27 Mart 2012 Salı

Ahmedabad ve Bombay gezi notları ...

Sizlere çok fazla zamanım olmadığı halde, bir çok yerini gezme şansı bulduğum Ahmedabad iş  gezimden bahsetmek istiyorum. Öncelikle bu kadar kısa süre ne için gittiğimden bahsedeyim. Almanya'da MEDICA fuarı ziyaretim sırasında bir Hindistan firması ile tanışmıştım, sonradan bir kaç kez yazıştık ama ürünleri pahalı geldi, öyle kaldı. Geçtiğimiz ay bu firma bana bir mail atarak Hindistan Ahmedabad'da Hindistan Sağlık bakanlığı ve Hindistan Ticaret Odası ( Pharmexcil ) ile birlikte düzenlenen bir toplantı için benim adımı verdiğini bildirdi. Daha sonra Pharmexcil'den bir davet aldım, uçak biletim, otelim ve tüm harcamalarımı karşılayacaklarını bildirdiler. Amaç Hindistan'daki Medikal Malzeme Üreticileri ile Sudan, Bangladeş, Mısır, Etopya, Tanzanya, Nijerya, Kenya gibi ülkelerin Medikal ithalatçılarını yan yana getirmekmiş. Ahmedabad gezim bu şekilde başladı, ben sadece Hindistan vizesini aldım, geri kalan tüm masraflarım Pharmexcil tarafından karşılandı.

Ahmedabad, Hindistan'ın Gucerat eyaletinde bulunan 6 milyon nüfuslu ve Hindistan'ın dördüncü büyük şehri. Bu şehrin bu kadar önemli olmasında efsanevi lider Gandi'nin payı büyük, çünkü bu bölgede doğmuş ve bu bölgede savaşını vermiş. O yüzden bundan sonraki yazacaklarım sadece bu bölgeye özel, mesela; bu bölgede ve doğal olarak Ahmedabad'da alkol tamamen yasak, ne satılmasına izin var, ne içilmesine. Müzik, bar, pub tarzı şeyler yasak, hiç bir yerde alkol ve müzik yok ve cezası çok ağır. Hindistan'ın diğer şehirlerinde böyle bir şey yok, sadece bu bölgede var.

Ahmedabad'da camiler, kiliseler, tapınaklar yan yana. Bir çok meşhur camiisi olduğu gibi, şehrin dış bölgelerinde inanılmaz tapınakları var. Halk Hindular, Müslümanlar ve Hiristiyanlar olarak bölünmüş durumda. Hindistan'ın diğer şehirlerini bilemeyeceğim ama burası fakir ve bakımsız, hani pis diyemiyorum ama çok bakımsız. Kaldığımız otel dört yıldızlık bir otel, otelin içindeyken bu fakirliği hissetmiyorsunuz ama otelin kapısından çıkar çıkmaz karşınızda yerlerde yatan insanlar, toz toprak içinde caddeler, her tarafta yürüyen ve trafiği hiç umursamayan inek, öküzler görüyorsunuz.

İnek ve öküzler demişken, gelmeden önce bunları filmlerde görüyordum, bazen inanamıyordum ama gerçek. İnek, öküz eğer caddede çıkıp yürüse kimse o ineği çekmiyor, ya da müdahale etmiyor, trafik duruyor ve herkes ineğin durumuna göre hareket ediyor, kimse de sinirlenme yok bağırma çağırma yok, sakin sakin bekliyorlar, cidden bu çok şaşırtıcı geldi bana. Şehrin her tarafında bu manzaraların aynısını görmeniz mümkün, en sıkışık trafikte bile bu davranış tarzı değişmiyor. Bu hayvanların hiç birisi bağlı değil.

Burada trafiğin ana unsurunu motorsikletler ve AUTO dedikleri ve genelde Uzak Doğu ülkelerinde kullanılan ( Bangkok'ta adı Tuktuk ) 3 tekerlikli motorsikletler kullanılıyor. Bunların hepsi taksi ama şuna inanın hayatımda trafik kurallarının bu kadar yok edildiği bir başka şehre rastlamadım. Bu autolar ve motorlar için trafik diye bir şey söz konusu değil, her an her yere dönebilir, ters yola girebilirler. Ancak bu şekilde sizin ulaşımınız hiç aksamıyor. Arabası olanlar şanssız, onlar bu motorlar ile autolar arasında can çekişiyor, tavsiyem nereye gidecekseniz gidin ama Auto'ları tercih edin. Oldukça da ucuzlar, 10 Dolara 4 5 saat bütün şehri auto'lar ilee gezebilirsiniz.

Hindistan'ın para birimi Rupi, 1 Dolar 45 Rup, yani Dolar ile giden için Hindistan oldukça ucuz bir yer. mesela bir Kola 25 Rupi, yani yarım dolar. Dediğim gibi autolar sizi 3 4 km yola götürüyorlar 50 - 100 rupi istiyorlar, yani vu Auto'lara rahatlıkla binebilirsiniz. Çokta komik olan bir meter'ları var, motorsikletin tekerleğine bağladıkları bir sayaç ile kim ölçüyorlar ve bir listeleri var, o listeye bakıp kaç kilometre, kaç rupi ederi hesaplıyorlar ama geneli pazarlık yapıyor. Ancak o kadar ucuzlar ki, yani 60 diyor siz 40 verince anlaşıyorsunuz, yani 1 Dolar çevresinde dönüyor bu pazarlıklar.

Beni burada en çok şaşırtan şeylerden birisi KRİKET oldu, hani kriketin nesini merak ettiniz diyebilirsiniz, kriket değil aslında kriket oynayan çocuklar. Burada üstü başı yırtık, yalınayak çocukların hepsi tozlu topraklı arsalarda kriket oynuyor. Hiç futbol oynayan çocuk görmedim, zaten yokmuş. Ana nedeni de Hindistan'ın krikettee DÜnya Şampiyonlukları olması, yani hayatında ilk kez Futbola hiç ilgi duyulmayan bir ülke gördüm. Bu arada kriket oynarken kullandıkları aletleri görseniz, tahtalardan yapılmış sopalar, lastiklerden yapılmış toplar ama hepsi son derece ciddi kriket oyuncuları.

Toplu ulaşım için otobüsleri var, ama otobüsler gerçekten çok bakımsız, bir çoğunda cam yok, her tarafı kırık dökük, kaportaları pas içinde ama canavar gibi çalışıyorlar. Daha modern ve güzel otobüsleri var, onlar da bizim metrobüs gibi özel arterlerde çalışıyor, otobüsler genelde 5 ruble 10 ruble gibi. Bunun dışında ana trafik ve ulaşım Motorlar ile yapılıyor, herkeste motor var, yediden yetmişe diyeceğim her yaştan kadın-erkek motor kullanıyor. Etrafınızda çok komik motor kullanıcıları olduğunu görebiliyorsunuz, bazen her tarafı kapalı, gözlerinde güneş gözlüğü ile yanınızdan geçiyorlar, şaşırıyorsunuz.

Hava genelde çok sıcak, ben Mart ortası gittim, hava 35 derece civarındaydı. İnsanların kıyafetleri genelde kendilerine özgü ama gençler aynı Avrupalılar gibi giyiniyor, sadece burada ayakkabı olayı pek yok, herkes terlikli, bir çok kişi de yalın ayak dolaşıyor. Alışveriş merkezleri çok fazla yoki benim görebildiğim 4 5 tane var, onlar da öyle büyük değil. AVM'ler dışarıdaki firmalara göre daha pahalı, o yüzden pek alışveriş edeni de görmedim. Ancak dışarıdaki dükkanları da açıkçası gözünüz yemiyor, o kadar bakımsız gözüküyorlar ki, bir şeyi alıp almamakta tereddüt ediyorsunuz.

Burada en çok ziyaret edilen yer Gandi'nin de yaşadığı ve şimdi müze olarak ziyaret edilen Gandi'nin müzesi. Oldukça kalabalık oluyor, özelikle çocuklara burada ders ve Gandi felsefesi aktarılıyor. Gandi'nin ne kadar mütevazi yaşadığı, ne için savaştığı, felsefesi falan resim ve fotoğraflar ile aktarılmış. Gerçekten etkileyici bir müze yapmışlar, bunun yanında yine tapınaklar, camiler var. Onların isimlerini gezilecek yerlerde vereceğim ama Ahmedabad'ı gezmek isteyenler için en fazla 2 gün yeter. Üçüncü gün yapacak bir şey bulamayabilirsiniz.

Dediğim gibi gece hayatı SIFIR, kesinlikle alkol yasak, gidebileceğiniz bir bar, kahve içeceğiniz bir mekan yok. Sadece bir kaç yerde McDonalds gördüm, onun dışında Avrupa ülkelerini çağrıştıracak bir mekanları yok. Gece de çıktım, bir Auto ile anlaştım, bütün gece gezdim, karşılığında 250 Rupi ödedim ( yani 5 Dolar civarı ), o yüzden hani bilmediğim, gitmediğim bir yeri olabilir diye düşünmüyorum. Starbucks tarzı herhangi bir  kahve mekanı da yok. Yemekleri oldukça acı ama lezzetli, ancak dışarıda yemek bence büyük risk, o yüzden otelde yemek daha avantajlı. Ben 3 gün boyunca dışarıdan su bile alıp içmedim, çünkü su kapakları bile açık veriliyor, nereden doldurulduğunu bilemeyebilirsiniz. Kola, enerji içecekleri her yerde bulunmuyor.

Gezilecek yerleri de söyleyerek bu gezi notlarıma son vereyim; önecelikle dediğim gibi Gandi'nin müzesi mutlaka ziyaret edilmeli, daha sonra taştan tapınakları var  Dada Hari Vav, inanılmaz bir yer, biraz şehrin dışında ama mutlaka gidin derim, Indroda National Park Ahmedabad'a biraz uzak ama çok güzel bir park, gidilebilir, en ünlü camilerinden şehrin içinde olan Sidi Sayeed Masjid camisi güzel, tapınak olarak Huthessing Jain temple çok güzel. daha bir çok güzel yer var, Facebook'ta fotoğraflarını koydum. Öyle bir turist ofisi falan yok, ben otelden aldığım bir harita ile gezdim ama o haritada yan yana gözüken yerler aslında kilometrelerle ifade ediliyor. O yüzden buradan hazırlıklı gitmenizde fayda var.

Ahmedabad bu kadar, kısaca biraz da Bombaydan bahsedeyim, çünkü dönüşüm Bombay üzerindendi, Ahmedabad Bombay arası uçakla 1 saat, benim de Bombay''da gece 11 den sabah 5e kadar vaktim vardı, bir taksi tuttum, 55 Dolara beni Bombay'a götürdü, gezdirdi ve getirdi, hava alanı Bombay arası yaklaşık 45 dakika sürüyor. Aslında taksiciden aldığım bilgi şöyle, Bombay 4 bölgeden oluşuyor, Hava alanı tam ortası, Kuzey, Günay, Doğu ve Batı Bombay şeklinde ayrılıyor. En meşhuru Güney Bombay çünkü tam okyanusun kenarı, bir diğer güzellikte sadece Güney Bombay'da Auto'lara izin verilmiyor, yani tuktuk trafiği burada yok.

Güney Bombay Ahmedabad'a göre çok farklı, hepsinden öte denizi var, evler bakımlı, insanlar biraz daha zengin, burada ilk defa etekli ( mini değil, normal boy ) kadınlar gördüm, burada içki serbest, pub discoları var. Tarihi yerleri de daha fazla, özellikle oteller burada 5 6 yıldızlı. Taj Mahal Oteli en meşhur otelleri. Yine Bollywood'da burada ve aynı Beverly Hills gibi Bollywood Bulvarı var. Artistlerin ağırlıkla oturduğu hemen belli oluyor çünkü tertemiz ve bakımlı, arabaların markaları bile değişiyor.

Bombay'ı çok gezemedim, gece olduğu içinde fotoğraflar güzel çıkmadı ama şunu söyleyebilirim ki, Ahmedabad'dan daha güzel, tabi bu bir bakış açısı, Avrupai tarzda olduğu içinde bana öyle gelmiş olabilir. Her iki yerde de dikkatimi çeken, hiç olay görmedim, son derece güvenli bir yer gibi geldi bana. Bombay'da Hiristiyanlar inanılmaz bir propaganda yapıyorlarmış ve büyük bir kitleleri var, bir çok Hindistan'lı da hiristiyanları takip etmeye başlamış.

Ahmedabad ve Bombay ile ilgili bilgi vermeye çalıştım, umarım okuyanlar için keyifli olmuştur.

Sevgilerimle,
Haluk
27.03.2012 16:00

14 Mart 2012 Çarşamba

Kuala Lumpur ve Singapur ....

Aslında Kuala Lumpur ve Singapur'dan döneli epeyce oldu ama yazma fırsatı bulamadım, kısmet bugüneymiş diyelim. Malezya hakkında genel bilgilere geçmeden önce sizlere tarihi hakkında kısacık bir bilgi vermek isterim.

Çok eskiye kadar gitmeyeceğim, 2. Dünya savaşı sırasında Malezya Japonlar tarafından işgal ediliyor. Daha  sonra İngiltere'nin kontrolü altına giriyor ve 1957 yılında İngiliz'lere bağlı kalmak koşuluyla bağımsızlığı kabul ediliyor. Daha sonra kendi bağımsızlıklarını ilan ederken, bu oluşumun içinde yer alan Singapur Federasyon'dan ayrılıyor ve böylece bağımsız Malezya ve bağımsız Singapur diye iki devlet kuruluyor. Yani Singapur eskiden Malezya'nın bir parçasıymış, daha sonra ayrılmış.

Sonuçta her iki ülkede de hala İngilizlerin etkilerini görmek mümkün, her şeyden önce trafik soldan, yani şoförler bizim Kıbrıs gibi soldan trafiği kullanıyor.

Malezya'da herkes ingilizce biliyor olmasına rağmen, ana dilleri Malayca ama Singapur'da ana dil İngilizce. Örneğin metroda bile tek lisan yayın yapılıyor, o da İngilizce.

Malezya veya benim gördüğüm Kuala Lumpur'dan başlayalım. Bir kere inanılmaz gökdelenler yapmışlar ki bunun en başında PETRONAS ikiz kuleleri geliyor, düne kadar Dünyanın en uzun kuleleriydiler, şimdi Dubai'deki Burj Khalifa bu rekorlarını kırmış durumda. gerçekten inanılmaz bir ikiz bina yapmışlar, hatta bu ikiz binaları farklı iki gruba yarışma şeklinde yaptırmışlar ve halkın ilgisini çekmeye çalışmışlar. Özellikle gece ışıklandırması bir harika, bunun yanında iki kule arasında 45. kattan sonra yaptıkları bir geçiş köprüsü de var ki bu köprüye çıkıp Kuala Lumpur'u seyredebiliyorsunuz.

Kuala Lumpur çok modern bir şehir, Alış Veriş Merkezleri çok fazla ve oldukça keyifli yerler, aynı bizdeki gibi bir çok Avrupa / Amerikan firması bu AVM'lerde yer alıyor, yiyecek bölümlerinde ise ne ararsanız bulabilirsiniz. KFC, McDonalds, Burger King, Pizza Hut mevcut, yani yemek açısından bir sorun yaşamıyorsunuz.Sadece AVM'lerde değil, bu saydığım firmalar şehrin çeşitli yerlerinde mevcut.

Kuala Lumpur'un çok karışık olmayan bir metrosu var. Bir çok yere metro ile gitmeniz mümkün, sadece nereye gitmek istediğinizi bilmeniz yeterli. Metrolar genelde şehrin üstünden geçiyor, yani alta inen metroları yok, tam tersi Dubai'deki gibi toplu taşımacılık şehrin üstünden yapılıyor. Taksi ile de ulaşım mümkün ama taksimetre açmaları gerektiği halde bir çoğu pazarlık yapmayı tercih ediyor. 5 6 Ringit2lik bir yere 15 20 Ringit'e gidebilirsiniz. O yüzden genelde bekleyen değil, hareket halindeki taksilere binmenizi tavsiye ederim.

Para birimi RİNGİT, 1 Ringit 0,59 TL, yani hani çok kabaca 10 Ringit diyorsa bizim için yaklaşık 5-6 TL demek.Metrolar da bilmeniz gereken aldığınız bilet / jetonu ASLA kaybetmemeniz çünkü çıkışta da bu bilet/jetonu kullanıyorsunuz. En uzun mesafesi 3 Ringit civarında. Taksiler de 3 Ringit'ten açılıyor. Bira 20 25 Ringit civarında, yani bizden farkı yok. Otobüsler daha da ucuz ama kullanması zor. O yüzden taksi kullanmaktan çekinmeyin veya metro ile gezin derim.

Eğlence hayatı ise Kuala Lumpur için inanılmaz, %60 müslüman ve şeriat olduğu halde gece hayatı ve eğlence hayatı Bangkok'u aratmıyor. En önemli eğlence merkezi BEACH CLUB, girerken 35 Ringit ödüyorsunuz, bir içki bedava. genelde bütün barlarında Canlı Müzik var. İçeride ise o barda çalışan kızlar ile eğlenmeye gelen kızlar var. Bundan sonrası ize kalmış durumda ama eğlence ve pazarlıklar birbirine giriyor. Burada hafta sonu diye bir şey yok, her gün eğlence bar ve barlar tıka basa dolu. Beach Club gibi bir çok yer mevcut.

Kuala Lumpur herkesin birbirine dinlerine, bakış açılarına çok saygı duyulan bir yer. Halkı çok gülümseyen, keyifli bir halk.Budizm'de, Müslümanlık'ta, Hiristiyanlık'ta aynı yerde kabul edilmiş durumda. En meşhur Budizm okulunun hemen yanında bir kilise, biraz ilerisinde bir Cami mevcut. Ama en çok Çin tapınakları açısınmdan zengin bir yer ve Çin Mahallesi'n de çok önemli tapınakları var. Din açısından hiç bir sıkıntıları asla olmamış, bölgenin en büyük Cami'side burada.

Kuala Lumpur'ın gezilecek yerleri arasında en başta gelen yer tabi ki Petronas Kuleleri, daha sonra Ulusal Anıtları, Camiler, Tapınaklar ve Bahçeleri geliyor. Özellikle bağımsızlık savaşı sırasında kaybettikleri askerler için güzel anıtlar yapmışlar.

Bir çok bahçeleri var, Kelebek Bahçeleri, Orkide Bahçeleri,  Kuş Bahçeleri çok güzel. Özellikle Malezya'yı Dünya'da bir numaraya oturtan Palmiye Ağaçları ve Palmiye Yağı & Kauçuk ticari anlamda onları uçurmuş durumda.

Kuala Lumpur ile ilgili vereceğim bilgi bu kadar.

Singapur'a gelince, Singapur bir ada devleti.Devlet diyorum çünkü Malezya'nın bir parçasıyken ayılmış ve kendi ayakları üstünde durmuş bir yer. Nüfusu 7 milyon civarında küçücük bir devlet. Ancak Uzak Doğu'nun en zengin devletlerinden birisi. İnanılmaz bir ekonomisi var ve benim hayatımda Uzak Doğu'da gördüğüm en Avrupai kentten daha Avrupai. Ana dil İngilizce, nüfusun büyük çoğunluğu Çinli olmasına rağmen, kimse Çinliyim demiyor.

Singapur'un herhalde gurur duyduğu ve tartışmasız gelen her turistin gezdiği MARINA BAYoteli var. 57 kat olan bu otel üç tane bina üzerine dikilmiş bir gemi şeklinde. Singapur'a en üsten bakan bir yerde olan bu otelin 57. katında havuza girebiliyorsunuz. Bir otel olmakla birlikte, turistik açıdan en önemli merkezlerinde bir tanesi. Gezmek için 26 Singapur Doları ödüyorsunuz ama kesinlikle değer, giderseniz mutlaka Marina Bay otelinin 57. katından Sinapur'u seyredin derim.

Bunun dışında Singapur kendi para birimi olan Singapur Dolarını kullanıyor, bir Singapur Doları 1.4 TL yani yaklaşık 1,5 ile çarpmanız gerek, 10 Singapur Doların maliyeti 15 TL civarında.

Burada da inanılmaz keyifli bir metro var. Minicik bir şehir olmasına rağmen Metro ile her yere çok kolay ulaşabilirsiniz. Tavsiyem günübirlik bir metro kartı almanız, maliyeti 8 Singapur Doları ama hem metrolarda, hem otobüslerde geçiyor.

Singapur'un en güzel yerlerinden birisi  Sentosa Adası. Buraya mutlaka gitmelisiniz. Küçük bir Walt Disney harikası. hem çeşitli oyunlar, oyuncaklar var, hem de ulaşımı çok keyifli. Yarım adadan adaya teleferik servisi var, maliyeti de 15 Singapur Doları, ama adaya geçtikten sonra çok keyifli anlar yaşıyorsunuz. Aynı şekilde de geri dönüyorsunuz. Adada bütün otobüsler ücretsiz, eğer denize girmek, okyanusta yüzmek istiyorsanız mükemmel bir seçim yapmış olursunuz.

Bunların dışında hem Sentosa Adasında devasa bir Merlion Heykeli var, hem de Marina Abay'ın karşısında daha küçük bir Merlion Heykeli var. Her ikisi de aynı, bir ASLAN başı. Bu konuda bir başka yazı  yazacağım  için detaya girmiyorum ama bu Aslan heykellerinin  tarihçesi çok değişik. Yine de her ikisi de muhteşem gerçekten. Sentosa adası ziyareti bence mutlaka yapılmalı. Koyduğum fotoğraf bu teleferik seyahati sırasında adada yerleşik bulunan villaların fotoğrafı. Ben çektiğimde hala birileri bu adada, bu özel havuzlarında havuza giriyorlardı.

Merlion'un önemini anlatacağım ama gördüğüm kadarıyla Singapur aslında gece görülmesi gereken bir şehir. gece ışıklar ile inanılmaz bir manzaraya sahip oluyor. Seyrederken içinizden geçen sadece bu manzaraya bakıp burada bulunduğum için şanslıyım demek geliyor. Geceleri daha bir fazla zengin bir şehir olduğunu fark ediyorsunuz. Onlarca gökdelen ve estetik çalışma. Bunun yanında halkı Uzak Doğu halkı gibi değil, Avrupalaşmış ama kendi örf ve adetlerini terk etmemişler.

Singapur'un ilginç şeylerinden birisi de yerleşim yapan halkın kendi bütünlüğünü koruması, mesela Hint Mahallesi var, tamamen Hintlilerin olduğu, hatta Little India diyorlar, sonra Çin Mahallesi var, her taraf Çin, China Town diyorlar, sonra Arap Mahallesi var, her taraf Arapça ve bunlar birbirleriyle sorunsuz yaşıyorlar. Gezen turiste de kimse karışmıyor, yine Budizm okulu var ki, bölgedeki en yoğun okul, devasa Budist heykelleri var, kimse kimsenin dini görüşüne karışmıyor.

Kuala Lumpur ve Singapur hakkında anlatacaklarım bu kadar, daha çok şey var ama en azından ilk giden için sanıyorum bu bilgiler yeterli, sonrasını zaten kendi keşfeder.

Sevgilerimle,
Haluk
14.03.2012 23:00

19 Şubat 2012 Pazar

Fetih 1453 - Film yorumum

Uzun bir zaman sonra bir filmi sinemada seyretmek istedim, bu da FETİH 1453 filmi. Pınar ile birlikte İstiney parkta gittik.

Öncelikle genel anlamda filmi çok beğendiğimi söylemeliyim, çekimleri için ciddi bir bütçe hazırlanmış ve harcanmış, oyuncu seçimleri ve sahneler oldukça profesyoneldi. Ciddi bir seyirci kitlesi ile de buluştuğu ve buluşacağı muhakkak, bir çok seansına ya yer yoktu ya da en önce yer vardı. Böyle devam ederse rekora yakın bir seyirci kitlesi ile buluşacak gibi duruyor.

Filmiş beğenmeme rağmen, özellikle bir kaç sahnesini yadırgadığımı söylemeliyim.

Bizim çocukluğumuzda okuduğumuz ve hala öğretilen tarih derslerinde istanbul'un fethinin en önemli kriterlerinden birisi Fatih'in dahice gemileri Kağıthane- Dolmabahçe üzerinden karadan geçirip Haliç'e indirdiği vardır, bir çok şeyi anımsamasak bile bunu bütün herkes bilir. Filmde bu konu o kadar es geçilmiş ki, Fatih'in moral bozukluğu devam ederken, birden bir gece gemilerin karadan denize çekildiğini görüyorsunuz.. Kim karar verdi, nasıl oldu, nasıl konuşuldu, neden bu yapıldı, en ufak bir bilgi yok, bir kaç dakikada bitiyot.

Bu kadar önemli bir olayın bu kadar es geçilmesi bana garip geldi, bunun yerine Fatih'in fedailerinden Hasan ile Justinyen'in karşı karşıya kılıçla dövüş sahnesi inanılmaz uzun tutulmuştu. Tamam bu tarz sahneler yabancı filmlerdekine çok benzemiş, çekimleri de güzel yapılmış, oynayan oyuncular da güzel, rolün hakkını vermişler ama insan ister istemez mukayese ediyor,. Bu kadar uzun olmak zorunda mıydı, onun yerine fetihde çok önemli yer tutan bu gemi olayı daha iyi anlatılamaz mıydı acaba?

Eve geldikten sonra Pınar arayarak bilgilendirdi, ben de İnternet'ten kontrol ettim, zaten Panoramik Müze'de de açıklamalarda vardı. Bu fetihte çok önemli rol oynayan devasa ŞAHİ topunun bir Macar Mühendis Urbain ve Kızının rolü olduğunu seyrediyoruz. Ancak tüm tarih kitapları ve belgeler bu topun çiziminin tamamen Fatih tarafından yapıldığını gösteriyor. Bu çok önemli bir ayrıntı, çünkü Fatih uzun zaman bu topa eskizleri üzerinde çalışmış. Ama nedendir bilinmez filmde bu konuda Fatih'in çizimi olduğundan hiç bahsedilmiyor, hatta üzerine bir de aşk hikayesi yaratılıyor.

Tabi bizler tarihçi değiliz sonuçta, filmlerde de bazı değişiklikler yapılabilir. Ancak İstanbul'un fethinin gerçeklere dayanıldığı düşünülürse, bence bu bir kaç konuda da daha doğru şeyler yapılabilirdi. Bu filme gelen çocukların akıllarında kalan en önemli şeylerden birisinin Fatih'in akıl almaz dehasıyla gemileri karadan Haliç'e indirmesi kalmalıydı diye düşünüyorum.

Yine de film çekimlerinde eskiye göre çok daha başarılı olduğumuzu söylemek mümkün. Neticede ben filmi beğendim. Emeklerine sağlık, tebrik ederim.

Sevgilerimle,
Haluk
19.02.2012 22:30


12 Şubat 2012 Pazar

Tavsiye : 1453 Panoramik Müzesi

Bu hafta sonu 1453 Panoramik Müzesine  gittik.

Panoramik 1453 müzesinden sizlere mutlaka bahsetmeliyim. İstanbul Belediye'sinin hakkını yemeyelim, ellerinden geldiğince reklamlarını yaptılar, billboard'lara, köprülere tanıtım panoları koydular ama yine de en azından ben çevremde kimsenin gittiğini duymadım. Geçen gün bir iş için Yeni Bosna'dan dönerken, E5 üzerinde 1453 Panoramik Müzesinin Topkapı çevresinde işaretini görünce, Cumartesi gitmeyi kafaya koydum, Pınar ile de paylaşınca hadi gidelim dedik.

İyi ki de demişiz. Yurt içinde de, yurt dışında da elimden geldiği kadar müzeleri gezmeyi seviyorum, bir kaç panormaik müze de gezdim, benzer bir tanesini Anıtkabir'de de yapmışlardı ama 1453 çok farklı. Öncelikle, muhteşem bir sanat esrei ile karşı karşıyasınız. 3.000 metrekarelik bir alanda 360 derecelik bir resim ve 3 boyutlu. bu 3 boyutu yaşatabilmesi içinde resime durup baktığınız yerden resim arası 14 metre mesafede.

Dünyada 30 tane Panoramik Müze var, en etkilisi Waterloo Müzesiymiş. ama 1453 müzesinin diğerlerinden bir farkı var, dünyada hem yatay, hem dikey olarak tam bir panorama özelliği olan bir başka müze yok. Yani Türkiye'deki bu İstanbul'un 1453 fethi panoramik müzesi Dünyada bir tek.

2005 yılında başlanan ve sekzi sanatçı ile gerçekleştirilen bu müzenin tamamlanması tam 3 sene sürmüş. Bu sanatçıların da ellerine sağlık, muhteşem bir eser kazandırmışlar. Panoramik görüntüler ve 3 boyut o kadar güzel işlenmiş ki, inanın savaşan her askerin yüz ifadesinden tutun da, o an yaşadığı dehşete kadar hepsini görebiliyorsunuz.

 Ve o muhteşem, yıkılamaz denilen surları Fatih'in nasıl yıktığını görüyorsunuz. Ben şahsen çok ama çok beğendim, Facebook'ta fotoğraf ve videsounu paylaştım. Arkadaşlarıma gitmeleri konusunda elimden gelen tavsiyeleri yaptım, bloguma da yazmak istedim. gerçekten görülmesi gereken bir yer olduğunun altını tekrar çizmek isterim.

Yarın da Van Gogh hakkındaki görüşlerimi yazacağım.

Sevgilerimle,
Haluk
12.02.2012 14:30

8 Şubat 2012 Çarşamba

Demir Lady, Meryl Streep ve Oscar goes to ....

Geçen sene yine bu zamanlar Oscar Ödüllerine aday olan filmleri izlemiş ve favorimin ZORAKİ KRAL filmi olduğunu, en iyi erkek oyuncu ödülünü de Colin Firth'in alabileceğini yazmıştım. İkisi de tuttu.

Bu akşam Demir Lady filmini izledim, Dünya siyasetinde bir zamana damga vuran Avrupa'nın ilk kadın başbakanı Margaret Thatcher'in yaşamının anlatıldığı film. Bu sefer film için Oscar adayları arasında pek şansı olduğunu sanmıyorum ama Meryl Streep'in Oscar ödülünü kazanacağını düşünüyorum. Muhteşem bir oyunculuk sergilemiş gerçekten.

Sizin de belki dikkatinizi çekmiştir, geçen sene Zoraki Kral, bu sene Demir Lady. İngilizler tarihlerini çok iyi bir şekilde beyazperdeye aktarıyorlar. Sanırım yakın zamanda Churchill'in yaşamını anlatan bir film seyredebiliriz. Neyse biz gelelim sayın Margaret Thatcher, yani Demir Lady'ye.

Film gerçek bir başarı öyküsü, gerçi siyaseti ve başarısı konusunda hem Dünya, hem İngiltere hala tam bir karar verebilmiş değil. Başarılı mı? Başarısız mı? Yalnız sadece filmi seyretmekle kalmayın, çünkü belli başlı olaylara yer verse de film genellikle bazı noktalara değiniyor. Demir Lady'nin hayatını kısaca vikipedi veya bir başka ortamda mutlaka okuyun derim.

Özellikle 2 Nisan 1982 de başlayıp sadece 72 gün süren ve 14 Haziran 1982 senesinde biten Falkland Savaşı filmde önemine değinilse de, 1980 li gençliğin çok iyi anımsayacağı bir savaştır. İngiltere neresi, Arjantin neresi. Arjantin'in dibindeki Falkland adalarının Arjantin tarafından istilası üzerine ta İngiltere'den çıkartılan filolarla kazanılan ve her iki tarafın da ciddi kayıplar verdiği bir savaş. Ama Demir Lady için sonucu büyük siyasi başarı getiren bir savaş. Zaten bütün savaşlar öyle değil midir?

Filmde çok net anlayamıyorsunuz ama biraz google'da araştırma yapınca daha net çıkıyor, Margaret Thatcher aslında siyasette pekte görülmeyen bir şekilde Başbakanlık'tan ayrılıyor. Muhalefetin isteği veya çabasıyla değil, kendi partisinin içinde, kendisine karşı kurulan komplo ile istifa noktasına geliyor. Sanırım bu da siyasetin bir parçası, bizler de Türkiye siyasetinde benzer şeyler görüyoruz.

Özetle, ben filmi ama filmden çok Meryl Streep'i inanılmaz beğendim. Fakat bir şey garibime gitti. Koskoca İngiltere Demir Lady rolünü oynayabilecek bir İngiliz bulamamışta Amerikalı Meryl Streep'i neden tercih etmiş acaba? 

Sevgilerimle,
Haluk
08.02.2012 22:00

5 Şubat 2012 Pazar

Yerli Paranomal Activity ....Karadedeler Olayı

Karadedeler Olayı filmini ilk aldığımda hakkında hiç bir bilgim yoktu, bir haftadan fazladır da bir türlü o filme sıra gelmedi. Nihayet geçen akşam izledim, hatta tabiri caizse nefes bile almadan izledim.


Filmin başında sadece bilgi verildi, sonra bir belgesel tarzında çekimler gösterilmeye başlandı, oyuncu kadrosu falan verilmedi, film bittikten sonra da verilmedi ama zaten filmi seyrederken bir oyuncu kadrosu olmadığını hissediyorsunuz.


Neyse filmi seyretmeye başladım, tam bir gizem, Paranormal Activity tarzında bir film. Kamera üzerinden çekilen bir film fakat sahneler o kadar inandırıcı ki, rol yapılmadığı o kadar belli ki, film biter bitmez google'dan sorguladım.

Olay çok ilginç, google'da KARADEDELER OLAYI diye sorguladığınızda karşınıza gelen tüm belge ve açıklamalar olayın gerçek olduğu konusunda sizi biraz daha ikna ediyor. Örneğin vikipedi, bakın neler yazmış.



" Karadedeler Olayı, 16 Eylül 2011'de vizyona giren Türk gerilim, gizem ve korku filmi. Hikâyesi ve çekim tarzı ile Blair Witch Project ve Paranormal Activity'nin bir benzeri olan filmin yapımcıları filmde geçen olayların 1989 yılında çekilen amatör videoların bir araya getirilerek oluşturulduğunu açıklamıştır. Dolayısıyla bu yapımın bir kurgu değil, belgesel film olduğunu savunmaktadırlar. "


Olay hakkında biraz daha detaya girecek olursak; 

" Film 1989 yılının ocak ayında meydana geldiği iddia edilen bir olayı konu alır. O ay haber ajansları K... ilinin D... köyünde köylülerin hava karardıktan sonra cinî varlıklar gördüklerini ve o günden sonra havanın kararması ile köylülerin korkudan sokaklara çıkamadıklarını haber geçmiştir. Bu haber o dönem gazetelerin küçük bir bölümünde küçük puntolar ile yayımlanmıştır.Bu olay aynı günlerde okuldan yeni mezun olmuş bir gazeteci olan H. B.'nin de ilgisini çekmiş ve genç gazeteci olayı araştırmak için D... köyüne gitmiştir. Köyde onbir gün geçiren H. B. köye vardığında köylüler ile röportaj yapmış ve bu röportajları kamerası ile kayda almıştır. Röportajları sırasında köylüler esrarengiz varlıklar gördüklerini ifade etmişler ve genç gazeteciyi köyde kalmaya ikna etmişlerdir. Fakat köyde geçirdiği süre zarfınca hiçbir anormal olay ile karşılaşmayan H. B. köyden ayrılmaya karar vermiş, fakat köylülerin ısrarı üzerine kamerasını köydeki 14 yaşındaki bir çocuğa bırakmıştır. Çocuk eğer köyde olağandışı bir şey olursa kamerayla kaydedecek, daha sonra da kasetleri gazeteciye verecekti. Gazeteci köyden ayrıldıktan üç gün sonra gece vaktinde sivil giyimli dört jandarma tarafından İstanbul'daki evinden köyde çektiği kasetler ile birlikte alınarak L... ilçesinin jandarma komutanlığına getirilmiş ve Jandarma Komutanı Kıdemli Yüzbaşı A. S. tarafından sorgulanmıştır. 


Kamera ile kaydedilen sorgunun nedeni köydeki üç evde yaşayan yedi kişinin kısmen parçalanarak öldürülmesi ve bir evin duvarına Arap alfabesi ile H. B.'nin isminin kan kullanılarak yazılmasıydı. Ölen kişiler arasında H. B.'nin kamerayı bıraktığı çocuk da bulunmaktaydı. Meydana gelen bu olay bölge halkı arasında korku ve paniğe yol açmaması için olay köylülere bir cinnet vakası olarak aktarılmıştır. Cenazeler sadece köylülerin ve jandarmanın katılımıyla büyük bir gizlilikle köy mezarlığına defnedilmiş, köylülerin çoğu ise bu olaydan sonra köyü terk etmiştir.Sorgusu tamamlandıktan sonra serbest bırakılan H. B.'nin giysileri, botları, not defteri ve kişisel eşyaları 3 Şubat 1989 salı günü D... köyünün civarındaki ormanda bulundu; kendisi ise asla bulunamadı. H. B.'yi sorgulayan Yüzbaşı A. S. ise bu olaydan bir sene sonra eşinden boşandı ve psikolojik bir rahatsızlıktan dolayı malulen emekli oldu. Yine ayni sene İstanbul’a yerleşerek tedavi görmeye başladı. 2006 yılında 59 yaşındaykense geçirdiği bir bunalım sonucu kendine ait silahla başına tek el ateş ederek intihar etti. Yüzbaşının kızı S. F. babasının ölümünden sonra özel kasasını açmış ve kasa içerisinde üç zarf bulmuştur. Zarfların bir tanesinde siyah beyaz fotoğraflar diğer ikisinde ise kayıp gazeteci H. B.'ye ait bir not defteri, 1989 yılına ait gazete kupürleri ve üç adet video kaset vardı. Kasetlerin üzerinde yazan tek şey; "Karadedeler Olayı 1989"du." 


Bence filmi seyredin derim ....


Sevgilerimle,
Haluk
05.02.2012 17:00

31 Ocak 2012 Salı

Bu nasıl bir adalettir arkadaşlar?

Geçenlerde bir haber vardı, dinleyenler anımsar, dinlemeyenler içinde ben anlatayım.

Haber, genç bir adama ait, kardeşine bakabilmek için hapise girdi diyordu. Tamam bir çok benzer hikaye dinlemişsinizdir, ama bu gerçek bir dram. Gencin birisi, adı Özgür Uygun hakime hakaret ve polise mukavemet suçundan ceza evine giriyor ve 17 sene hapse mahkum oluyor, sonra nasıl olduğu belli olmayan bir şekilde merdiven boşluğundan düşüyor ve ameliyat üstüne ameliyat oluyor, sonra felç geçiriyor ama sonuç değişmiyor, bugün yatalak bir hasta konumuna düşüyor, yani kendine bakmaktan aciz.

Şimdi yatalak bir hastaya nasıl bir tedavi uygulanır? En azından hastanede bakımı yapılabilir falan, HAYIR. Türk adaleti sağlanması gerek ve felçli genç tekrar ceza evine gönderiliyor. Düşünebiliyor musunuz, yatalak, hiç bir şekilde başının çaresine bakamayan bu genç adam tekrar ceza evine konuyor. Aile perişan, nasıl bakacaklar? Kim bakacak? Göz göre göre ölüme terk.

Adalete başvurulardan da olumlu sonuç alınamayınca, kardeşlerden en küçük olan, evli ve çocuklu Soner Uygun kardeşinin bakımı yapabilmek için hapise giriyor ve hiç bir suç işlemeden, karısını, çocuklarını bırakıp kardeşinin bakımını üstleniyor. Bütün zamanını ona bakarak geçiriyor ve Özgür'ün en azından benim bildiğim hiç bir şekilde düzelme ihtimali yok.

Ya bu nasıl bir adalet sistemi? Bu nasıl insanlık, bu nasıl bir çağdaşlık göstergesi? Yani olayın neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Bu gencecik insanlara yazık değil mi? Yatalak bir genci ceza evinde tutmanın kime ne faydası var, hadi tuttun, bari bakımına yardımcı ol, hadi onu da yapmadın, kardeşine izin ver her gün girsin çıksın, o da yok. Normal ceza almış bir mahkum gibi yaşıyor kardeşi, hafta sonları ve izin dönemlerinde görebiliyor çocuklarını ve eşini.

Ben bu ilerleme raporlarından, çağdaş Türkiye mesajlarından anlamıyorum, bu olayı kimin önüne koyarsanız koyun, size o ülkenin adaleti hakkında düşüncesini söyleyecektir.

Sevgilerimle,
Haluk
31.01.2012 15:30








28 Ocak 2012 Cumartesi

Dubai gezisinden notlar ....

Arabhealth fuarı için ilk defa gittiği Dubai'yi gerçekten çok beğendim. Gerçi, yarım gün ve bir kaç akşam boyunca gezebildiğim için belki çok fazla yerini görmüş olamayabilirim ama gezilebilecek bir çok noktasını gezdiğimi düşünerek sizler ile paylaşmak istedim.

Öncelikle Dubai, yedi emirlikten oluşan Birleşik Arap Emirlikleri'nden en zengin olanı. Bugün ,için yaklaşık 4 milyon nüfusa sahip ve hemen hemen her ülkeden insanların yaşadığı bir yer haline gelmiş.

Emirliğin başında Şeyh Muhammed Raşid el Maktum bulunmakta. Halkı tarafından çok sevilen bir şeyh ve çılgınca projeleri ile tanınıyor. Hala da çılgınca projelerine devam ediyor.

Dubai'nin para birimi Dirhem, 1 Dolar = 3.67 Dirhem, 1 TL = 2,04 Dirhem. Yani sizin için en kolayı, Dubai'ye gittiğinizde AED olarak gördüğünüz fiyatları 2 ye böldüğünüzde o kadar TL ediyor.

Dubai'de her şey bir ana cadde üzerinde, adı  Şeyh Zayed caddesi. Bu cadde üzerinde onlarca devasa bina bulunmakta ve tabi binlerce dükkandan oluşan alışveriş merkezleri bulunmakta. Bu caddenin bir kaç cadde paralelinde ise en fazla iki katlı şehir evleri bulunuyor. Aslında bu devasa binaları yürüyerek gezebilmeniz mümkün, çünkü hepsi dip dibe. Yani Şeyh Zayed caddesini yürüyerek gezerek Dubai'nin üçte birini görebilirsiniz.

Bu cadde üzerinde bulunan Dünya Ticaret merkezi yılın hemen hemen her gününde fuarlara ev sahipliği yapıyor. Bu fuar katılımcıları ve ziyaretlerinden de oldukça büyük gelirler elde ediyorlar.

İkinci bölümü yaklaşık yirmi dakikalık bir taksi ile gidebileceğiniz Jumeyra bölümü.

Burada Dubai Marina ve herkesin anımsayacağı Dubai'nin kendi inşa ettiği Jumeyra Palmiye adası  ki şu anda yerleşim olan adadan daha büyüğü de yapılmakta ve artık Dubai'nin simgesi haline gelmiş olan Dubai Jumeyra Oteli, yani Yelken otel var. Bu bölge oldukça zengin ve yine onlarca devasa binalardan oluşuyor.

Bu binaların bir çoğu yerleşim olarak kullanılıyor, benim görebildiğim en kısası 30 35 katlı binalar.

Üçüncü bölümde eski Dubai dedikleri Deidra kısmı, burada tarih biraz daha fazla, eski evler, eski Dubai şehri var. Çok fazla devasa binaların ve alışveriş merkezinin bulunmadığı bu bölümde en önemli yer Dubai Creek. Yani Dubai'nin kendi içindeki minik körfezi. Bir kanal gibi üzerinde gezi yapılabiliyor. Kendiniz tekne kiralayabiliyorsunuz, tekne 1 saatliğine 100 AED alıyorlar. Vakti olanlar için bence tercih edilmesi gereken bir gezi olmalı.

Kanalın her iki tarafında en eski gemilerden, en modern binalara kadar bir çok deniz vasıtası görebiliyorsunuz. Aynı zamanda bizim Kapalıçarşı gibi bir çarşısı da bu kanalın Deidra tarafında bulunuyor. Burada ne ararsanız bulabildiğiniz gibi özellikle emitasyon saat, çanta, t-shirt, gözlüklerin satıldığı yer. Kendinize emitasyon bir Rolex veya Gucci çanta almak isterseniz gideceğiniz yer burası olmalı. Bunlar açık dükkanlarda satılmıyor, çarşının ara sokaklarında kısa bir turdan sonra bir binanın ikinci, üçüncü katlarındaki dükkanlardan alabiliyorsunuz. Fiyatları 50 USD'dan başlıyor.

Alkol olayı burada ilginç bir şekilde yerleştirilmiş durumda. Normalde bırakın alkol almayı, taşımanız bile yasak. Ancak, sadece OTELLER içinde içilebiliyor. O yüzden de Dubai'deki bütün otellerin en az bir tane barı, restoranı var. Herkese açık olan bu bar - restoranlar da alkol alabiliyor, dans edebiliyorsunuz. Bir çoğunda sigaranın serbest olduğu alanlar var, barların hepsinde sigara içiliyor. Barlar hep kalabalık, hafta içi veya hafta sonu diye bir ayrım yok. Ne zaman gitseniz kalabalık, özellikle barlarda uzak doğulu kadınların çokluğu dikkat çekiyor.

Alış veriş merkezleri çok fazla, tabi bunlardan en önemlisi ve kalabalık olanı Burj Halifa, yani Dubai Mall. 30.000 dükkan, denizin altına indiğiniz akvaryum ve Dünyanın en uzun binası - yani 828 metre - tepeden seyretme olanağınız var. Biz gitmeye çalıştık ama biletler günler öncesinden alınıyormuş. O yüzden burayı gezmek ve 828 metreden Dubai'yi seyretmek istiyorsanız önceden rezervasyon yapmanız gerekiyor.

Yine fıskiyeler ile yapılan showu seyretmek istiyorsanız Burj Halifa'ya gitmeniz gerekiyor.

Palmiye adalara da gittiğinizde dikkatinizi yerleşim alanlardaki modern binalar çekiyor, site halinde bahçeli evler yapılmış, hepsinin kapalı garajları var. Burada da en önemli yer, Atlantis oteli,. Adanın en sonunda ve en ucuna yapılmış ultra lüks bir otel Atlantis Oteli. İçine girmedim ama dışarıdan ne kadar muazzam olduğu belli oluyor. Belki daha uzun zaman orada kalanlar için içini gezmek ve en tepesinden körfezi seyretmek çok keyifli olabilir. Bunun yanında adanın ağaç yaprakları şeklinde olan yerlerden bazıları yazın denize girilen ve eğlenilen bölgeler olarak tasarlanmış.

Taksiler çok pahalı değil, 3 AED'den açılıyor ve normal mesafelerde en çok ödediğiniz 20 25 AED civarında oluyor. Ayrıca artık metroları tamamen devreye girmiş durumda, bir gidiş bileti 5 AED civarında, Jumeyra tarafına gidecekseniz rakam biraz daha artıyor. Günlük bilet almanız da mümkün. Otobüsler de toplu taşıma da oldukça yoğun kullanılıyor. Otobüs duraklarının çoğu kapalı ve içinde klima bulunuyor, çünkü yazın hava sıcaklığı 50 derecelere ulaşıyormuş.

Elektronik eşyalar Türkiye ve Avrupa'ya göre daha ucuz. Teknoloji içinde ne ararsanız burada bulabilirsiniz, yok yok gerçekten. Pazarlık yapabilme şansınız çok fazla yok, çünkü bizdeki gibi mağazalardan direk satış yapılıyor. Yine de fiyatlar mağaza bazında farklılıklar gösterebiliyor, o yüzden bir şey almaya karar verdiğinizde hemen almayın, bir kaç mağaza mutlaka gezdikten sonra alın derim. Her alışveriş merkezi çok geniş ve büyük alanlardan oluşuyor. Hangi marka ararsanız var. Her sene de Ocak 5 - Şubat 5 arasında SHOPPING FEST yapıyorlar, gece 01:00'e kadar açık kalıyor mağazalar.

Özetle, ben Dubai'yi kısacık gezdim ve çok beğendim. Denizin de güzel olduğu, aradığınız her şeyi bulabileceğiniz, modern bir şehir Dubai. Şeriat ile yönetilmesine rağmen, hiç kimsenin kimseye karışmadığı, mini etekli kadın ile çarşaflı kadınların yan yana gezdiği, çalıştığı bir şehir. Barı da var, camii si de var ama kimse suç işlemiyor. Caddeleri zengin, dükkanları en son modayı takip eden, teknolojinin en son ürünlerinin satıldığı, deniz, çöl turizminin en yoğun yaşandığı zengin bir şehir.

Sevgilerimle,
Haluk
28.01.2012 08:30