklı bakış açıları ile bakıyor. Kimi profesyonelce değerlendiriyor, kimisi de benim gibi amatörce.

Dizi aslında 2 sezon ama Türkiye'de sadece birinci sezonu gösterilmiş. Golden Glove ve Emmy ödülleri dahil bir çok ödüle aday gösterilmiş. Ben de henüz 1. sezonu izledim, ikinci sezonu henüz izleyemedim ama mutlaka alıp seyredeceğim.

Aslında burada Diziden bahsetmeyeceğim, ben genelde bu tarz tarihi dizileri seyrettikten sonra Google'dan mutlaka o tarihi dizi ile bilgi topluyorum, aslında öğrenciyken öğrenip sonrasında unuttuğumuz veya bilmediğimiz o kadar çok şey öğreniyoruz ki bu dizilerden. Aynı yorumu geçen gün Pınar, Muhteşem Yüzyıl dizisi için yaptı. ben seyretmiyorum o diziyi, Pınar ise izliyor, o dönem ait o kadar çok şeyi bilmediğimizi o anlatırken fark ettik.

Neyse gelelim biz Rome dizisine veya Rome tarihine. Sanıyorum haklarında en çok film çekilen tarihi kişilerden birisi Jül Sezar'dır ( Julius Caesar ). Bir diğeri de Kral Arthur diye düşünüyorum. Jül Sezar'ın yaşamı, yaptıkları, savaşları, aşkları hep önemli olmuş, Dünyanın en etkili insanlarından birisi olarak yaşamış, Kleopatra ile olan aşkı dillere destan olmuş. Roma Cumhuriyetini yıkıp, yerine Roma İmparatorluğunu kurmuş.

Sezar'da bir çok diktatör, imparator gibi savaşlarda gösterdiği başarısıyla öne çıkmış, senelerce Roma'dan uzak kazandığı savaşlar sayesinde askerlerin en sevdiği komutan olmuş, bunun yanında siyaset yapmayı öğrenerek Roma Cumhuriyetine karşı verdiği savaşı kazanmış ve Dikatörlüğünü ilan etmiş. Yanında yer alan Brutus ve en güvendiği komutanı Mark Antony ile senatoyu kurmuş, ama sonra da aynı senatoda yer alan Cumhuriyetçiler tarafından öldürülmüş birisi. " Sende mi Brutus " repliğini bilmeyen yoktur sanırım.

Hayatı gerçekten bu kadar renkli ve aksiyon dolu bir imparator kaç tane vardır bilmem. Mısır'a gidip Kleopatra ile birlikte olması ise romantizm hikayelerine esin verdiği kadar, erotizme de yön vermiş. Ama Kleopatra ile hiç evlenmemiş. Onu Mısır'ın başına geçirip, Roma'ya döndükten sonra bile gizli gizli yaşamış aşkını.

Benim en çok şaşırdığım ve bilmediğim kısım ise, Gregoryen takviminin 7ayına Sezar'ın onuruna "July" (Latince Iulius'tan türetilmiştiradının verilmiş olmasıydıbugün bildiğimiz JULY adı Sezar'dan gelen bir takvim ayı ve onun adını almış olmaı ilginç geldi bana.

Tarihteki olayların, kişilerin yaşamlarından dizi yapılmasını şiddetle destekliyorum, bilmediğimiz, unuttuğumuz o kadar çok şeyi öğretiyorlar ki, hatta bence bu dizilerin bazı bölümleri o sıkıcı tarih kitapları yerine, çocuklara görsel bir şekilde anlatılsa eminim çok daha faydalı olur diye düşünüyorum. O çocuklar bu dizilerde  yaşanan olayları çok daha merak edip, elimizdeki internet kütüphanesi sayesinde çok daha hızlı öğrenebilirler.

Sevgilerimle,
Haluk
24.09.2011 12:30

10 film ...10 yorum ...

NEDİMELER  

Keyifli bir film olabileceğini düşünerek, hele ki DAMAGES dizisinde rol alan Rose Byrne'nın adını gördüğümde kesin güzeldir diye aldığım ve müthiş bir hayal kırıklığı yaşadığım bir film oldu.

Çok kötü mü derseniz değil belki ama yine de çok daha başarılı espriler bekliyordum. Sonuçta sabun köpüğü gibi, bir kaç güzel sahne ve espriden ibaret bir film, bittiğinde aklınızda kalan bir şey olmuyor, hani seyretseniz de olur, seyretmeseniz de.

Konusu; iki samimi arkadaştan birisinin evlilik kararı alması ve nedime seçiminden sonra başlarına gelen olaylar.

LARRY CROWNE 

Hayal kırıklığının doruk noktası sanırım bu film. Önce baş roldeki iki oyuncuya bakalım, birisi Tom Hanks, diğeri Julia Roberts. Hani nasıl bir film beklediğimizi anlatmaya gerek yok. Film başlıyor, tamam şimdi güzelleşecek, şimdi bir şeyler daha farklı olacak diye beklerken film bitiyor.

Tom Hanks'in de, Julia Roberst'ın da şimdiye kadar seyrettiğim en kötü filmi herhalde. Ben bu filmin bütçesini çok merak ettim. Çekim deseniz yok, konu deseniz son derece basit, oyunculuk yeteneklerini sergiledikleri bir tek sahne yok. Neden çekilmiş ve bu iki muhteşem oyuncu bu filmde neden oynamış anlayamadım.

BABAMIN PENGUENLERİ 

Jim Carrey'nin son filmi, açıkçası eski tadını bir türlü yakalayabildiğine inanmadığım bir oyuncu Jim Carrey, ancak yine de eski filmlerine göre bu daha güzel olmuş. Komedyen değilim o yüzden Drama, Romantik, Aksiyon oynayan Jim Carrey'nin gördüğüm kadarıyla komediden başka şansı yok.

Filmin konusu güzel ama tabi bir çok sahnesi saçmalıklarla dolu, tabi filmdir, senaryodur ama hani konuya göre bazı mantıklı şeyler olmalı, kurgu-bilimde ki anlıyorum ama normal yaşamda yaşanıyor gibi geçen sahnelerdeki saçmalıkları anlayamıyorum. Neticede sıkılmayacağınız bir film ama yine de çok başarılı bulduğumu söyleyemeyeceğim.

PAGE EIGHT 

Çok beğendiğim bir film oldu, zaten bu Rachel Weisz'i son zamanlarda çok seyrediyorum. Filmlerini çok beğeniyorum, onun yanında büyük usta Bill Nighy de oynuyor. İkisi de bu tarz aksiyon-casus filmlerinde çok başarılı oluyor.

Bu da öyle bir film, filmde ki bir başka sürpriz isim ise Ralph Fines. Konusu; İngiltere Başbakanının da haberdar olduğu ve Amerika CIA tarafından hazırlanan bir rapordan haberdar olan  İngiliz Haber Örgütü ile İngiltere Hükümetinin arasında geçen olaylar çok güzel işlenmiş. BBC tarafından çekilmiş, keyifli bir casus filmi, tavsiye ederim.

ENTITLED  

Son günlerde Rachel Weisz gibi, seyrettiğim filmlerin bir çoğunda yer alan bir başka yıldız Ray Liotta. Müthiş bir karakter oyuncusu, genelde kötü adam rolünde oluyor ve gerçekten rolünün hakkını veriyor. Entitled oldukça keyifli bir film, ben çok beğendim, hani film başlar, siz kafanızdan bir kurgu  kurarsınız ve o şekilde gittiğini düşünürsünüz, bu film o kurgunuzu biraz bozuyor, tahmin ettiğiniz şeyler pek tahmin ettiğiniz gibi gitmiyor.

Konusu; parasızlıktan annesin ilaçlarını alamayan bir gencin, babaları zengin 3 genci kaçırarak fidye istemesiyle başlıyor ve sonra farklı bir şekilde ilerliyor, tavsiye ederim, güzel bir aksiyon filmi.

PERFECT HOST  

Çok keyif aldığım bir film oldu, Entitled için ne dediysem bu film içinde aynısını söyleyeceğim. keyifli ve hareketli bir film. Mutlaka seyredin derim, Konusu; banka soyguncusunun bir eve misafir gibi gelmesiyle başlayan olaylar zinciri, ev sahibinin rehine alınması ve sonrasında gelişen olaylar keyifli bir şekilde anlatılmış. Sıkılmadan izleyebileceğiniz bir film olmuş, bu arada David Hyde Pierce'ın oyunculuğunu da çok beğendiğimi ifade etmeden geçemeyeceğim. Tam bir karakter oyuncusu.

İSYAN  

Yine Ray Liotta'nın oynadığı filmlerden bir tanesi ama bu filmin oyuncu kalitesi çok üst düzeyde. Charlize Theron, Martin henderson, Andre Benjamin gibi oyuncular yer alıyor. Aslında bugün benzerini bir çok ülkede gördüğümüz hatta bazen kendi ülkemizde de yaşadığımız olaylar. Dünya Ticaret Organizasyonu, G20 gibi ülke politikalarını yönetenlere karşı verilen gösteriler ve bu gösterilerin organizasyonu anlatılıyor.

Bu insani kampanyaların, protesto gösterilerinin asıl provakasyonlar ile isyan haline dönüşebileceğini anlatıyor. Çok başarılı buldum, kesinlikle tavsiye ederim.

RED STATE  

Bugün bizim ülkemizde yok ama Amerika'nın başında olan sorunu dile getirmek için çekilmiş bir film, belki gerçeklerden esinlenmişlerdir bilmiyorum açıkçası. Eşcinsellere, fahişelere karşı örgütlenmiş, dini kendilerine alet ederek komünler kurarak bu insanları öldüren bir grubun macerası.

Aslında bayağı etkili çekilmiş çünkü benzeri olayları çoğu zaman haberlerde seyrediyoruz. Çekimler çok kaliteli değil ama oyuncular ellerinden geleni yapmış, dört dörtlük bir film diyemem ama seyredilebilir derim.

THE RIVER MURDERS  

Yine Ray Liotta'nın başrolde olduğu yanında yine usta Christian Slater'ın yer aldığı bir seri cinayetler filmi. Oldukça güzel işlenmiş, oyuncular çok iyi ve konusu ve sonucu öyle olay tahmin edilebilir bir konu değil. Güzel kurgulanmış. Film, bir şehirde arka arkaya işlenen cinayetleri içeriyor, ancak cinayetlerin tek ortak noktası, öldürülen kadınların hepsinin o şehrin dedektiflerinden birisinin yaşamına girmiş olması. Dedektif hem kendisini, hem geçmişini araştırırken bir taraftan da FBI'ın kendisini suçlu olmadığına inandırması ile geçiyor. Başarılı bir aksiyon filmi, tavsiye ederim.

KADIN İSTERSE  

Bu filmi buraya almamın sebebi, aman oyuncu kalitesine bakarak alıp seyretmeyin diye olabilir ancak. Filmin sonunu getirmediğim enderdir ama inanın bu filmin sonunu bekleyemedim.

Oyunculara bir bakın; Catherine Deneuve, Gerard Depardieu. Bu ikisini görmek bile bu filmi seyrettirir diye düşünebilrsiniz, hiç olmadı hadi bazı sahnelerinde gülebilirim diye düşünebilirsiniz ama öyle değil, inanın son zamanlarda bu kadar sıkıcı bir film seyretmedim. O yüzden beğendiklerimin yanında, beğenmediklerimi de size bildirmek istedim.
Sevgilerimle,
Haluk
24.09.2011 11:30

Kadına şiddet ..Cinayet..Peki ama suçlu kim?

Kim ne derse desin, bugün en önemli problemlerimizden birisi KADINA uygulanan ŞİDDET. Milyon kerede yazılsa, sosyal kuruluşlar yürüse, Devlet açıklamalar yapsa da gün geçmiyor ki Kadına uygulanan Şiddet ve bu şiddetin getirdiği cinayetler bitmiyor. Bizlerse sadece yazılı ve görsel medyaya yansıyanlara bakarak bunu anlayabiliyoruz. Halbuki, bunun onlarca katı yaşanıyor yurdumuzda ve bu azalmıyor.

Bu konuda onlarca köşe yazarı yazı yazdı, danışma hattı kurdular, televizyonda yüzlerce program yapıldı, sosyal dernekler, kuruluşlar yürüyüşler yaptı AMA sonuç YETERSİZ.

Gün geçmiyor ki gazetelerde veya televizyonda benzeri bir olay yaşanmadı diyelim.

Bakın size öldürülen kadınlarımızın sayısını vereyim : 2002 / 66, 2003 / 83, 2004 / 164, 2005 / 317, 2006 / 663, 2007 / 1011, 2008 / 806, 2009 / 953, 2010 yılına ait olanı sanıyorum 800 civarı, 2011 yılını da hepimiz takip ediyoruz. Bu rakamlar erkekler tarafından çeşitli nedenler ile ödlürülen kadınlar.

Bu yazıyı neden yazmaya karar verdim?

Dün okuduğum bir haber üzerine yazmak istedim, benzerini yüzlerce kez okuduğunuz bir haber bu da, AMA burada bu kadını kimin öldürdüğünü ve bu işin sorumlusunun kim olduğunu anlayabilmek istedim. Gerçekten bu cinayet bu adamın bir eseri mi, yoksa sorumlu başkaları var mı?

Acaba bu olaylar önlemek için hep EĞİTİM diye bahsederken, eğitimden önce başka şeyleri düzeltmemiz gerekmiyor mu?

Bir kadın, 42 yaşında, 23 senelik evli, eşi 46 yaşında bir adam, serbest meslek sahibi. Sürekli dayak yediğinden şikayet ederek evi terk ediyor ve ailesinin yanına yerleşiyor ve kocasına boşanma davası açıyor. Ancak eşi boşnamyı kabul etmiyor ve zaman zaman eşi ile görüşerek barışmak için ikna etmeye çalışıyor.

Buraya kadar hangimiz itiraz edebilir, bir çoğumuzun başına benzer olay farklı durumlarda da olsa gelmiyor mu? Anlaşamayan, darp gören evli çiftlerin başvurduğu medeni bir yol değil mi? Ayrılan kişi, seven kişi, ayrılmak istemeyen kişi bu mücadeleyi verecektir, her zaman bir umut vardır mantığı ile hareket eder kişi, o yüzden de ayrılmak istemiyorsa barışmak için tüm yolları dener. O yüzden buraya kadar olan kısım da ben bir anormallik görmüyorum, ama devam edelim...

Daha sonra adam eşini eve çağırıyor, evde mutfaktan aldığı bıçakla kadını öldürüyor ve sonra gidip teslim oluyor.

Bu şekilde bakınca, adam barışmak istedi, kadın barışmadı, adam cinnet geçidi ve öldürdü gibi bakarsanız, bir cinayet gibi duruyor değil mi? Hani kızdı, kendinden geçti, çok seviyodu, vesaire vesaire vesaire ve adam cinayet işledi, kadın öldü, adam hapse girdi. Bir CİNAYET davası yani.

Ama devamını size anlattığımda göreceksiniz ki, bu basit bir cinayet davası değil, bakın neden öyle düşünüyorum.

Kadın öldürülmeden 6 ay önce eşini 3 kez polise şikayet ediyor.2 kez hakaret, 1 kez tehdit ve 1 kez de eşe kötü muamele yapmak suçundan GÖZALTINA alınıyor, ama NÖBETÇİ MAHKEME tutuksuz yargılanmak üzere tahliye ediliyor. Ağır Ceza'da adamın hakkında 3 ayrı dava açılıyor, AMA delil yetersizliğinden serbest kalıyor.

Şimdi siz söyleyin bana, bu kadını gerçekten Adam mı öldürdü? Kadın bu ölümü hak etti mi? Adam ve KAdın için kim ne yaptı? Delil yetersizliğinden serbest kalan bu adam, acaba bir şekilde mahkum olsaydı ve hapse girseydi, o ortamı yaşasaydı belki bunu yapmayacaktı.

Sonuçta söylemek istediğim, adamın bu cinayeti işleyeceğini, yapılan bu şikayetleri inceleyen hukuk sistemimizin yapabileceği bir şey gerçekten yok muydu? Bu bir cinayet ise, o kadın öldükten sonra onun bu davalarını inceleyen tüm polis teşkilatı ve hukuk sisteminin bu olayda hiç mi kusuru yok?

Dediğim gibi, sadece EĞİTİM ile düzeleceğini düşünüyorsanız, bence yanılıyorsunuz, Hukuk ve Adalet sistemimizde değişiklik yapmadıkça üzülerek ifade ediyorum ki, bu cinayetler artarak devam edecektir.

Sevgilerimle,
Haluk
24.09.2011 10:30

16 Eylül 2011 Cuma

Cerrahpaşa'dan bir tavsiye .....

Hayatınızın değeri ne? Cidden bu sorumu bir kez daha düşünün, yanıtınız ne olur?

Sosyal paylaşım sitelerinde onlarca, yüzlerce güzel, değerli, anlamlı sözler paylaşıyoruz. Mutluluk adına, pozitif düşünce adına, yaşamdan tat alma adına bir çok söz, ama uygulamaya gelince bunların kaçta kaçını uyguluyoruz acaba?

Bugün Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastahanesi, Nöröradyoloji Bilim Dalında kız kardeşime Anjiyo yapıldı. Sabah 08:15'ten 14:30'a kadar oradaydık. Annem, babam ve ben ve tabi sevgili kız kardeşim.

Hayatından mutsuz olan, sevgili acısı çeken, parası olan, olmayan, yaşamından tat almayan arkadaşlarıma tavsiye ediyorum, fazla değil, sadece 1 günlerini gitsinler ve bu bölümde bir gün geçirsinler. 

Gördükleri karşısında acaba o akıllarını taktıkları, kendilerini yedikleri bitirdikleri problemlerinden hangileri akıllarına gelecek çok merak ediyorum.

Ben sadece bir gün bile değil, yaklaşık 6 saatte size neler gördüğümü anlatayım.

Sabah gittiğimizde bir bebek geldi, 1,5 yaşında, beyin kanaması geçirmiş, annesi babası perişan, anjiyo için bekliyordu. Daha sonra 25 26 yaşında aslanlar gibi bir delikanlı geldi, yürüyemiyor, arkadaşları ile maç yaparken beyin kanaması geçirmiş, kendinde değil, tek başına ayakta duramıyor, nasıl yakışıklı, nasıl güzler yüzlü bir genç, annesi ve babası birer kolunda, bırakın yürümeyi, kıpırdayamıyor. O da anjiyo için bekliyor.

Daha fazla karamsar bir tablo çizmeyeyim, gelen-giden hastalar. İşin ilginci bir çoğu GENÇ, yanlarında gelenler, refakatçı olanalar anneleri, babaları veya yakınları.

Şimdi düşünün, yaşamınızdaki en önemli şey ne? Gerçekten günlük uğraştığımız olaylar mı? Sevgilimiz, arkadaşlarımız, tuttuğumuz takımla ilgili mi sıkıntılarımız.

Bence, LÜTFEN kendinize dönün ve bir bakın. Sorun, dinleyin kendinizi,ve şu soruyu sorun kendinize, SAĞLIKLI MIYIM ?

Sağlığınız yerindeyse, Allaha şükür her hangi bir sorununuz yoksa yaşamınızdaki sorunları tekrar gözden geçirin, sağlınızdan daha önemli hiç bir şey yok. Dünya kadar malınız, sizleri seven milyonlarca insan olsa bile sağlığınız yerinde değilse size ne faydası var?

Yaşam bizlere sunulmuş bir armağan, nasıl yaşayacağımıza biz karar veriyoruz, ne kadar yaşayacağımıza değil, ama sağlığımıza verdiğimiz önem ile daha fazla yaşama şansımız var. Sağlığı yerinde olan insanların yaşamlarından tat almasını sağlayacak diğer faktörler her an değişebilir. Önünüzdeki engeller, sıkıntılar alacağınız haberler ile, karşınıza her an çıkabilecek fırsatlar ile değişebilir.

Ama sağlığınız bozuksa, bunların hiç birinden keyif alamazsınız.

Özetle sevgili arkadaşlarım, her şeyden önce sağlığınıza dikkat edin LÜTFEN, sağlığınız yerindeyse hayata bir başka gözle bakmayı deneyin, bakamıyorum diyorsanız, LÜTFEN dediğimi yapın, gidin bir hastahanenin ACİL bölümüne ve gelen gideni bir kaç saat seyredin. Oradan çıktığınızda hayatınıza bir başka gözle bakacağınıza eminim.

Sağlıklı bir yaşam dilerim.

Sevgilerimle,
Haluk
17.09.2011 15:35

14 Eylül 2011 Çarşamba

Istanblue Anlat Galası - Ghetto

Geçen hafta evde film seyrederken telefonum çaldı, tanımadığım bir numara, " Haluk Bey " dedi, " buyurun benim " dedim, " sizi " dedi " bu Cuma yapılacak olan ISTANBLUE ANLAT gecesine davet ediyoruz, çift kişilik davetiye göndereceğiz, katılmak ister misiniz? " Genelde böyle davetlere pek çağırılan biri olmadığım için şaşırdım, " memnun olurum " dedim " ama benimle ilgisini pek anlayamadım, neden ben " dedim, " e dedi siz de bir blogger'sınız, o yüzden çağırıyoruz."

Blogger !!

Blog yazmaya başlamadan ve hatta başladıktan sonra bile bu blogun bu kadar işe yarayacağını düşünmemiştim gerçekten. Son bir kaç etkinliğe katılmam tamamen blogum sayesinde ve tabi siz sevgili okuyan arkadaşlarım sayesinde, çünkü takip edilen bir blog olmasa zaten çağrılmazdım.


Istanblue Anlat galasına geçeyim, öncelikle FriendFeed'de çok fazla blogger olduğu için orada bir sorayım dedim, katılanlar var mı diye, bir kaç arkadaş geleceğini söyledi.

Yer GHETTO diye bir yer, bir çoğunuz belki gitmiştir ama biz ilk defa gittik, Nevizade'nin sonunda cadde üzerinde bir yer. Teras katını bar haline getirmişler, öyle çok büyük bir yer değil. dekorlar ve güzel posterler ile döşenmiş.

Istanblue Anlat temasını 3 farklı kategoride düşünmüş Istanblue ekibi. Fotoğraf, Blog ve Grafik dalında, yüzlerce yarışmacının yapıtlarını incelemişler. İlk 3 kişiye de güzel hediyeler dağıttılar. Organiazsyon çok güzeldi, pırıl pırıl insanlar son derece kibarca karşıladılar, gece yarısına kadar içilen her içki bedavaydı, sonrasında kalanlar ücret ödediler.

Pınar ile birlikte kapıdan girdiğimizde tanıdık kimse yoktu ama bir çok insan birbirini tanıyordu. Sanıyorum bu da blogger'lar gecelerine aşina olan insanların buluştuğu bir gece olmasından kaynaklanıyordu. Sonra yavaş yavaş  Friendfeed'de sohbet ettiğimiz bazı arkadaşlarımız gelmeye başladı. Sevgili Zeynep, daha sonra Harun, Uğur ve ilerleyen saatlerde Cihan ile Seviye geldi.

Bir ara gözüm Istanblue Müdürü Alper Beye takıldı, yanına gittim, teşekkür ettim böyle güzel bir gece ve daveti için, oldukça güler yüzlü ve hoş sohbet birisi Alper Bey.

Gece yarısı olmadan da çıktık geldik, buradan Istanblue ekibine başta Alper Bey olmak üzere teşekkür ederim, bunun yanında organizasyon çok başarılıydı, organizasyon ekibine de çok teşekkürler. Son teşekkür de barmen arkadaşıma, muhteşem karpuzlu votka ve sonrasında öğrettiği tonikli votka kokteyline teşekkür ederim.

Sevgilerimle,
Haluk
14.09.2011 11:00

9 Eylül 2011 Cuma

Hamile bir kadının hikayesi ......

Size bugün önce ANNE olmak, sonra da KARDEŞ verebilmek uğruna mücadele eden bir kadın arkadaşımın hikayesini anlatacağım. Benzer hikayeler mutlaka çoktur çevrenizde, arkadaşlarınız arasında. Benim uzun zamandır tanıdığım bu arkadaşımın hikayesi ve mücadelesi gerçekten beni çok etkilediği için kendisinden aldığım izinle hikayesini yazmak istedim.

Adını paylaşmayacağım, sonuçta adı önemli değil, burada vermek istediğim mesaj yaşam mücadelesi.

Arkadaşım bugün 39 yaşında, sevgili eşi ise 45. Allah daha uzun devam ettirsin 21 senelik mutlu bir evliliği var. 

Dolayısıyla hikayemize 21 sene öncesi ile başlıyoruz, yani sene 1990. Kadın 18, Erkek 25 yaşında. Bir AŞK evliliği. Ancak kadının reglleri çok düzensiz ve koyulan bir teşhis var, erken yumurta yetmezliği. Evlenmeden önce de bunu biliyor ve o zaman sevgilisi ile bu durumu paylaşıyor. Adam bu sorunu hiç dert etmiyor, arkasında, seviyor ve evleniyorlar.

Uzunca bir süre bir çok tedavi uygulanıyor ama fayda etmiyor, kadın hamile kalamıyor. Artık pes edip tedaviyi bırakıyorlar.

2002 senesinde, yani tam 12 sene sonra Kadın bir gün hamile olduğunu öğreniyor. Tedaviyi kestikten seneler sonra. Müthiş bir heyecan, coşkulu  bir sevinç.

Ve bir ERKEK çocukları dünyaya geliyor. Bugün 9 yaşına gelmiş bir delikanlı. Üstüne titrenilen bir delikanlı. Kadının ve Erkeğin dünyası, yaşamı, yaşama bakış açıları değişiyor doğan bu erkek çocuğuyla.

Bir başka çocuk düşünemiyorlar bile, çocuk büyümeye başlıyor, 5 6 yaşına geldiğinde KARDEŞ diye tutturuyor, ben KARDEŞ istiyorum diyor. Anne ve Baba şaşkın, zorluklarını bile bile, denemeye devam ediyorlar.

İlk hamileliğinin üstüne 7 sene sonra kadın tekrar hamile kalıyor, ancak bu seferki hamileliği ilk hamileliği gibi değil, çok zorlu geçiyor ve maalesef bebek 5 aylıkken erken doğum yaptırmak zorunda kalıyor ve bebeğini kaybediyor, moraller bozuluyor, üzüntü yaşanıyor.

Fakat Kadın vaz geçmiyor, moral bozukluğunu atlatıyor ve beş altı ay sonra tekrar hamile kalıyor, yine çok zorlu bir dönem, çok sıkı kontroller ama maalesef bu sefer düşük yapıyor. Yine üzüntü, can sıkıntısı, bozulan moraller. Kadın evine dönüyor, yaşama tekrar sıkı sıkı sarılıyor.

Dört ay sonra tekrar hamile kalıyor, bu sefer daha rahat bir hamilelik, erken doğum ve düşük yaptığı dönemlere göre daha keyifli, daha sancısız, daha problemsiz bir hamilelik. Ve şu anda doğuma 5 haftası kaldı, 5 hafta sonra bu kadar istediği ve yaşama karşı direndiği bebeğini Dünyaya getirecek. Oğlunun, eşinin, kendisin istediği bir kardeşi, ikinci bir yaşamı dünyalarına sokacaklar. Yeni gelen bebek bir KIZ :)

Allah sağlıklı bir doğum nasip etsin. Umarım problemsiz, sıkıntısız ve dediğim gibi sağlıklı bir süreç olur.

Bilmiyorum, sizler de benim kadar etkilendiniz mi, ya da yazarak sizlere o etkiyi verebildim mi? Bugün 37 ile 39 yaş aralığında üç kez hamile kalmak ve ilk ikisinde gerçekleşememesine rağmen yılmadan, ısrarla, hayatı pahasına bunu üçüncü kez yaşamak nasıl bir duygudur. Nasıl bir direniştir? Nasıl bir istektir?

Ayrıca arkadaşımın eşini de buradan çok tebrik ediyorum, günümüzde eşine bu kadar destek veren, başından beri eşini destekleyen, zor zamanlarında yanında olan kaç tane erkek kalmıştır cidden bilmiyorum. Onların sevgisinin yarattığı bu ortamda doğacak bebeklerin de şanslı olduğunu düşünüyorum.

Sevgili arkadaşım, şu 5 6 haftan da sağlıklı geçsin, güzel güzel doğumunu yap, sonra ben blogumdan bu güzellikleri yansıtayım tüm dostlarıma.

Sevgilerimle,
Haluk
09.09.2011 14:00

Doğada bir gün ...Okan Bayülgen

Geçen gün Friendfeed'de sohbet ederken, bir arkadaşımdan mesaj aldım, mesajda " Perşembe akşamı Okan Bayülgen'in yazıp, yönettiği DOĞADA BİR GÜN temalı filmin gösteriminin yapılacağı Kalyon'a çift kişilik bir davetiye olduğunu, gidip gidemeyeceğimi " soruyordu.

Pınar ile görüştükten sonra gideceğimizi bildirdim ve Kanyon'da Cinebonus'ta saat 19:00'da yerimizi aldık.

İşin içinde Okan Bayülgen varsa zaten kötü bir yapım beklemiyorduk ama umduğumuzun üzerinde keyifli bir gece oldu.

Öncelikle çok seçkin bir davet listesi hazırlanmış, gelenler son derece şık, karşılama gayet güzel, maalesef artık alkole izin verilmediği için herhalde alkolsüz meşrubat ve kokteyl yiyecekleri ile saat 19:30'a kadar oyalandıktan sonra filmin gösterimine geçildi.

Burada davetiyeyi okumamakla birlikte ben filmin DOĞA ile ilgili olduğunu düşünüyordum, film doğa ile  ilgili ama DOĞA KOLEJİNİN doğası ile ilgili. DOĞA Kolejinin bir tanıtım filmi olarak hazırlanmış. Önümüzdeki günlerde de piyasaya satışa sunulacak ve  bu filmden elde edilecek gelir Afrika'da kullanılmak üzere Türk Kızılay'ına bağışlanacakmış.

Okan Bayülgen kısa bir açılış konuşması yaptı " Galiba, siz ve ben hep birlikte aynı kulübe üyeyiz, Dünyanın en büyük kulübüne, anne baba kulübüne ".

Sonra amaçlarını anlattı ve filmin gösterimine geçildi.

Film Doğa Kolejine Ana Okulundan başlayıp, Üniversiteye kadar devam eden süreci, okulun şartlarını anlatıyor. Çekimler, röportajlar, çocuklar mükemmel. Önce biraz REKLAM gibi geliyor ama sonra bu filmin neden çekildiğini anlıyorsunuz.

Filmin amacı, DOĞA KOLEJİNİN geliştirdiği ve bugün tüm Dünyaya örnek olarak sunulduğu yeni bir eğitim sistemini anlatıyor. Dokunarak, görerek öğrenmek. Matematik dersinin, açıların dallar, yapraklar ile anlatıldığı, hayvanların yaşamlarının canlı hayvanlar arasında yaşanarak öğretildiği, binicilik dersinin müfredatın içinde yer alan bir ders olduğu, her çocuğun mutlaka el sanatlarında bir şeyler yarattığı bir okul.

Tamamen ingilizce, sadece çocuğun gelişimine önem verilen, zil saatlerinin olmadığı, kıyafet zorunluluğunun olmadığı, yüzme havuzlarından at haralarına, basket tenis sahalarından hayvan çiftliklerine kadar her şeyin çocuklar için var olduğu bir okul.

Peki başarı oranı?

İşte bu noktaya gelince, görüyorsunuz ki başarı oranı TÜRKİYE BİRİNCİLİKLERİ. Eğitim, spor, genel kültür alanlarında bir çok Türkiye Birinciliğini ele geçirmişler. Daha lisede t-MBA dedikleri LİSE MASTER programını uygulamaya koymuşlar.

Özetle, ben bir Türk olarak, böyle bir okulu görmekten, eğitim sistemini duymaktan çok gurur duydum. Bu başarı eminim bir çok diğer okula da sıçrayacaktır. Eğitim sistemlerimizin yenilenmesi ve bu yenilenmenin başarıyı nasıl getirdiği artık kanıtlanmıştır.

Tabi şimdi bu yazımı okuyan bir çok arkadaşım, bu okulların ÖZEL olduğunu ve parasından hiç bahsetmediğimi düşünecek. Açıkçası bilmiyorum ne kadar bu okula okumanın maliyeti ama şunu biliyorum, bizler çocuklarımız için her şeyi göze alıyoruz ve zaten harcıyoruz. Harcamaya olanağı olmayan arkadaşlarım için bir yorum da bulunamam, yokluğu bilirim ama hani olanağı olanlar varsa bence bu okulu gezmeden çocukları için bir karar vermesinler derim.

Sevgilerimle,
Haluk
09.09.2011 10:15

6 Eylül 2011 Salı

Çocuklarımızı pazarlık konusu yapmayalım ..

Bugünlerde sanırım tesadüfen çok fazla ayrılık konusunu işleyen filmler seyrediyorum, o da yetmiyor çevremde arkadaşlarımdan ayrılmak isteyenlerin arttığını görüyorum. Paylaşmak ister misin sorusuna da genelde olumlu yanıt alıyorum. İşin traji komik tarafı, filmlerde ki ayrılma nedenleri ile arkadaşlarımdan aldığım bilgiler neredeyse örtüşüyor.

Aslında dikkat ettim, sorun ayrılmak değil, çocukları olmayan insanlar çok daha hızlı ve kolay kararlar alıp ayrılabiliyor ve kolayca boşanabiliyor. Çocuk varsa büyük sorun. Bu noktada iki tarafta ne yapacağını şaşırıyor, iki tarafta kolayca ayrılığı kabullenemiyor, hatta bazılarında çocuk pazarlık aracı haline geliyor, hani çocuğu bana vermezsen boşanmam gibi.

Benim bahsetmek istediğim konu bu. Çocuklarımız biz boşanırken bir pazarlık aracı mı olmalı?

Şimdi burada çocuk veya çocukların yaş durumları tabi büyük önem taşımakta. O zaman yaş gruplarına göre bölerek bir analiz yapalım, bakalım gerçekten ilk düşündüğümüz gibi çocukların yaşlarının bu ayrılık ve boşanmalarda etkisi ne?

Kadın ile Adam evlendi, bir kaç sene sonra bir çocukları oldu, sonra mutsuzluk ve bir çok konuda anlaşamama, ekonomik sorunlar, cinsellik gibi bugün boşanmaya veya ayrılığa giden yola girdiler. Bir kere bir kadın ve bir erkek boşanma konusunu konuşmaya başladı mı, o evlilikte mutlaka sorun vardır, kadın da, erkek te bunu baştan kabullenmeli. Her iki taraftan biri dahi boşanmayı istiyorsa ve diğeri istemiyorsa aynı noktaya gelebilmeleri mümkün değil.

Bu arada bir de çocuk, diyelim ki çocuk 0 - 5 yaş arası olsun. Şimdi mantıklı baktığınızda 0-5 yaş arası çocuk için kimde kalmalı konusunu kimse tartışabilir mi? Ha anne ilgisizdir, çocuğa bakmakta yetersizdir, çocukla kalması çocuğun gelişimi açısından tehlikelidir, vs gibi nedenler yoksa, bu yaş grubunda hangi Baba çıkıp olsun ben bakacağım, benim annem bakacak deyip çocuğunu annesinden koparmak isteyebilir?  veya kadın vermemket direnirse, boşanmaya EVET, ama çocuğumu sana VERMEM diyebilir? Deniyor ...

5 - 10 yaş arası olsa çocuk, yani biraz daha bilinçli, bu nojta çok daha tehlikeli, artık çocuk evin içinde ne olup bittiğini, mutsuzluğu biliyor, kiminle yakınsa onu tercih edebilir ama onu bu tercihi kendisinin yapmasını bırakmak zorunda mıyız? Anne ve Baba medeni bir şekilde yan yana gelerek bu ayrılık olayını aşamazlar mı? Sonuçta kadın ile erkek bir arada yaşamayı terk ediyorlar, ne anne, ne baba asli görevlerini terk etmiyor, ama böyle mi oluyor, genellikle HAYIR? Ne oluyor, çocuğu bana verirsen boşan, ne halt edersen et ...

10 yaş üzerine bakalım, artık çocuk her şeyin bilincinde, evdeki kavgaları, anlaşmazlıkları, sıkıntıları neredeyse onlar gibi yaşıyor. Bu ayrılmada medeni olmadığında kim zarar görüyor? Ne kadın, ne erkek, hala çocuk zarar görüyor ve tek neden hala çocuk kimde kalacak kavgası.

Kısaca, anlatmaya çalıştığım şey, boşanmalarda ÇOCUK üzerine yapılan pazarlıkların hepsi SADECE o kişilerin kendi gururlarını kurtarmaktır, iki tane insanın MEDENİ bir şekilde ayrılamadığının göstergesidir. Anne ve Baba'nın asli görevlerini unutup kendilerini düşündükleri zamandır.

İki insan birbirini severek evlenirken nasıl ki o ortamda henüz olmayan bir çocuğun etkisi yoksa, ayrılırken de iki insan birbirine şans dileyerek ve Anne / Baba görevlerinin sonsuza kadar gideceğini düşünmek zorundadır. Çocuk yaşı kaç olursa olsun, asla pazarlık unsuru olmaz, olmamalıdır.

Ben çocuğumu düşünerek bu kararı uygulamaya çalışıyorum diyen anne ve baba arkadaşlarımı bir kez daha mantıklı görüşmeye davet ediyorum. Sadece şunu düşünün; bu çocuk sizin çocuğunuz, kaç yaşında olursa olsun, yaşadığı her anı anımsayacak, kavgalarınızı, geçimsizliklerini, belki şiddetinizi. Bu çocuk mutlu olacaksa, bu onun değil, sizin elinizde, ayrılmalarınızı medeni yaptığınız sürece çocuklarınızın geleceğini kurtarıyorsunuz.

Sevgilerimle,
Haluk
06.09.2011 15:00