29 Temmuz 2011 Cuma

Türkiye'nin teknoloji ekranı TeknoTV yayında!

Teknolojiyi her yönüyle, enine boyuna işleyen video kanalı TeknoTV, Hürriyet WebTV çatısı altında yayın hayatına başladı.

"Türkiye’nin teknoloji ekranı" sloganıyla yola çıkan bu kanalda, size oldukça fayda sağlayacak teknolojik püf noktaları yer alıyor. Ayrıca, internet kullanımıyla ilgili detaylı ipuçları, merakla beklediğiniz en yeni ürünlerin özel tanıtımları ve satın alma rehberleri PCnet Yayın Yönetmeni Erdal Kaplanseren ve Çağla Pınar Tunçel’in sunuculuğunda yayımlanıyor.

webtv.hurriyet.com.tr/teknotv adresinden ulaşabileceğiniz TeknoTV, her hafta onlarca video ile zenginleşerek yeni içerikler sunmaya devam ediyor.




Örneğin, günlük hayatınızın büyük bir kısmını bilgisayar başında geçiriyor ve bu süreçte eski sevgiliniz gibi kişilerle karşılaşmak istemiyorsanız bu videoyu mutlaka izleyin! Açıkladığımız yöntemi kullanarak görmek istemediğiniz kişi ve ona ait görmeye katlanamadığınız yorumları internetinizden tamamen bloklayabilirsiniz. Dilerseniz şimdi Erdal Kaplanseren’e kulak verelim:

Content on this page requires a newer version of Adobe Flash Player.

Get Adobe Flash player

26 Temmuz 2011 Salı

Keşke mi? İyi ki mi?

Bugün size KEŞKE ve İYİ Kİ lerden bahsedecğim.

Bütün KEŞKE’lerin altında geçmiş yok mudur? Zamanında yapmak istediğiniz ama çeşitli nedenler ile yapmadığınız, belki de yapamadığınız şeylere karşı duyduğunuz hissin dile getirilmiş halidir KEŞKE.

Ve dikkat ederseniz KEŞKE’ler hep umutsuzluk ve mutsuzluk anında kullanılır. Yaptığınız seçimler yanlışsa ve sonuçları sizin için hayal kırıklığı yaşattığıysa veya hala yaşatıyorsa, o ana döner ve KEŞKE dersiniz, KEŞKE farklı davransaydım.

Ben bu KEŞKE’leri çok seven birisi değilim, kolay kolay da kullanmam, KEŞKE aslında işin kolayına kaçmaktır diye düşünürüm.

Yaşanmışlıkları göz önüne getirip, eskiye dönmek çok kolaydır, hani videoda geri-sar-oynat gibi, bugün vermiş olduğunuz kararları sorgulayabilirsiniz, çok doğal ama unutmayın ki o günün şartlarında o tercihleri siz yaptınız ve ne yaşamayı planladıysanız onu yaşayacağınızı düşünerek yaptınız. Sonuçları sizin istediğiniz gibi olmadıysa da bunu yaşayarak öğrendiniz.

Farklı seçimler yapmış olsaydınız, bugün nerede olacağınızı nereden bilebilirdiniz? Böyle bir teknoloji yok, böyle bir olanakta yok. 

KEŞKE diyerek yaşamınızdaki geçmişe kızmak ve yaşadıklarınızdan kendiniz ve/veya başkalarını suçlamak ne derece doğru? Yaşamadığınız bir yaşamı yaşadığınızla mukayese edere kendi yaşam motivasyonunuzu negatif etkilemenin size ne faydası olabilir?

Geçmişten alınacak tek bir ders vardır, herkes hata yapar, o KEŞKE noktasını içimizde sorgulamayan yoktur ama bunu kendimizi üzüp, demotive edecek şekilde düşünmek yerine, ben hatalı karar veya kararlar verdim, bugün buradayım, aynı hataları tekrarlamamak adına neler yapabilirim demek daha doğru olmaz mı?

KEŞKE’lerin yerini İYİ Kİ’lerin aldığı bir yaşamın tadı çok farklı olacaktır, yaşamınıza bir bakın, inceleyin, göreceksiniz ki o kadar KEŞKE’leri yaşadığınız zaman diliminde ondan çok daha fazla İYİ Kİ’leriniz vardır.

Örnek mi; Bugün bir Anneye Babaya sorun, evliliği bozulmuş, boşanmışsa KEŞKE evlenmeseydim diye düşünebilir, ama o evlilikten doğmuş çocuk veya çocukları varsa her zaman İYİ Kİ diyecektir. İYİKİ evlenmişim de bu çocuklara sahip olmuşum.

Yaşamınızda İYİ Kİ lerin KEŞKE lerden fazla olması dileğimle …

Sevgiler,
Haluk
26.07.2011 13:00

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Özlemek ve Özlenmek ....

Duymayı en çok sevdiğimiz kelime veya cümlelerden bir tanesi sanırım " seni özledim " dir.

Özleme duygusu öyle bir duygudur ki, söyleyen kişiyi de, söylediğiniz kişiyi de mutlu eder. Annenizi, babanızı, akrabalarınızı, yanınızda değilse çocuklarınızı, sevgilinizi, karınızı, kocanızı, kankanızı, sevdiğiniz arkadaşlarınızı özlersiniz, bunu onlar ile paylaştığınız da onların sesini duyduğunuz da veya karşılaştığınızda yaşadığınız duyguyu tarif etmek çok zordur. Müthiş bir coşku yaratır sizde.

Özlem duygusunu kimi zaman da yaşadığınız şehirlere karşı yaşarsınız. Mutlu, keyifli yaşadığınız ortamlardan ayrıysanız, o yerler gözünüzde tüter. Hani insanların iner inmez toprağını öpeceğim dedikleri duygu her ne kadar mecazi de olsa, aslında içten içe gerçekleştirmek istediğiniz özlem duygusunun yansımasıdır. Gerçekten öpenler de olmuştur mutlaka.

Özlem duygusunun yarattığı pozitif enerji aslında dikkate alınması gereken bir durumdur. Özlem duygusu sevgiyi pekiştirir, o insan veya insanlarla olan duygusal bağınızın daha gelişmesini sağlar. O yüzden de dikkat edin, özlem duyulan sevgiler, aşklar aslında daha tutkulu ve daha uzun yaşanır. Özlem duygusunu yaşamadığınız kişilere bakın, yaşamınızda mutlaka geri plandadırlar.

Özlem duygusunun da iç dinamikleri farklı olmasına rağmen aslında duyulan bir iç sevgidir. Sevgilinize duyduğunuz özlem ile annenize duyduğunuz özlem belki farklıdır ama siz de yaratttığı veya yaratacağı mutluluk çok farklı değildir. Önemli olan sizin özlediğiniz ve özlenmiş olmanızdır. O kişiyle kurduğunuz sevgi bağıdır, bazen sesini bile duymak yeterli olur, bazen de saatlerce sarılıp bırakamazsınız.

Özlem duyuyor, özleniyorsanız mutlu olun, keyif alın, uzaktaysanız, birlikte değilseniz bile bu duygu sizi her zaman dinamik tutacak, özlediğiniz kişiler ile sevgi bağınızın hiç bir zaman kopmamasına neden olacaktır. Yaşamınızın bir parçası özlemlerle dolu olabilir ama unutmayın ki, bir gün o özleminiz bitecek, yeniden kavuşacaksınız.

Ben özlemeyi de, özlenmeyi de seviyorum. Özlediğiniz ve özlendiğiniz güzel bir dünyaya ....

Sevgilerimle,
Haluk
25.07.2011 11:30

Bizim de muayyen günlerimiz varmış !!!!

Bir yaşıma daha girdim.

Geçen akşam Pınar ile sohbet ederken, konu bir yerlerden kadınların muayyen günlerindeki değişimlere geldiğinde, Pınar, " e sizde de var ama farkında değilsiniz " dedi. Birden Nasıl Yani oldum, erkekte muayyen gün kavramı şimdiye kadar hiç düşünmediğim bir kavramdı.

Evet diye devam etti Pınar, sizde de var ama siz farkında değilsiniz. Bunu dedi OSHO'nun yazdığı kitapta okudum.

Konu ilgimi çekti, öyle ya bu yaşıma kadar duymadığım ve olmasına bile ihtimal vermediğim bir durum, sabah dedim araştırayım bakayım internette bu konu ile ilgili bilgi bulabilecek miyim?

Biraz evvel buldum o bilgiyi, gerçekten OSHO Bey bu konuyu işlemiş.

OSHO'nun Beden ile Zihni Dengelemek adlı kitabının 14. Bölümü İçine kapanık Hissetmek kısmında bu konu işleniyor. Linki vereceğim, oradan detayları okumak isteyen okur, ancak erkekler ile ilgili olan bölümü hiç dokunmadan aynen almak istiyorum.


Bugünlerde modern zihniyette – özellikle yeni nesilde – çok yanlış bir düşünce oluşuyor, buna göre insan hep açık, hep sevecen olmalı. Bu bir tür işkence, yeni bir baskı çeşidi, yeni moda bir şiddet yöntemi. Buna hiç gerek yok. Sahici bir insan güvenebileceğin insandır. Kederliyse gerçekten üzgün olduğuna inanabilirsin; o gerçek bir insan. Kapalı ise buna da güvenebilirsin. Bu bir meditasyon yöntemidir – kendi başına kalmak istiyordur. Dışarı çıkmak istemiyordur; iç muhasebe yapmaktadır. İyi! Gülüyor ve konuşuyorsa, ilişki kurmak, kabuğundan çıkmak ve paylaşmak niyetindedir. Böyle birine güvenebilirsin.
O yüzden zihninin bedenine bir şeyler dayatmasına izin verme. Bırak varlığın dilediğini yapsın ve beyin de ona hizmet etmekle yetinsin. Ama beyin hep yöneten olmak istiyor. Ben yanlış bir şey göremiyorum. Bu dönemi geçir ve yavaş yavaş her ay böyle olduğunu göreceksin. Birkaç gün çok açık olacaksın – birkaç gün de tamamen kapalı.
Bu kadınlarda erkeklerden daha belirgindir, çünkü kadınlar dönemsel yaşarlar. Aylık adet dönemleri yüzünden bedensel kimyaları yirmi sekiz günlük dönemlerden geçer. Aslında erkekler de aynı şeyi yaşarlar, ama onlarınki daha az belirgin olur, daha az göze batar.
Kısa süre önce bazı araştırmacılar erkeklerin de aylık dönemleri olduğunu ortaya çıkardı, ama bu gözle görünmez, çünkü kan akmaz. Yine de her ay dört gün için bir kadın nasıl çok düşük bir enerji seviyesi yaşarsa, bir erkek de aynı şekilde dört günlük düşük enerji durumu yaşar. Erkeklerde bu durum o kadar fiziksel, o kadar görünür değil; daha çok psikolojik bir durum – dıştan değil içten gerçekleşir.
Ancak ruhsal durumlarını takip edersen onları bir tabloya dökebilirsin. Takvimde not edebilirsin. Ben senin ve ruh halinin ay ile birlikte hareket ettiğini hissediyorum, o yüzden aya göre nasıl davrandığını izleyip ilişki kur. En az bir iki ay takvime not alırsan ruh halini tahmin edebilir hale geleceksin. O zaman bunu kullanarak yaşamını planlayabilirsin.
Dostlarınla buluşacaksan bunu asla kapalı olduğun dönemlerde yapma; açıkken buluş. Ama bunda yanlış bir şey yok; bu doğal bir süreç, hepsi o.
http://www.gelisimdunyasi.com/belirtiler-ve-cozumler-14-icine-kapanik-hissetmek-osho-beden-ile-zihni-dengelemek-kitabindan.html

İlginç değil mi?

Ne kadar doğrudur, ne kadar yanlıştır bilemiyorum ama OSHO böyle diyor, peki erkek arkadaşlarıma sormak istiyorum, cidden siz kendiniz de buna benzer durumlar yaşamıyor musunuz? Hani bazı dönemleriniz de kendinizin biel anlayamadığı, adlandıramadığı sıkıntılı günler yaşamıyor musunuz? Bu dönemsel mi bilemiyorum ama mutlaka yaşıyoruz.

Kadınlarda ki menapozu, erkeklerde ki andropozu kabul ediyorsak, sanırım bunu da mantıklı bulabiliriz değil mi?.

Neyse, ben sonuçta kendimi sınamaya karar verdim, dönemlerimi takip edeceğim, bakalım sinirli, alıngan, kaprisli, hassas bir dönemim olduğunda not edeceğim. Ne sonuçlar çıkacak bilmiyorum ama en azından bir sonraki dönemleri takip edebilme adına kendimde bu denemeyi yapacağım, sonuçları size bildiririm :)

Sevgilerimle,
Haluk
25.07.2011 10:30

24 Temmuz 2011 Pazar

Daisy'i kurtarmak .....

Daisy'i kurtarmak.

Bu bir film adı değil, sonu çok keyifli biten bir mucize. Daisy'nin mucizesi ve o kadar çok tesadüflerin bir araya gelmesi ile oluşmuş bir mucize ki okuduğunuz da siz de bana hak vereceksiniz.

Hafta sonu için sevgili arkadaşımız Handan bizi Gümüşyaka - Marmara Ereğili'de ki yazlığına davet etti, biz de Murat, kızı Zeynep ve Pınar ile birlikte gittik. Bir süre sonra Handan'ın amca kızı Nuray'da bize katıldı ve yanında şu yanda gördüğünüz muhteşem CanCan ile birlikte. Doğal olarak bütün ilgi ve odağımız CanCan oldu, hepimiz çimlerin üstünde onunla oynadık, yanında, sağında, solunda, altında, üstünde fotoğraflar çektirdik.

Bu sırada konu da döndü Zeynep'in bir köpeği olsa konusuna gelince, Murat gayet üzgün bir şekilde,  Labrador'ları olduğundan ama geçen hafta kaçtığından bahsetti, hepimiz çok üzüldük. Konu bir anda kaçan köpek, Daisy oldu.

Sonra havuz, deniz, mangal derken sohbete Rakı'da katıldı.

Akşamın ilerleyen bir saatinde, Murat'ın telefonu çaldı. Tanımadığı bir kadın Murat'ı arıyordu. Murat masadan kalktı, bir on dakika kadar konuştu, döndüğünde yüzünde oldukça şaşırmış bir ifadeyle " sanırım Daisy'i bulmuşlar, şimdi bir başka kadınla konuşacağım " dedi.

Hepimiz şaşırdık, sevindik. O kadınla da konuştu. Sonra geldi hikayeyi anlatmaya başladı.

Daisy henüz dokuz aylık bir Labrador, geçen hafta bir şekilde evden kaçıyor. Murat bunun üzerine o çevreye sağa sola Daisy'nin fotoğrafını yapıştırıyor, altına cep telefonunu yazıyor. Bir haftadır ses seda yok. Akşam arayan kadın da Daisy'nin fotoğrafı ile Internet'te bulunan Labrador ilanlarını ( nasıl olduğunu artık bir tek Allah bilir ) karşılaştırıyor ve oradan Murat'a ulaşıyor, köpeği bulan kadının numarasını Murat'a veriyor. Murat'ın konuştuğu ikinci kadın da Labrador'u bulduğunu ve teslim ettiği kişinin adresini ve telefonunu veriyor.

Ve biz sabah adamı arıyoruz, Daisy olabileceğini düşündüğümüz köpek Esenler'de Tekstil Kent'te bir petrol istasyonunda duruyor. Biz de Pazar günü dönerken ( bu kadar olur düşünün, İstanbul'a evimize dönerken yolumuzun üstünde bir petrol istasyonu ) oraya uğruyoruz ve Daisy çıldırıyor Murat ve Zeynep'i görünce. Daisy'i alıp eve geliyoruz.

Şimdi bu olayları bir gözünüzün önünden geçirin, Murat'ın ilan internette değil, birileri yapıştırdığı ilanı  görüyor, yine birileri Daisy'i bulup internete bulundu diye ilan veriyor, bu iki kadın Daisy'i bir şekilde Murat & Zeynep'e hazırlıyor ve biz hafta sonu tatilimizden dönerken onu Esenler'den alıyoruz.

Levent neresi, Esenler neresi.... Daisy'nin neler yaşadığını kimse bilemeyecek, bu kadar uzak yerlere nasıl gelebildiğini kimse bilemeyecek. ama bildiğimiz bir şey var, Daisy şimdi evinde ve mutlu.

Artık adına ne derseniz deyin, bu olayların hepsi yazılmış bir senaryo gibi değil mi? Hani birisi bir kaybolan köpek diye hikaye yazsa herhalde bundan daha iyi olamaz. O kadar çok tesadüf var ki bu olayda, inanın başından beri mucize diyorum ben.

Sonuçta Daisy evini, Murat & Zeynep'te Daisy'i çok özlemişler. Kavuşmaları gerekiyormuş, hepimizin birden pozitif bakıp, onu konuşup, onu geri çağırmamız gerekiyormuş.

Daisy ve Murat & Zeynep'e mutluluklar. O Daisy'nin Murat ve Zeynep'i gördüğü andaki mutluluğunu görmenizi isterdim cidden, hepsi ve her şey harika, hepsine birden mutluluklar diliyorum.

Sevgilerimle,
Haluk
24.07.2011 18:30

22 Temmuz 2011 Cuma

Down Sendrom'luların Cafesi : Gökkuşağı Cafe

Sabah kalktım, önce televizyonu, sonra bilgisayarımı açtım. İçeriden kahvemi aldım, sigaramı aldım, bir sigara yaktım, kahvemi yudumlayarak sevgili Friendfeed ve Facebook dostlarımla sohbete başlamak için gerekli her şeyi hazırladım.

Bu sırada NTV'de bir haber dinledim. Down Sendromlu çocukların çalıştığı bir cafe açılmış. Haber çok ilgimi çekti, hele Eskişehir gibi çağdaş bir şehirde bunun yaşanması daha da hoşuma gitti.

Hemen internetten detayları araştırdım. Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç'ın başkanlığında yapılmış bu cafe, adı GÖKKUŞAĞI cafe. Çalışanlardan bazıları da Down Sendromlu çocuklar, zaten NTV haberinde de gördüm o güzel gülen yüzlerini, nasıl mutlular, nasıl keyifliler, ellerinde tepsilerde insanlara çay, kahve götürüyorlar.

Yapılan şeyin mali tablosu ne bilemem ama manevi tablosu muhteşem. Beni burada mutlu eden, yüzümü güldüren bir olaya neden olana bu uygulama eminim benim gibi haberi dinleyen bir çok arkadaşımda da aynı etkiyi yaratmıştır. Ben de bu haberi dinleyemeyen arkadaşlarım için blogumda yazmak istedim, sizler ile paylaşmak istedim.

İşim gereği şimdiye kadar Eskişehir'e bir çok kez gittim, geldim. Bir sonraki Eskişehir ziyaretimde ilk yapacağım şey bu cafeye gidip o güzel çocukların ellerinden bir çay içmek olacak. Sizler de giderseniz Eskişehir'e mutlaka uğrayın, hatta Eskişehir'de oturan arkadaşlarım varsa, gidip bu cafede otursunlar ve o çocukların yüzlerindeki gülümseme ve mutluluklarını paylaşsınlar.

Bu arada belki DOWN SENDROMU'nun ne olduğunu bilmeyen arkadaşlarım olabilir, ben medikal sektörde altı sene çalıştığım için ve Down Sendrom teşhisi yapan diagnostik aletler ve kitler sattığımız için biliyorum, bilmeyenler için kısaca bilgi vermek istiyorum.

Biraz Vikipedi'den aldığım yardımla kısaca Down Sendromu genetik düzensizlik sonucu 21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozom olması durumu diye tanılanıyor. Vücuttaki yapısal ve fonksiyonel değişiklikler ile görülüyor.Down Sendromu sık sık zihinsel kavramdaki bozukluklar ve fiziksel gelişimin tipik yüz görünümü gibi farklılıklar ile sergileniyor.

Down Sendromu aslında gebelik sırasında veya doğum da tanımlanabiliyor.Aslında olayla karşılaşma sayısı öyle az bir oran değil, her 1000 doğumda bir oranda rastlanıyor.

Down Sendromlu çocuklar genelde diğer çocuklara göre boy ve kilo olarak daha yavaş büyüyorlar. En önemli kriter, down sendromlu çocuklar İYİ bir EĞİTİMLE normal bir birey gibi hayatlarını sürüdürebilmeleri. O yüzden bu tarz etkinlik ve aktiviteler onlar için çok önemli.

Down Sendromlu çocukları sevelim, ailelerine destek olalım. Onlar o kadar tatlı ve insanların artasına karışma, kaynaşmak için can atıyorlar ki ..

Sevgilerimle,
Haluk
22.07.2011 11:00

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Kim bu Haluk İlhan?

Üç yüz küsur yazı yazmışım, beni tanıyarak okuyan, hiç tanımadan okuyan bir çok arkadaşım, okuyanım olmuş. Yine katıldığım sosyal medyada Haluk İlhan olarak tanıyan, seven arkadaşlarım var. Bu yazıyı da kendime ayırayım istedim, kim bu Haluk İlhan, biraz tanıyın istedim. Umarım beğenirsiniz.

25 Ekim 1959 Pazar günü sabaha karşı Balıkesir'de doğmuşum. Ben doğduğumda canım annem 19, biricik babam 21 yaşındaymış. Evlendiklerinde babam Balıkesir Havaüssünde asker, annem ev kızıymış. 5 Ekim 1958'de evlenmişler, bir sonraki Ekim'de ben dünyaya gelmişim. İsmim konusunda o zaman ailenin en büyüğü enişteme danışılmış, o da Haluk olsun demiş, ön adımı da dedemin adı olan Abdullah yapmışlar. Dolayısıyla 25 Ekim günü Abdullah Haluk İlhan dünyaya merhaba demiş.

26 Mart 1964'te kız kardeşim Sibel dünyaya geldi. Bu dönemden sonra babamın görev yeri Amasya Merzifon oldu. Benim büyüdükçe artan Teksas Tommiks merakım sonunda babamın bana okumayı öğretmesine neden oldu. Henüz 5 yaşındayken okumayı daha sonra da yavaş yavaş yazmayı öğrendim, bu yüzden de ilkokula 6 yaşında, hem de ikinci sınıftan başladım.

İlkokul 2, 3, 4 ve 5in yarısını Merzifon'da okudum. Bu sırada babam dışarıdan Ankara Hukuk Fakültesini bitiripte, Cumhuriyet Savcı Yardımcılığı stajı için İzmir'e tayin olunca ilkokul beşin geri kalan kısmını İzmir Güzelyalı ilkokulunda bitirdim. Daha sonra da İzmir Balçova'da Ortaokula başladım. Orta İkiye geçtiğimde babamın tayini Diyarbakır Lice'ye çkkınca Ortaokul 2 ve 3ü Lice Ortaokulunda bitirdim. Ancak Lice'de Lise olmadığı için, Lise 1 bu sefer Anneannemlerin yanında Balıkesir'de oldu. Lise 2'ye geçtiğimde babamın tayini bu kez Kocaeli Kandıra'ya çıktı.

Lise 2'yi Kandıra'da okudum, Lise 3'e geçtiğim 1975 yılında babam kazandığı bir sınav sonucu İngiltere'ye gidince beni Lise 3'e devam etmek için İstanbul Pendik Lisesine verdiler. Ancak o günün tehlikeli ortamı ve aile özlemi benim başarısız bir yarı dönemime mal olunca, okulu yarım bırakıp İngiltere'ye babamların yanına gittim. Döndükten sonra da Lise 3ü Kandıra'da tekrar okudum ve 1976 senesinde Kandıra Lisesinden mezun oldum. Üniversite sınavlarından da kontenjanla o yıl açılan Koceli Üniversitesi Elektrik Mühendisliğini kazandım.

1980 yılı Eylül ayında 21 yaşında Elektrik Mühendisi olarak mezun oldum. Ekim ayında hemen MUTLU Akü'de işe başladım ve 1 sene çalıştım, sonra SABA TV fabrikasına geçtim ve Araştırma Mühendisi olarak 1 sene çalıştım, oradan da DEMA RÖLE AŞ firmasında 1 sene çalıştım. Sonra 4 ay askerlik ve tekrar DEMA. Ama artık askerlikte tamamlanınca beklentilerim değişmişti, babam ile anlaşıp 6 aylığına Londra'ya dil kursuna gittim. İki seneye yakın kaldım. 1985  senesi ortalarında geri döndüm. 8 ay kadar AEG ETİ'de çalıştıktan sonra 1986 Mart ayında NETAŞ'a girdim.

Bu arada 1986 Temmuz ayında evlendim, Eylül sonu gibi Ottawa'ya görevli gönderildim ve Mart ayında döndüm, alındığım bölüme müdür olarak atandım. 7 Kasım 1988'de oğlum Hazar'ım dünyaya geldi. 12 sene Netaş'ta çalıştım. 1998 Temmuz'un da ayrıldım, kendi işimi yapayım dedim ama başarılı olamadım. Daha sonra sırayla hiç ara vermeden 5 yıl  Sağlık sektöründe Biobak / Bayer, 3 yıl Akaryakıt ve Digital Dünya sektöründe Saben / Digiboard, 3 yıl Akaryakıt ve Otomasyon sektöründe Scheidt & Bachmann şirketlerinde çalıştım.En son Eylül 2010 tarihinde girdiğim Medikal sektöründeki Labsan şirketinden 1 Temmuz 2011 itibariyle istifa ettim. Şu anda evimdeyim ve iş olanaklarını değerlendiriyorum.Unutmadan 2007 senesinde de emekli oldum :)

Bu dönemlerde babam savcılık görevine devam etti, sonra Adalet Bakanlığı Müfettişliği yaptı, ayrıldı Avukatlık yaptı ama sonra tekrar göreve döndü. Kayseri  Baş Savcılığı, İstanbul Baş Savcı Yardımcılığı, Şişli Baş Savcılığı yaptıktan sonra 2003 yılında Kadıköy Baş Savcılığından emekli oldu. Kız kardeşim Suudi Arabistan havayollarında 14 sene hosteslik yaptıktan sonra Kraliyet Havayollarında Uçuş Mühendisliği yapan Abdullah Aldulaijan ile evlendi ve hostesliği bıraktı. Tarık ve Lara adlarında iki tane aslanlar gibi yeğenim var.

2000 senesinde boşandım ve Kozyatağı'ndan Ortaköy'e taşındım. Oğlum Hazar Lise dönemini benimle birlikte okudu, önce  Sabancı Anadolu Lisesini bitirdi, sonra da Sabancı Üniversitesi Bilgisayar Bölümünü 25 Haziran 2011'de tamamlayarak Bilgisayar Mühendisi oldu. Şimdi de okulunda master programı kazandı ve onu tamamlayacak. Hayatımda gurur duyduğum en büyük şey oğlumun bu üstün başarısı oldu.

2000 senesinde Ortaköy'e yalnız başıma geldiğimde çevremde kimse yoktu, bütün arkadaş çevrem 14 yıllık evliliğimdi. Sosyal ağlar, çöpçatan siteleri ile bu dönemlerde tanıştım. Sonra hayatıma cember.net girdi, bir sürü güzel dost, arkadaş kazandım. Bugün hayatımda olsn bir çok kişiyi cember.net vasıtasıyla tanıdım. Birlikte çok güzel zamanlar geçirdik. Yine düzenlediğim bir tekne turunda da bugün hayatımda olmasından çok mutlu olduğum kişiyi, Pınar'ı sonra da oğlu Mert'i tanıdım. Beş yıla yakındır birlikte olduğum Pınar iile 14 Ekim 2006'da sevgili olduk ve hala sevgiliyiz. 

Genel hatlarıyla benim hayatım böyle, sıkı bir Galatasaray'lıyım, bir Ortaköy aşığıyım, 11 senedir burada yaşıyorum ve artık bir başka yerde yaşayamam diyorum. Bu oturduğum dördüncü kiralık evim ve hepsi birer ikişer sokaka arayla :) Yaşamdan zevk almayı seviyorum, genel olarak pozitif bir insanım. Beklentilerimi küçük tutup, olabildiğince mutlu olmaya gayret ediyorum. Sosyal medyalarda oldukça aktifim, bir çok arkadaşım var. Kardeşim olsa bu kadar seveceğim bir Kankam, kardeşten öte çok yakın üç beş dostum var.

Velhasıl kelam MUTLU ve KEYİFLİ yaşayan bir adamım ....

Sevgilerimle,
Haluk
20.07.2011 15:16

12 Temmuz 2011 Salı

İncir Reçeli ....

Bir çok kişiden film için çok güzel eleştiriler okudum, genelde bayan arkadaşlarım duygusal yönü ağır basan bu aşk filmini çok sevdiler. Ben de yaklaşık 1 aydır seyredilecekler sıralamamda duran bu filmi seyretmeyi hep geciktirdim. Bugün, biraz evvel de seyrettim.

Öncelikle film senaryosunu ve yönetimini yapan Aytaç Ağırlar'ı, daha sonra güzel bir oyunculuk sergileyen Sezai Paracıkoğlu ve Melike Güner'i, en son da müzik yönetmeni Engin Bayrak'ı tebrik ediyorum. Son zamanların en güzel aşk filmini çekmişler. Oyuncular, çekimler, müzik dört dörtlüktü. Tamam hikayenin nereye gittiğini filmin daha başında anlıyorsunuz, kimsenin aklında pek soru bırakmadan ilerliyor aslında film, bir sonraki sahneyi tahmin edebiliyorsunuz ama yine de güzel işlenmiş bir film diyeceğim.

Filmin bir çok güzel noktası var ama en son da Duygu'nun konuşması sanırım bütün filmin en güzel noktasıydı. Yazan insanlar için yazmak bir başka dünya, o yaşadığınız anı, yazdığınız anı, elleriniz klavyenin üzerindeyken yaşadığınız o anı bilmeyen anlayamaz. Hisseder yazarsanız klavye üzerinde uçuşur parmaklarınız, bastığınız sadece klavye üzerindeki tuşlar değildir, içinizi dökersiniz o klavyeye.

Duygu yaz aşkım yaz dedikten sonra sevgilisinden istediğini şöyle sıralıyor : " dışarıda hikayelerini anlatmayı bekleyen binlerce hayat var, yaz aşkım, birbirlerine değerek, dokunarak yaşamanın güzelliklerini anlat, en zor anlarda bile ayrılmamacasına tek vücut almayı anlat, yaşam savaşı içinde yaşamayı, yaşatmayı unuttuklarını anlat." ben çok duygusal buldum ve beğendim, finalinde biraz göz yaşı dökmeniz mümkün.

Zaten filmin hakkını biraz da olsa seyirci de vermiş. 58 sinemada oynamış ( belki hala oynuyordur ), şu ana kadar 173.000 seyircisi olmuş.

Sevgilerimle,
Haluk
12.07.2011 20:30

Kaç yüzümüz var?....

İki aylık bir aradan sonra tekrar Facebook'a döndüm. İnsanın ne kadar sevildiğini ve arkadaşlarını ne kadar özlediğini anlayabilmesi için demek ki arada böyle aralara gereksinim varmış, hem ben çok mutlu oldum, hem seven arkadaşlarım beni çok onore ettiler. Buradan bütün arkadaşlarıma göstermiş oldukları sevgi ve güzel sözler için teşekkür ederim.

Facebook'ta dolanırken sevgili arkadaşım Alev'in muhteşem bir fotoğrafına denk geldim, fotoğrafın altındaki yazı ise bu yazıyı yazmama neden oldu.

Kaç yüzümüz var?

Bu soruyu belki ilk kendinize sorduğunuzda garip gelebilir, hatta yanıt veremeyebilirsiniz, insanın kaç tane yüzü olur, bir tane yüzü vardır. Ancak biraz daha ince düşünüp, kendinizi irdelediğinizde aslında bazen ve/veya gerektiğinde farklı yüzler takındığımız sonucuna ulaşabilirsiniz.

Örneğin; çok sevdiğiniz birisi ile yaptığınız sohbet ile sevmediğiniz birisi ile yapmış olduğunuz sohbette yüzünüz farklıdır. Bu da doğal, çünkü yüz ve mimikler duyguları yansıtır. Kimi zaman hiç mutlu olmadığınız bir ortamda mutsuzluğunuzu saklayacak bir mutlu yüz yaratırsınız.

Genelde uzun dönem evli olanların bu yüz konusu daha da ilginçtir. Eşiyle sorunları olan insanlar kadın-erkek fark etmez, dışarıya bir yere gittiklerinde asıl yüzlerini genelde evde bırakırlar, dışarı çıkıldığı anda yapmacık bir yüz alınır, mutlu, keyifli bir yüzdür bu, kimse algılamasın diye oldukça uğraşılır.

Örneğin; erkekler telefonda eşleri ile, sevgilileri ile ve kız arkadaşları ile hep farklı yüzler ile konuşur. Bir kişiyi telefonda konuşurken izleyin, yüzünü inceleyin sadece, o anda keyifli mi, mutlu mu, mutsuz mu, konuşmasında takındığı yüzünden anlarsınız, hatta biraz daha ileri gidip kimle konuştuğunu bile tahmin edebilirsiniz Ses tonundan, tınısından, yaklaşımından.

İş yerinizi düşünün, birden farklı yüzle yaşamıyor musunuz hayatı? Nefret ettiğiniz bir patronla çalışıyorsanız, veya iş yerinizde sevmediğiniz insanlar varsa onlara karşı gösterdiğiniz yüz ile o anda sevgilinizin, kankanızın arkadaşınızın aradığı andaki yüzünüz birbirinden ne kadar farklı değil mi?

Bütün bunların nedenleri vardır mutlaka, duygu yoğunluğu, sevgi derecesi, ama bir yüzümüz var ki kimseyi kandıramayız, o da kendimize gösterdiğimiz yüzümüz. Kendimize ne kadar dürüstüz? Aynaya baktığınızda gördüğünüz yüzümüze karşı ne derecede dürüstüz? İşte bunun yanıtını verebilecek tek kişi siz siniz, diğerlerinde hep rol yaparsınız, umurunuzda da olmayabilir ama kendinize karşı rol yapamazsınız.

En önemlisi de budur, kendinize neyseniz öyle davranın, mutsuzken mutlu bir yüz, mutluyken mutsuz bir yüz olmayın. Etrafınızdaki herkesi kandırabilirsiniz, sorun olmaz ama kendinizi kandırmanın size sağlayacağı hiç bir yarar yoktur.

Aynada baktığınız yüzü inceleyin, neyseniz o olun.

Sevgilerimle,
Haluk
12.07.2011 17:00

Didim & Altınkum ....

Genelde benim gibi seyahat etmeyi seven için hafta sonları uzun otobüs yolculukları bile sorun olmuyor :)

Pınar geçen hafta Altınkum'daki yazlıklarına gitti, ben de bu hafta sonu Cuma gecesi bindim otobüse, Cumartesi sabahı oradaydım, bir gece kaldım ve Pazar gecesi otobüse bindim, Pazartesi sabahı Ortaköy'deki evimdeydim.

Didim ve Altınkum muhteşem bir yerdir. Koyları ile meşhur olan Didim'de Altınkum sahili bir başkadır.

Bu Didim & Altınkum'a dördüncü gidişim, ilki 1987 senesiydi, o zaman bu kadar betonlaşmış bir şehir değildi, köy gibi bir yerdi ama bugün olduğu gibi müthiş bir İngiliz akını vardı. Sonra Hazar ile birlikte 2004 senesinde Altınkum'da bir tatil köyüne 1 haftalığına gitmiştik, sonra da Ege Akdeniz turunda ve geçen hafta ile dördüncü turu tamamlamış olduk.

Tavsiye edeceğim bir çok şey var ama bunların çoğunu sizler kendi gözlerinizle gidince görürsünüz. Ben size kısaca almanız gereken TEKNE TURU'ndan bahsedeyim.

Didim Altınkum sahilinde her turistik tatil yerlerinde olduğu gibi tekne turları var. Yan yana bir sürü işletmenin tekneleri sizi sabah 10:30'da alıyor, akşam 17:30 gibi getiriyor. Fiyatları 25.- TL. Buna yemek dahil, yemek olarak pilav, makarna, salata ve ızgara tavuk veriyorlar, teknede bira ve diğer alkolsüz içecekleri bulabilmeniz mümkün.

Altınkum'dan kalkan turlar toplamda 5  ayrı koya uğruyorlar. Koyların açıklarında demirledikleri için tertemiz bir denize giriyorsunuz. Her koyda da yaklaşık yarım saat duruyorlar. Yani en az beş kez denize girme şansınız oluyor.

Biz İLKE Teknesiyle açıldık. İlk önce CENNET koyu, sonra MARTI koyu, sonra AKADEMİ koyu, ADA ve en son AKVARYUM 'da duruyor.

Durdukları bütün yerler tertemiz, özellikle Akvaryum  mükemmel. İşin güzel tarafı Ada hariç hepsine sizin arabanız ile de gitmeniz mümkün. Yani ille tekne olması şart değil ama derin deniz de denize girme şansınız pek olmuyor o zaman, biraz daha kalabalık içinde yer bulmanız gerekiyor.

Tekne aynı zamanda oldukça eğlenceli oluyor, çünkü açıldıktan sonra bangır bangır müzik eşliğinde eğleniyorsunuz, hele şansınıza gençlerden oluşan bir tekneyseniz oldukça hareketli geçiyor. Bizim şansımıza böyle bir gruptuk, gençler biraları içip delice eğlendiler :)

Onun dışında Altınkum'un gece eğlencesi de oldukça hareketli, aradığınız her türden bar var, türkü bar, rock var, canlı müzik, köpük şu bu :)

Yani hani hem güzel deniz, hem hareketli gece yaşamı isterseniz size Altınkum'u tavsiye ederim.

Sevgilerimle,
Haluk
12.07.2011 12:30

Şike olayına kişisel bakışım .....

Herkes yazdı, yazıyor ben de yazmak istedim.

Ben Galatasaray'lıyım, ancak Türk Futbolunun bugün geldiği durumu kendimce, becerebildiğim kadarıyla objektif aktarmaya çalışacağım.

ŞİKE konusu, yıllardan beri var olduğunu bildiğimiz ve son dönemlerde de sanki yasalmış gibi Teşvik Primi adı altında da konuşulan bir konu. Bunu bilmeyen yoktu ve hatta kendi aramızda hemen hemen her takımın yaptığına inandığımız bir konuydu. Buraya kadar sorun yok. Asla ispatlanamayan bir sürü dedikoduydu bizler için.

Sonra başta Aziz Yıldırım olmak üzere, her takımın yöneticilerinin üzerinde çalıştığı ve tüm şike, şiddet olayları çok büyük cezalar koyan yasa çıktı, bütün takımlar da bunu memnuniyetle karşıladı, buraya kadar sorun yok.

Sonra bu olay patladı, basın-medya şu bu derken ortalık karıştı. Deliller, fotoğraflar, izlenen telefonlar, takipler, ortada dönen dedikodular, henüz ispatlanmamış iddialar ve sonrasında tutuklamalar.

Şimdi bu olayı biz Ergenekon gibi mi yorumla malıyız? Ergenokon'da taraflar var, siyasi bir mücadele var ve bir tarafa Vatanseverler ve Yandaş Medya diye bölünmüş durumda. Uygulamalar aynı olsa bile iki tarafın mücadelesi var. Haklı haksızı tartışmıyorum, ama ortada uygulamalar var ve daha suçlarının ne olduğunu bilmeyen bir sürü insan senelerdir içeride tutuklu olarak yatıyor.

Peki bu ŞİKE olayında taraflar kimler? En çok konuşulan konu Fenerbaçe'nin şampiyonluğuna giden yolda Şike yapıp yapmadığı. Burada benim görebildiğim hiç kimse Fenerbahçe'ye karşı bir tavır almış durumda değil, yani hani kim Fenerbahçe'ye komplo kuracak? Rakip takımların yöneticileri mi? Öyle olmadığını dün yapılan Kulüpler Birliği açıklaması ile duyduk. Peki o zaman Fenerbahçe üzerine bahsedilen çirkin oyunları kim oynuyor? Kim burada Fenerbahçe'ye karşı bir tezgah, kumpas kuruyor?

Ben bunu anlayamıyorum işte. Dün TFF Başkanının açıklamasını dinledim, diyor ki " bugün birlik, beraberlik olma günüdür ". Hayretle karşıladığımı ifade etmeliyim. Neden Birlik-Beraberlik günü.

Bir veya birden fazla takım ŞİKE iddiası üzerine araştırılıyor, deliller var deniyor, sonra sorgulamaları yapılıyor ve tutuklanıyorlar. Sorgulamayı yapan Emniyet ve Uğur Dündar'ın dediği gibi gözleri yaşararak yapıyorlar çünkü bir çoğu Fenerbahçe'li. Sonra, sorgulayan Savcı, onların içinde de bir çok Fenerbahçe'li var, onlar da saatlerce sorguluyor ve sonra savcı tutuklanmalarını istiyor.


Buraya kadar nasıl bir tezgah olabilir? Kim kurmuş olabilir bu tezgahı? Fenerbahçe'nin düşmesini, kupalara katılmamasını, şampiyonluğunun geri alınmasını istemeyenler kim ki, bu kulübün başkanını, Aziz Yıldırım'ı tutukluyor?

Bir çok soru var ama yanıt yok. Bu yanıtı mahkemeler verecek, TFF de gereğini yapacak. Ancak şu unutulmamalı ki hiç bir Fnerebahçe'li bu olayın üstünün kapanmasını istememeli, neyse gerçekler ortaya çıkmalı. Buna destek vermeli.

Eğer bugün Fenerbahçe'li dostlarım HAYIR asla böyle bir ŞİKE Olayı yoktur, hepsi iftira, hepsi düzemece diyorsa bence Türk Futbolu'nun kaybetmesini istiyordur. Tam tersi onlar gerçeklerin ortaya çıkması için çabalamalı ve eğer gerçekten ortada Fenerbahçe'ye karşı kurulmuş bir tezgah varsa bunun  açıklanmasını istemelidir.

Aksi takdirde Fenerbahçe, Şike üzerine bir de TFF ve Kulüpler Birliği'nden Korunan bir kulüp  olarak tarihe geçecektirdir.

Sevgilerimle,
Haluk
12.07.2011 11:30

5 Temmuz 2011 Salı

Film önerisi - TRUST .....

Dün akşam bir film izledim, adı TRUST.

Başrollerde Clive Owen, Catherine Keener ve Jason Clarke oynuyor. Zaten oldum olası Clive Owen'ın bütün filmlerini seyretmeye çalışırım.

Filmden çok etkilendiğimi söylemeliyim. Konusu çok mu bilinmedik HAYIR ama işlenmesi, kurgulanması ve oyuncular muhteşem oynuyor.

Konusu; 13 yaşındaki kızlarının chat yolu ile cinsel taciz ve tecavüze uğrayan ailenin ve olayı yaşayan kızın yaşamı anlatılıyor. Film o kadar güzel kurgulanmış ve anlatılmış ki, bunun bizlerin çocuklarımızın başına gelemeyeceğini düşünmeniz imkansız.

Gelişen teknolojiden her zaman korkmuşumdur, ne kadar iyi ve paylaşan bir aile olursanız olun, teknoloji bizleri bir başka dünyaya taşıyor. Bunun ille çocuklarımızla da ilgisi olması gerekmiyor, eşimiz, sevgilimiz de benzer şekillerde etkilenebiliyor.

Bazı arkadaşlarımız teknolojiyi doğru ve düzgün kullanmak gibi görebilir bunu ama işin içinde insan varsa, hele ergenlik dönemindeki çocuklarımız varsa, çok daha fazla dikkat etmemiz gerek. Filmde birbirlerine oldukça sıkı bağlı ve hiç bir sorunları olmayan bir ailenin başına gelenleri izliyorsunuz.

Filmi bitirdikten sonra düşündüm, kızın yerine koydum kendimi, sonra annenin, sonra babanın. Hepsinin iç dünyası, algılayışı ve davranış farklı. Filmin en önemli öğretisinin aslında kız ile konuşan terapistten geldiğini düşündüm sonra. Bir yerde diyor ki terapist : " Her insanın bir an gelip düştüğü anlar olur, bu çocukken de, gençken de, olgun döneminizde de olabilir. Onu sevenlerin yapması gereken şey, bu gibi bir durumda elinden tutup kaldırmaktır. "

Kız perişan, anne perişan ama soğukkanlı, baba ise intikam peşinde....

Neyse, daha fazla anlatmayayım, bulabilirseniz alın mutlaka seyredin, o laptopları, telefonları ellerinden düşürmeyen çocuklarımızın teknolojik yaşamını mutlaka kontrol edin. Ben bunu film olarak seyrettim ama tüylerim ürperdi, benzerini yaşayan o kadar çok insan var ki etrafta ...

Sevgilerimle,
Haluk
05.07.2011 17:30

Arena'da Kombine sahibi olmanın dayanılmaz hafifliği ... :)

Çok uzun zamandır yapmak istediğim bir şeyi bugün gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyorum :))

Benim de artık muhteşem stadımız TT ARENA'da bir kombine kartım var.

Canım yeğenim Tarık'ta koyu Galatasaray'lı. Geçenlerde onlarda sohbet ederken Dayı hadi alalım dedi, hiç aklımda almak yok, sen bir bak bakalım internetten fiyatlar uygunsa bakarız dedim. Hemen fırlamış, bulmuş, aldı getirdi fiyatları.

1.750.- TL kombine, 1.550.- TL GS Bonus ile ve 12 taksit. Tamam dedim hadi Salı günü gidip alalım. Yine bizler gibi koyu GS'lı Recep arkadaşımı da aradım, bak biz almaya gidiyoruz Salı istersen sen de gel diye, tamam dedi, bizim sevgili Sevcan Elif'i de aradım hadi diye, o da tamam dedi.

Bugün gittik aldık kombinelerimizi, Sevcan yetişemedi ama numaralarımızı aldı, bulabilirse alacak yanımızdan yer. Ama biz 3 tane kombineyi aldık.

O anda bizi görmeliydiniz, hani istedikleri bir şey olduğunda sevinen çocuklar olur ya, aynı o sevinç vardı hepimizde.

Bir de burada GS Yönetimini tebrik ediyorum. Çok organize ve profesyonel bir organizasyon yapmışlar. Görevliler son derece şık, güler yüzlü. Kombinelerin olduğu yere kadar arabanızla gidebiliyorsunuz, sonra kapıda size bir numara veriyorlar ( bankalar gibi ). Sekiz veya On tane gişe var, kuyruk yok bir şey yok. Sonra sözleşme yapılıyor, imzalıyorsunuz ve bir başka bankodan kartınızı hemen alıyorsunuz.Bizim hepsi hepsi toplam 10 dakika  sürdü bütün işlemler.

Sonra köşeye Çay / kahve ikramı koymuşlar, çayınızı veya kahvenizi alıp yine sunulan keklerden alarak stada giriyorsunuz ve stadın muhteşemliğini seyredip sabırsızlıkla ilk maça geleceğiniz anı bekliyorsunuz :))

İşte bu kadar mutlu olduğum bir günden, bu kadar güzel bir yazı çıkartabilirim, konu benim yazmam değil, konunun güzelliği.

Umarım 2011 Fatih Terim ile birlikte Galatasaray'ın yılı olur ve biz de buna stad da tüm gücümüzle destekleyerek eşlik ederiz.

Sevgilerimle,
Haluk
05.07.2011 17:00

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Bir şeyleri değiştirmek için ne bekliyoruz?

Ayaklarımı uzatmış, bir kadeh viski koymuş, sigaramı yakmış, keyifle STAR'da haberleri seyrediyorum, hiç yazı yazacak bir durumda değilim.

Birden bir haber " Japonya'da boşanmalar da artık törenle kutlanıyor."

Tamam olabilir, her ülkenin kendince adet ve örfleri vardır bize ne, devam ediyor haber. " 11 Mart'ta meydana gelen deprem ve Tsunami'den sonra hayatlarını tekrar gözden geçiren insanlar boşanma oranlarını alt üst etti. "

Nasıl yani dedim birdenbire. Adam veya Kadın gayet mutlu, keyifli bir evlilik sürüyor, hiç boşanmaya niyeti yok. Sonra, deprem oluyor, Tsunami oluyor. Hayatta kalıyor ve başlıyor düşünmeye. Düşünüyor, düşünüyor ve sonra diyor ki : " Ben artık boşanmalıyım ".

Tabi ben abartıyorum ama insanın yeni bir hayat başlayabilmesi için demek ki tetiklenmesi gerek. Demek ki o güne kadar kendisini hiç sorgulamamış, kendisinin farklı bir hayatı olacağını düşlememiş veya bir adım ileri gidelim, aslında düşünmüş ama cesaret edememiş.

Sonra birden ortadan yok olacağını görmüş, hayal ettiği şeyleri yaşayamayacağını düşünmüş, sorgulamış kendini ve ayrılmaya karar vermiş.

Aslında bu hiç sürpriz değil, benzer araştırmayı 1999 felaketinden sonra bizde de yapmış olsalardı, aynı sonucu görürlerdi. 

Biz ne yazık ki bazı yaşamları zorla yaşıyoruz, yapamıyoruz, cesaret edemiyoruz, yaşamımızı mutsuzluklar üzerine devam ettirmeyi seviyoruz veya mutluluğu dışarıda arıyoruz. Evlilik hala bizim için ne olursa olsun devam edebildiğin kadar etmen GEREKEN bir müessese.

Çevremizden, ailemizden, çocuklarımızdan, toplumdan kısacası hani Mahalle Baskısı denilen şeylerden korktuğumuz için mutsuz yaşama devam edip, mutluluğu dışarıda arıyoruz.

Ne zaman ki gerçekten ölümle burun buruna geliyoruz, o zaman bir şeyler değişmeye başlıyor. Ne kadar ömrümüzün kaldığı kafamıza dank ediyor ve bunu düşünenler harekete geçiyor.

Sakın yazımdan bunu desteklediğim anlamını çıkartmayın, asla, mutlu giden evliliklere sonsuza kadar mutluluklar diliyorum, ama şunu lütfen kabul edin, yaşamınız sizin için bir hediye, zaman çok kısa, bir takım anlamsız korkular ile yaşamınız da yaşamak istediklerinizi ertelemeyin.

Sadece kendinize dürüst olun ve sorun, ne istiyorsunuz? Bunu yapmayı gerçekten istiyorsanız da yapın.

Sevgilerimle,
Haluk
04.07.2011 19:45

2 Temmuz 2011 Cumartesi

www.halukilhan.com

Hikayesi çok uzun ve daha önce de paylaştım, o yüzden tekrarlayarak canınızı sıkmayacağım.

Sadece sevgili dostlarıma www.halukilhan.com sitemi tekrar hayata geçirdiğimi söylemek istedim.

2005 Eylül senesinden bugüne geldi, arada uzun duraksamalar oldu, başka sitelere daldım, onu ihmal ettim ama şimdi tekrar başlıyorum.

Belki mükemmel değil ama ben sitemi çok seviyorum, her harfinde, çizgisinde emeğim var.


Hepimize hayırlı uğurlu olsun :))

Sevgilerimle,
Haluk
02.07.2011 13:30

Yağmur altında KARDEŞ TÜRKÜLER ....

Uzun zamandır büyük bir zevkle dinlediğim ve elimden gelebildiği kadar da canlı performanslarını takip ettiğim KARDEŞ TÜRKÜLER'i dün yine Kuruçeşme Arena'da izleme şansı buldum.

Pınar'a uzun zamandır diyordum, bir konserleri olsa da gitsek diye. 

1 Temmuz'da konserleri olduğunu duyunca Pınar ile konuştuk gidelim diye. Bu sırada da aklıma geldi, benim eski ( dün ayrıldım ama hemen eski oldu :))) iş yerimden arkadaşım Kemal'in bir sözü aklıma geldi, BKM'nin düzenlediği bir şey olursa haberim olsun demişti. Ona sordum bilet bulabilir miyiz diye, hemen sevgilisi Jülide ile konuştu, akşama 4 kişilik bilet ayarlanmıştı.

Sevgili dostlarımız Yekta ve Belgin'e de haber verdik, atladık gittik. Hava serin ama yağmur yoktu, konsere girdik, başlamasına bir kaç dakika kala yağmur başladı, sonra da bütün bir konser boyunca yağdı, son bir iki şarkısında ise yağmur kesildi.

O yağmurun altında rengarenk naylon yağmurluklar dağıtıldı. Şunu kesin olarak söylemeliyim ki, yağmur kimsenin keyfini kaçırmadı. Kardeş Türküler her zamanki gibi harika bir performans sergilediler. Millet dans etti, hüzünlendi, halay çekti.

Kısacası hiç dinmeyen bir yağmurun altında yaklaşık 2 saat dinledik, oynadık ve eğlendik.

Sevgili Kemal ve Jülide'ye buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. 

2011 senesinin konser açılışını Kardeş Türküler ile yapmak çok iyi geldi, umarım devamı da olur :)))



Sevgilerimle,
Haluk
02.06.2011 13:00

1 Temmuz 2011 Cuma

EAcars dergisi ve ilk sayımız ....

Daha önce bahsetmiştim, yeni bir ARABA dergisi çıkıyor, adı EAcars.

Sevgili dostum Berkan'ın hayali, senelerce başka insanların dergisini hazırlayan ve basan birisi olarak bu sefer kendi dergisini çıkartıyor.

Ağırlık ELEKTRİKLİ  ARABALAR'da, çalışma prensiplerinden, parça tanıtımlarına kadar her türlü bilgileri bulabileceğiniz şirin bir dergi oldu. İçinde deneme sürüşlerinin yanı sıra, üreten firmalar, Dünya'daki gelişmeler falan var. Oldukça keyifli olduğunu söylemeliyim..

Ben de bu dergide Gezi Editörlüğü yapacağım, gittiğim, gördüğüm yerler hakkında bilgiler vereceğim.

İlk sayıya yakın zamanda gittiğim Güney Kore'yi koyduk, fotoğraflar ile de donattık.

Bakalım beğenecek misiniz :)))

Hani D&R'da veya Dağıttım yerlerinde gözünüze çarparsa mutlaka alın ve okuyun olur mu :))

Sevgilerimle,
Haluk
01.07.2011 15:45