26 Eylül 2010 Pazar

Facebook varken blogunu kim okuyor ki?

Bir arkadaşım mail atmış, blogum üzerine güzel yorumlar da yapmış ama yazdığı bir yoruma üzüldüm açıkçası, demişki " Haluk'cuğum yazıyorsun tamam da kimsenin okuyup okumadığını bilmeden kim için uğraşıyorsun bu kadar, zamanına yazık değil mi? Ben kimsenin Facebook gibi görsel hitap eden bir yer varken senin veya senin gibi yazanların bloglarını takip ettiğini hiç sanmıyorum, üstelik bilmiyor musun ki bizim toplumumuz okumayı hiç sevmez, Facebook'a anlarsın ne demek istediğimi " ....

Tabi ki bazı gerçekler var, okumayı sevmiyoruz, bu doğru, satılan gazete tirajlarından, kitap satışlarından bunu biliyoruz. Okuyan büyük bir kitle var gibi de gözükse, Türkiye nüfusuna oranlarsak rakamlar küçücük kalıyor.

En çok satan gazetenin tirajının binler ile ifade edildiği  yetmiş milyonluk bir ülkede yaşıyoruz, onlarca kitap çıkıyor ama satışlarına bir göz atın, onlar da on binler ile ifade ediliyor.

Bir başka doğru söylediği şey de Facebook gerçeği. Kesinlikle katılıyorum, görsel şeyleri daha çok seviyoruz, seyretmeyi daha çok seviyoruz.

Üzülmemin nedeni, hakikaten yazılarımı birileri okumuyor mu acaba diye düşünmem değil, arkadaşımın en azından bu tarz yazı yazanların, yani benim gibi blogu olan arkadaşlarımın bloglarını öncelikle kendileri için yazdıklarını düşünmemesi. Ben seyrettiğim 10 tane filmin eleştirilerini buradan yazarken okunma patlaması yaşamayacağımı zaten biliyorum, bunu dur bakalım kimler şimdi beni okuyacak diye de yapmıyorum. Veya Gezi / Seyahat yazılarımı yazarken, bakın ben ne çok geziyorum, nerelere gittim diye de yazmıyorum.

En azından ben, bloguma öncelikle kendimi tatmin etmek için yazıyorum, yazabildiğim her konu da yazmayı seviyorum, eskiden Facebook'ta yazardım, okuyanlar yorum yazardı veya yazmazdı, bazen karşılıklı tartışma ortamı da doğardı, sonuçta benim açımdan nerede ve nasıl yazdığım değil, benim yazmam önemli. Gezdiğim bir yeri anlatırken, oraya bu yazıyı okuyan birileri gittiğinde neler yapmalı diye düşünerek yazıyorum veya o tarz yerleri bilmeyenler için alternatifler yaratmaya çalışıyorum. Gezi yazımı üç kişi okusa da, üç yüz kişi okusa da benim açımdan yazımın değeri aynı.

Bir çok kişi yazı yazmıyor gibi gözükse de, aslında Facebook'ta paylaştığınız her bir yorum, söz, paylaşan kişi için bir yazı aslında. O yazdığı paylaşıma on kişi yanıt verse ve on yanıta da karşı yorum yapsa, hepsini toplasanız zaten bir yazı olmaz mı? Paylaşımların daha fazla yorum alması normal.

Bu yazıyı yazma sebebim, belki bir çok arkadaşım da aynı düşünüyordur diye düşünmem. Yazdıklarımı okuyan da vardır, hiç okumayan da. Sonuçta bu beni yazmaktan alıkoymaz, ben ne hissediyorsam, ne düşünüyorsam duygu ve düşüncelerimi yazıya döküyorum. Bu görüşlerimi paylaşan da olur, paylaşmayan da.

Bir kaç gün evvel kız kardeşim İsviçre'de eşiyle gezerken sinemaya gitmeye karar vermişler. Filmlere bakarken birisinin benim de yorum yazdığım ve yüksek puan verdiğim Experiment adlı film olduğunu görmüş Sibel "buna gidelim demiş, abim yazmıştı, bu film güzelmiş ". Ve o filme gitmişler, çokta beğenmişler. Bu bir örnek bile benim yazdığım yazıdan aldığım hazzı anlatabilmek için yeterlidir sanıyorum.

Yine İğneada gibi tesadüfen gittiğimiz, sonra arkadaşlarımızla son iki üç senedir gittiğimiz bir yeri yazdım, hurriyet.com.tr bloglarında çıktı yazım ve üç binden fazla tıklama aldı, okundu. Bunları bilmek, görmek güzel bir şey.

O yüzden buradan sevgili arkadaşlarıma ve blogumu takip edenlere yanıt vermek istiyorum, ben blogumun okunmasından, takip edilmesinden son derece mutlu oluyorum, bilsem de, bilmesem de.Ama bundan daha önemlisi bir bloga sahip olmak, bana ait olması, özgürce istediğimi yazabilmenin de müthiş keyfini çıkartıyorum. Asla kimse okumuyor diye düşünüyorum, çünkü en azından ben okuyorum....

Sevgilerimle,
Haluk
26.09.2010 11:00