25 Aralık 2011 Pazar

BARS ..... Bölüm 2

BARS  Bölüm 2


Aynı saatlerde Jake Curdy yeni gelen proje ile ilgili hazırlanmış raporu okuyordu. Chicago’dan gönderilen rapor “ ÇOK GİZLİ “ olarak hazırlanmış ve kendisine teslim edilmişti. İki sayfa hazırlanmış  raporu okuduktan sonra uzun bir süre düşündü. Genel Merkez için çok önemli bir proje olduğu ortadaydı ve bu projenin gerçekleşmesinde Türkiye’deki TRISTAR önemli bir rol oynayacaktı. Raporun içeriğini Genel Merkezdeki patron ve bir kaç kişi dışında kimse bilmiyordu. Aynı gizliliği Türkiye’de göstermek istediklerini patron açık açık belirtmişti.

Jake Curdy, otuz beş yaşlarında, atletik yapılı, esmer yakışıklı bir adamdı. İllinois Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliğini birincilikle bitirmişti. Zaten daha okuldayken sektördeki ana firmaların dikkatini çekmiş, bir çoğu okuldan mezun olmadan iş teklifleri yapmıştı. Öncelikle Uzak Doğu Felsefesi ve yakın dövüş sanatları çok ilgisini çekiyordu. Üniversiteyi bitirdikten sonra iş arama yerine, okuldan samimi arkadaşı Gefry ile birlikte uzun zamandır planladıkları Uzak Doğu gezisine çıktılar, yaklaşık iki ay sürmesini bekledikleri gezide Nepal, Hindistan, Tibet, Tayland ülkelerini gezdiler, felsefelerini öğrendiler. Zaten okuldayken devam ettikleri yakın dövüş sanatlarının inceliklerine bu ülkelerde daha da vakıf oldular. İki ay geçmesini planladıkları gezi yaklaşık bir sene sürdü. Bir seneyi bitirdiklerinde Jake geri döndü, Gefry ise Tayland’da kaldı.

Jake İllinois’e döndükten sonra bir süre dinlendi, iş aramadı ama Jake’in döndüğünü öğrenen firmalar ona tekrar iş teklif etmeye başladılar. Yirmi beş yaşına gelmiş ama herhangi bir işte henüz çalışmamıştı. Gelen teklifleri değerlendirmeye karar verdi. İllinois dıışına pek çıkmak istemiyordu ama İllinois’ten de kendisine ve isteklerine uyan bir teklif gelmemişti. İçlerinde en ilgisini çeken TRISTAR diye bir firmanın teklifiydi.

Internetten TRISTAR hakkında bilgi toplamaya karar verdi, şirketin web sitesine girdikten sonra şirketin kimliğini, ürünleri, çalışma felsefesini, misyon ve vizyonlarını dikkatlice okudu, iş yeri Chicago’ydu ama Dünya’da yaklaşık on değişik ülkede de faaliyet gösteriyorlardı. Tamamen yazılım üzerine ve oldukça önemli projelere imza atmış bir şirket gibi duruyordu.

TRISTAR’ın teklifine olumlu yanıt verdi, bir kaç gün sonra da İnsan Kaynakları Müdürü Jacklyn Dole kendisini arayarak görüşmeye davet etti. Tüm geliş, gidiş ve konaklamaları Jacklyn halletmişti.

Chicago’ya vardığında onu kapıda karşılayan bir şöför, havaalanından önce otele oradan da görüşmeye götürdü. Kapıda Jacklyn onu bekliyordu, açıkçası şimdiye kadar gördüğü ilgiden oldukça memnun kalmıştı. Önce Jacklyn ile iki saatlik bir görüşme yapmışlardı. Görüşme oldukça güzel geçmiş, Jacklyn hem şirket hakkında, hem pozisyon hakkında oldukça detaylı bilgiler akatrmıştı, Jake’de kendisi, beklentileri hakkında bilgi vermişti. Bundan sonraki aşamanın ne olacağını düşünmeye başlamıştı ki, Jacklyn izin isteyerek bir telefon görüşmesi yaptı. Daha sonra birlikte çıktılar.


Asansörde Jacklyn, bundan sonraki görüşmenin çalışmasını düşündükleri bölümün yöneticisi Belinda Jayson ve TRISTAR firmasının hem sahibi, hem de Genel Müdürlüğünü yapan  Archie Ayzeg ile olacağını söylemişti. Birinci görüşmede çok heyecanlanmasa da ikinci görüşmenin çok daha çetin geçeceği belliydi.

Jacklyn on ikinci kata geldiklerinde önden yürüyerek Jake’e rehberlik etti. Modern mobilyalar ile döşenmiş teknolojik bir bekleme salonuna geldiler, köşede yine büyükçe bir çalışma masası ve arkasında son derece güzel, alımlı bir kadın oturuyordu. Jacklyn, Jake’i koltuklardan birine davet edip, asistanın yanına gitti, sonra da kapıyı vurarak içeri girdi. Bir kaç dakika sonra kapı taçıldı ve Jacklyn Jake’i içeriye davet etti, kendisi girmedi, başarılar diledi ve Jake’in arkasından kapıyı kapadı.

Chicago’ya onikinci kattan bakan her tarafı cam bir odadaydı, çok sadece cam bir masanın arkasında oturan bir adam ile karşısındaki koltuğa oturmuş bir kadın vardı. Jake kapıdan girer girmez her ikisi de ayağa kalktı ve el sıkıştılar. Birbirlerini tanıttılar ve konuşmaya başladılar.

Yaklaşık üç saatlik görüşmenin ardından Genel Müdür Archie, asistanını arayarak Jacklyn’in gelmesini istedi. Jacklyn kapıdan içeri girdiğinde Archie, Jake’in iş teklifini kabul ettiğini, ayrıntılar ve yapılması gerekenler hakkında Jacklyn’e kısa bir bilgi verdi ve Jake, Jacklyn ile birlikte odayı terk etti.

On beş gün sonra oldukça  iyi bir maaşla, yeni yerleştiği evinden işine gitmeye başladı. Çalıştığı bölümde bir çok projeye imza attı. Yaklaşık altı yıl boyunca şirkette göstermiş olduğu başarılar ile bir çok ülkeye verdiği danışmanlık hizmetleriyle hep ön planda oldu.

Ta ki bir gün Archie ve Belinda kendisini özel bir görev için çağırana kadar. Archie, Türkiye operasyonundan memnun değildi, orada bulunan Ülke Müdürünün yerine birisini aradığından bahsetti. Jake bu poziyonu kendisine teklif edileceğini anladığında heyecanlandı, çünkü daha önce bir çok ülkeye danışman olarak gitmişti, Türkiye’ye de bir kaç proje için gitmiş, İstanbul’da bir kez Koc grubuna, bir kez de bir Askeri Projede yardımcı olmuştu. Ancak bu ülkeye yönetici olarak gidebileceğini hiç düşünmemişti.
Sonuçta Belinda pozisyonu, Archie’de sosyal olanaklarını anlattığında kendisi için yeni bir dönemin başladığına inanmıştı. O gün işi kabul etti, bir ay sonra da İstanbul’daki ofisin başına geçti.

İstanbul’da kurulu olan ofise ilk geldiğinde yaptığı personeli tanımak olmuştu. Ofiste yaklaşık yirmi kişi çalışıyordu, asistanlığını çok iyi ingilizce konuşan Seda yapıyordu, ufak tefek minyon bir kızdı, yirmi sekiz yaşındaydı ve işini oldukça iyi yapıyordu. Yazılım grubunda iki yönetici vardı, onun dışında on beş tane de yazılımcı.

Yöneticilerden birisi Emine idi, genelde uygulamalar ile ilgili bölümü yönetiyordu, otuz beş yaşlarında, evli, iki çocuğu olan, balık etinde bir kadındı, ilk başlarda biraz aksi gibi gözüksede, sonrasında oldukça uyumlu birisi olduğunu anlamıştı, yazılım test grubunun başında ise Erdal vardı, o da otuz altı yaşında, boşanmış, biraz problemli bir tipti.

Daha sonra elemanlar ile tek tek konuşarak hem kendisini, hem onları tanıma fırsatı yakalamıştı. Şimdiye kadar gördüklerinin içinde en beğendiği Bars adındaki genç olmuştu, ateş gibi bir gence benziyordu, o da şirkete yeni katılmıştı ama şimdiden geleceği çok parlak gözüküyordu. Yalnız bir takım sorunları olduğu belliydi, işte çok fazla zaman harcıyordu, halbuki yeni evlendiğini biliyordu, sıkıntıları konusunda ileride ona yardımcı olabileceğini düşünüyordu.

Projeler, müşteriler, arkadaşlar, seyahatler derken İstanbul’da geçen dört yıl, otuz bir yaşında geldiği İstanbul’da, otuz beş yaşına gelmişti. Hızlı bir hayat yaşamış ama şirketi geldiği günden bugüne kadar neredeyse beş katı büyütmüş, çok karlı projelere imza atmış, bir çok yeni müşteri kazandırmıştı. Askeri projelerde gizlilik kavramını çok güzel bir şekilde yerleştirmiş ve bu konuda çok titiz davranan müşterilerinin güvenini kazanmıştı.

Geçen dört yıl boyunca da eleman sayısını arttırmadan ellerindeki gücü çok verimli kullandılları için şirketin karlılıiı da artmış, bu kardan ufak bir payı çalışanlarına dağıtınca, onların da şirkete sadakatini sağlamıştı. Sonuç olarak baktığında hem şirketi, hem kendisi, hem de çalışanları durumdan oldukça hoşnuttular.

Tek can sıkıcı olay Erdal’ın işten ayrılması olmuştu, aslında bu sıkıcı olay sayesinde Bars’ı kazanmış, Bars’ı Erdal’ın yerine getirmişti. Açıkçası bu değişiklikte şirkete çok olumu puanlar kazandırmıştı. Bars’da gördüğü cevher sonunda ortaya çıkmış, Bars’ın adı TRISTAR genel merkezinde bile anılmaya başlanmıştı. Bars’a söylememişti ama onun için hazırlamış olduğu kariyer planında Bars’ı kendi yerine aday göstermişti. Archie’de bunu onaylamış, ne tarz eğitimler verilmesi gerekiyorsa sağlanmasını istemişti.

Düşüncelerinden sıyrıldı, elindeki raporu tekrar okudu, bu kadar GİZLİ bir projeyi kiminle nasıl götüreceğini düşünmeye başladı. Patron bu konunun çok özel ve öenmli olduğunun defalarca altını çizmişti. Bu konuda şirkette de farklı bir yapılanmaya gitmesi gerekecekti.

Bu konuyu en güvendiği insanlar ile konuşmaya karar verdi, her şeyi anlatmayacaktı ama en azından biraz bilgi vererek onların da görüşlerini almak mantıklı olacaktı.
Saatine baktı, mesai saati geçmişti, ama Bars’ın hala ofisinde olduğuna emindi, Emine muhtemelen çıkmıştı. Önce Emine’yi aradı, tahmin ettiği gibi telefonunu açan olmadı. Sonra Bars’ı aradı, evet Bars yerindeydi.

-       Bars merhaba, çıkmamışsın hala?
-       Çıkmadım Jake..

Bars’ın sesinde bir tuhaflık olduğunu hemen sezdi.

-       Bir terslik mi var, sesin pek iyi gelmiyor?
-       Yok, yani bilmiyorum, Berfin’e ulaşamadım, umarım bir aksilik yoktur, bir şey mi vardı?
-       Evet Bars, seninle bir şey konuşmak istiyorum, ama acelesi yok, yarında olabilir.
-       Yok, henüz çıkmıyorum, geleyim istersen?
-       Tamam gel, birer kadeh Jack Daniels atalım mı konuşurken?
-       Olur, sen hazırla, iki dakikaya oradayım.

Masasından kalktı, içki dolabına gitti, iki kadeh çıkardı, Jack Daniels’ları hazırlarken Bars içeriye girdi. Sıkıntılı hali hemen belli oluyordu. Sorup sormamak arasında tereddüt etti, Bars isterse anlatır diye düşünerek o konuya hiç girmemeyi tercih etti. Her ikisi de misafir koltuklarına karşılıklı geçtiler, kadehlerini tokuşturduktan sonra Bars sordu;

-       Evet, seni dinliyorum Jake, ne hakkında konuşmak istiyorsun?