10 Temmuz 2010 Cumartesi

Gökdelen

Takip edenler biliyor, kendimce DORUK diye yeni bir deneme roman yazıyorum, beni oldukça meşgul ediyor, yazarken her şeyi unutuyorum ve üç dört bölümü dört saatte yazıyorum. Nedense sadece hafta sonları yoğunlaşabiliyorum ve sabah erken kalkıp yazıyorum, bu bazen Cumartesi oluyor, bazen Pazar.


Romanım da genç bir psikologun etrafında dönenleri anlatıyorum.

On yıldan fazladır internetteyim, yüzlerce arkadaşım oldu, binlerce sohbetim. Bu arkadaşlarımın yaşam öyküleri, sıkıntıları, paylaştıklarını dinledim hep. Elimden geldiği kadar ve objektif olarak onlara fikirlerimi söyledim, bazen de ben onlarla paylaşımlar da bulundum.

O kadar ilginç yaşam öyküleri dinledim ki hep aklımda bunları bir gün yazabilsem ne güzel olur diye düşünüyordum. Doruk’u bu yüzden yazmaya başladım. Bu roman denemesinde okuduğunu hasta profillerinin hepsi gerçektir. Arada kurgular olsa da olayın özü gerçektir. Olayların hepsi gerçekten yaşanmış öykülerdir.

En son yazdığım bir bölümde bir hayat hikâyesini anlatırken yaptığım tanımlamayı çok sevip, romanı okuyamayanlar için burada tekrarlamak istedim.


Yaşam ne ailenizin, ne arkadaşlarınızın, ne kızınızın, ne de Alper’in. Bu yaşamı acısıyla, tatlısıyla siz yaşayacaksınız. Sonuçta bizlerin hep söylediği bir şey vardır, insan hak ettiğini yaşar. Sizin neyi hak ettiğinizi sizden daha iyi bilebilecek kimse yok. Bugün karşınıza aldığınız değerlere bakın. Aileniz, arkadaşlarınız, kızınız. Yani doğduğunuz günden bugüne kadar geldiğiniz noktayı bir gökdelen kabul edin, temelinde aileniz var, bunca yıldır sizinle birlikteler, sonra arkadaşlarınız, hepsi birer gökdelenin katları, üst üste koyarak inşa etmişsiniz. Sonra kızınız, gökdelenin tepesinde bir kral dairesi gibi, size yaşamı, güzellikleri anımsatan. İşinizi gökdelenin alışveriş merkezi gibi düşünün, sizin, ailenizin, kızınızın yaşamını, okulunu, geçiminizi sağlayan bir kaynak. Siz bunları zaten inşa etmişsiniz. Sonra bir gün birisi size gelip bu gökdeleni yıkalım, oraya ben başka bir bina yapayım diyor. Temelini kendisi atacak, katlarını kendisi oluşturacak, alışveriş merkezlerini ortadan kaldıracak ve kendi yaptığı bir kral dairesine sizi taşıyacak. Sizden istenen ve beklenen böyle bir şey.

Gerçekten öyle değil mi? İlişkiler konusuna biraz kendi tarafımızdan bakarsak, burada yazdıklarımla örtüşmüyor mu?

Yaşama doğumla başlıyorsunuz, sonra aile içi eğitim, temel değerler, sevgi, saygı, paylaşım, sonrasın da öğrenci yaşamımız, arkadaşlar, sonra aşk, evlilik, çocuk, kariyer yani sürekli üst üste koyduğunuz bir yaşam.

Gökdelen inşası gibi, temeli ne kadar sağlamsa o kadar düzgün giden bir yaşam, sonrasında sizin çabalarınızla üst üste koyduğunuz katlar, sevgileriniz, paylaşımlarınız.

Sonra karşınıza birisi çıkıyor, sizi iş yaşamınızdan, ailenizden, sevdiklerinizden uzaklaştırmak istiyor. Kurduğunuz her şeyi değiştiriyor veya değiştirmeye çalışıyor. Hatta bu gökdeleni yıkıp, kendisinin kuracağı bir gökdelene sizi taşımak istiyor.

Bunu ne uğruna kabul etmek istersiniz? Sevgi mi, aşk mı? Size bu dünyanızı ve geldiğiniz yaşınıza kadar senelerdir yükselte yükselte geliştirdiğiniz gökdeleninizi yıkmak isteyen birisinin sunduğu ne olursa olsun kabul etmeli misiniz?

Bence hiçbir şey sizin inşa ettiğiniz bu gökdelenden daha kıymetli olamaz.

Sevgilerimle,
Haluk
21.10.2007 15:53