30 Aralık 2010 Perşembe

Ortaköy'ün Tarihi Hakkında ......

Ortaköy'ü ne kadar sevdiğimi beni tanıyan veya yazılarımı takip eden arkadaşlarım çok iyi bilir. 40 yaşıma kadar Ortaköy'ü sadece bir eğlence meydanı zanneden ben, 2000 Haziran'ın dan itibaren yaşamaya başladığım bu mekana aşık oldum. 10 seneyi aşkındır yaşadığım tek bir saniyeden mutsuz olmadım, sevinçlerimi, hüzünlerimi, aşklarımı, yaşamımı Ortaköy ile yaşadım. Onunla dertleştim, güldüm, eğlendim. Ortaköy'ün bende yarattığı pozitif enerjiyi mümkün mertebe çevreme yaymaya çalıştım. Ona olan aşkım bitmeyecek gibi, yazını da kışını da, baharını da seviyorum, her mevsim bir başka güzel. Yağmurunu da seviyorum, karını da. Bir çok yağmurlu günde denizi seyrettim, yürüdüm yollarında. Kar yağdığında sabahın köründe indim, meydanında güvercinlerle sohbet ettim.

Bu sabah aklıma geldi, Acaba Ortaköy eskiden nasıldı, tarihi ne, ne zaman kurulmuş, kim kurmuş, kimler yaşamış, bununla ilgili bilgi bulabilecek miyim Internette. Hani tamam Ortaköy'ün tarihini yazmak bana düşmez ama en azından bu kadar aşık olduğum bir yer hakkında daha fazla şey bilmeliyim, öğrendiklerimi de Blogumda paylaşır, ilgilendiğini ve sevdiğini bildiğim arkadaşlarımla da paylaşırım.

Öyle de yaptım, başladım google'da Ortaköy tarihçesini araştırmaya.

Karşıma ilk çıkan bir isim oldu, Gazeteci Necati Aksüt, Necati Bey aynı zamanda bir arkeolog ve sanıyorum o da Ortaköy aşıklarından. Dokuz yıldır araştırma yapıyormuş Ortaköy hakkında, bir çok bilgi toplamış, eski yaşayanlar ile görüşmüş, kitap yazıyormuş Ortaköy hakkında. Bir çok gazetede de bu haber çıkmış, hatta bir forum sitesinde Necati Bey kendisini anlatmış ve Ortaköy hakkında bilgisi ve belgesi olanlardan yardım istemiş, yazılarının ve isteklerinin bir çoğuna yanıt alamamış ama yılmamış ve araştırmaya devam etmiş.

Ben biraz kopyacılık yaparak, Necati Bey ile yapılan bir röportajdan bazı bölümleri alacağım. Ortaköy hakkında birazcık bilgi paylaşımı olsun, sanırım Necati Bey bu kopyacılığıma kızmaz.

Yazılı kaynaklara göre Ortaköy'ün en eski ulaşılabilen tarihi 9. yüzyıl Bizans zamanıymış ama çok bir bilgi yok. Osmanlı zamanında ise Yıldız Sarayının hemen yanında yer aldığı için Saray Artıklarıyla beslendikleri için " Ortaköy'e Duman Tütmez " derlermiş. Ortaköy'ün eskilerden beri en önemli özelliği Ermeni, Yahudi, Rum ve Müslüman Cemaatinin yan yana sorunsuz yaşaması olarak görülürmüş. Ortaköy'ün aslında farklı isimleri olmuş. İlk bilinen ismi Mesa Hora, daha çok Rumların verdiği bir isimmiş, bir başka verilen ad Arkheon olmuş, bir başkası da Aya Fokas.

Bu arada benim de evimin yer aldığı PORTAKAL yokuşunun da hikayesini öğrendim. Ben de herkes gibi Portakal Yokuşunun adının eskiden herhalde etrafında Portakal Ağaçları vardı diye düşünürdüm, hatta o kadar emindim ki, araştırmadım, sormadım bile.

Halbuki, bu yokuşun adının II. Abdülhamit zamanında Maliye Nazırı olarak görev yapan Mikail Portukal Paşa yaşadığı için bu yokuşa o ad verilmiş.

Sahil ise eskiden bir balıkçı köyünü andırıyormuş, sahil o zamanlar kayık ve kürek yapımıyla uğraşan atölyeler ile doluymuş, daha sonra demircilik işlerine dönmüş, sonra da bildiğimiz çay bahçeleri oluşmaya başlamış. Bildiğiniz gibi Ortaköy'de yan yana cami-kilise-sinagog var. Bu da benzeri az görülen bir üçleme.

Ancak Ortaköy'deki tarih bununla kalmıyormuş, bugün Ortaköy'de bir Ermeni Katolik Kilisesi, bir Ermeni Geregoryen Kilisesi, iki Rum Kilisesi, iki Sinagog ve iki de Camii bulunuyormuş.

Neyse, sizleri daha fazla sıkmayayım, sonuçta Ortaköy bugün İstanbul'un göz bebeği bir yer. Tamam trafik sorunu var, kalabalık ama içinizi huzurla dolduran bir mekan. Eskiyi de bu kadar bilmek yeterli değil mi :))) Bu vesileyle yeni yılınızı en içten duygularımla tekrar kutlayayım ve 29 Ekim coşkusunu yaşadığımız bu güzel mekandan çekilmiş bir fotoğrafla sizlere veda edeyim :)
Sevgilerimle,
Haluk
30.12.2010 11:00

29 Aralık 2010 Çarşamba

Ali Sami Yen'den ARENA'ya.....

Tarihi günlerimden birini yaşadım desem yalan olmaz. Sabah Murat aradı, bugün müsaitsen gidelim GS Telekom Arena'dan kombine alalım dedi, olur dedim, öğleden sonra saat üç gibi geldi ve Ali Sami Yen stadına gittik. Bu kez şunu söylemeliyim ki çok profesyonelce hazırlanmışlar. Kalabalık yok, kuyruk yok, gayet güzel sıcacık odalarda oturup, kombinenizi alıyorsunuz.

Murat yer konusunda uzun uzun çalışmalar yaparken bir ara dışarı çıktım, Ali Sami Yen'i seyrettim. Kimse yok, bomboş halini ilk defa görüyorum. Sonra senelerdir yaşadığım stat heyecanımı düşündüm. Saatlerce maçın başlamasını beklediğimi, maç başladıktan sonra da zamanın nasıl hızla tükendiğini.

Ne kadar mutlu, keyifli anlarım geçti bu statta, ve bir o kadar da küfrederek, üzülerek, sinirlenerek çıktığım anlar. Başarılı olduğumuz dönemler, bu sene olduğu gibi yerlerde süründüğümüz zamanlar. Esasında işin gerçeği, kalben yaşamadığınız zaman, bu heyecanı anlayabilmeniz olanaksız. Hani bunu holigansal bir yaklaşımla söylemiyorum veya aşırı fanatizmden dolayı demiyorum, o taraftar ruhunu, sevginizi içten hissetmenizden bahsediyorum.

Ben hiç bir zaman fanatik olmadım, Galatasaray'ı çok sevdim ve hala da çok seviyorum, ama bu sevgim bir başkasıyla kavga edecek, dalaşacak boyutlara hiç gelmedi. Hiç bir kavgaya karışmadım, kimseyle ağız dalaşına girmedim. Yendiği zaman sevindim, mutlu oldum, yenildiğimiz zaman üzüntümü kendimle paylaştım. Galatasaray'lı olmaktan her zaman gurur duydum. üzüldüğüm, kolumdaki bilekliği yaktığım, sinirlendiğim çok zaman oldu.

Her zaman kendime şunu söyledim, ben Galatasaray'ı seviyorum, ben bir Galatasaray'lıyım, başarı gibi başarısızlık ta var, hele ki koskoca bir ligde o kadar takım arasından sadece bir tanesi şampiyon olacaksa ve maalesef Türkiye'de başarı şampiyonlukla ölçüldüğü sürece, yapacak bir şey yok. Futbolda başarının dünü yok, yarını yok, sadece BUGÜNÜ var. O yüzden önemli olan sevginizin eksilmemesi ve o sevgiyle takımınızı desteklemeye devam etmeniz.

Neyse, Galatasaray kombinesinden nerelere geldik :) Stat muhteşem gözüküyor, dediğim ggibi Bilet satışlarındaki çalışmalar ve Pazarlama harika. Mesela koltuk seçiyorsunuz, o koltuktan maçı nasıl seyredeceğiniz simulasyon programı ile gösteriliyor. 

Pazarlamacı çocuklar genç ve kibar. Her türlü sorunuzu anında yanıtlıyorlar, bir tek Murat'ın sorduğu " Merdivenlerin genişliği ne kadar " sorusunu bilemediler :) Onun dışında ben çok profesyonel ve başarılı buldum.

Fiyatlar fena değil aslında, 1,5 sezonluk satış yapılıyor, 1.275.- TL'den başlıyor, 7.500.- TL ye kadar uzanıyor, GS BONUS kartı olanlar şanslı, çünkü sadece GS Bonus kartına 12 ay taksit yapılıyor. Stat dört bölümden oluşuyor, Batı - Güney - Doğu ve Pegasus tribünleri. Batı kısmı VIP ve LOCA'ların olduğu bölüm, Doğu kısmı bizim Ali Sami Yen'deki Kapalı bölümü. Satışlar da fena değil dedi pazarlamacı çoouk, Açıklar neredeyse tükenmiş, geriye pahalı olanlar kalmış, onların da zamanla tükeneceğini düşünüyorlar.

Sevgilerimle,
Haluk
29.12.2010 16:30

28 Aralık 2010 Salı

Yeni Yıl Mesajım ........

Yeni bir yıla girmeye sayılı günler hatta saatler kaldı. Planlar, programlar muhtemelen tamamlandı, artık herkes 31 Aralık 00:00 saatini bekliyor. Kimi ailesinin, sevdiklerinin yanında, kimi uzak. Kimi sevgililer birlikte, kimi sevgililer ayrı geçirecekler. Herkeste ortak olan tek duygu, yeni yılın kendisine güzellikler getirmesi. Ben de öncelikle canım ailem, akrabalarım, oğlum, sevgilim ve  tüm arkadaşlarım için 2011 yılının öncelikle SAĞLIKLI, sonra HUZURLU, sonra MUTLU ve BAŞARILI geçmesini  dilerim.

Güzel şeyleri umut etmek, hayal etmek insanın motivasyonunu arttıran bir unsurdur. Hayal etmek, umut etmek ve istemek ile BEKLENTİ'leri birbirine karıştırmadığınız sürece, yarına daha güzel bakabilir, daha keyifli yaşamak için çabalayabilirsiniz. Benim bugüne kadar gördüğüm en sıkıntılı ve insanları üzen durumlar Beklentilerin Gerçekleşmediği anlar olmuştur. Bununla ilgili bir de istatistik yayınlamışlardı; Örneğin, 14 Şubat Sevgililer Günü aslında tam tersine ertesi günü sevgililerin en çok ayrıldığı gün olurmuş. Nedeni ne? Tabi ki o güne özel beklentiler ve o beklentilerin gerçekleşmemesi.

Benim özellikle tavsiye etmek istediğim bir şey var. Yeni yıla kendinizde değişiklik yaparak girmeye çalışın. Düşünce yapınızda ne istediğinizi, nasıl istediğinizi ve ne zaman istediğinizi planlayarak ve kalben isteyerek girin. Siz istemedikten sonra hiç bir şeyin değişmediğini, eğer bugün olaylara pesimist yaklaşıyorsanız, yeni yılın bunu değiştiremeyeceğini unutmayın. Yeni yılda yaşamında değişiklikler isteyenler mutlaka bu değişime kendilerinden başlamalılar. 

Peki ama NASIL dediğinizi duyar gibiyim :) Değişimleri nasıl yapabilirim, şimdiye kadar kaç defa denedim, hiç birisi olmadı, hiç bir şey değişmedi diyeceksiniz belki, ama şunu unutmayın, değişmeyen tek şey değişimdir. Yaşamınızdaki değişimleri algılayabilmek kolay olmayabilir ama siz değişiyorsunuz, çevreniz değişiyor, arkadaşlarınız değişiyor, Dünya değişiyor. Siz bu değişimin dışında zaten isteseniz de kalamazsınız. Bu değişimleri yaşayabilmek ve anlayabilmek için kendinize samimi olmanız ve kişisel irdelemenizi doğru yapmanız gerekir. Kendisine dahi gerçekleri söyleyemeyen birisi, nasıl değişmek isteyebilir ki?

Her şeyden önce NE İSTEDİĞİNİZE karar verin. 2011 yılından ne bekliyorsunuz değil, siz 2011 yılından ne istiyorsunuz? Bu istekleriniz de ne kadar samimisiniz? Bu isteklerinizi gerçekleştirebilmek adına kendinizdeki değişimleri yapabilecek misiniz? Yoksa, dünden bugüne yaşamınızda hiç bir şeyi değiştirmeden bir şeylerin oluşmasını, gerçekleşmesini mi istiyorsunuz? Böyle bir şey olabilir mi?

2011 için isteklerinizin tümünün gerçekleşmesi dileğimle, hepinize sevdiklerinizle birlikte Sağlıklı, Mutlu ve Huzurlu yeni bir yıl dilerim.  Bu arada unutmadan eklemek istiyorum; gerek yıllar öncesinden, gerek 2010 yılında bir çok arkadaşımızın ailesinden, yakınlarından ve arkadaşlarından kişiler vefat etti, o arkadaşlarım eminim bu yeni yıla girerken buruk girecek, hüzünlü anları olacak. Hepsinin başı sağ olsun, 2011 yılı hepimize ve sevdiklerimize hayırlı, uğurlu olsun.

Sevgilerimle,
Haluk
28.12.2010 12:30

25 Aralık 2010 Cumartesi

7*24 ....

Bu tabiri bir çoğunuz biliyorsunuzdur değil mi? 7 * 24 , yani Yedi Gün, Yirmi Dört Saat ...En çok hizmet ve servis sektöründe kullanılan bir terimdir. Aldığınız ürüne 7 gün 24 saat servis veriyoruz anlamında. Yani özeti, ne zaman sıkışırsanız arayın anlamına gelir.

Hayrola, bu açıklama ile nereye geleceksin bakalım diye düşünenleri daha fazla bekletmeyeceğim, konum yine Ortaköy Cheesecake'de kemiklerimi ısıtan güneş ve içtiğim demli, enfes çayımdan yudumlar alırken sağımda ve solumda oturan kişilerin sohbetlerine ister istemez ortak olmam. Peki, sağınızdaki masada  iki erkek, solunuzdaki masanızda iki tane kız oturuyorsa ve derin bir sohbet halindeyseler acaba ne konuşuyor olabilirler? Tahmin etmenizin zor olmayacağını düşünüyorum. Evet yanılmadınız FACEBOOK.

Artık 7 gün 24 saat hatta belki biraz abartalım 365 gün Facebook ile yatıyor, Facebook ile kalkıyoruz. Neden mi? Yanımdaki erkek arkadaşlarım bunun nedenini şöyle anlatıyorlar, ya da aralarında ve sonradan cep telefonu ile konuşmaya katılan üçüncü arkadaşları vasıtasıyla anlatıyorlar;

Masadaki erkeklerden birisi : " Neden son yazdığıma yorum yazmadın? Senden bekledim ki ben devam edeyim, senden yorum gelmeyince öyle mal gibi kaldım ".
Masadaki diğer erkek kişi : " Ya ben onu sonradan gördüm, o arada .... oynuyordum, ben yazacaktım ama sonra baktım, sen çıkmışsın ".

Bu bir süre daha devam ediyor, sonra erkeklerden birisinin telefonu çalıyor, bir iki sohbetten sonra, masadaki erkek telefondaki arkadaşı ile şöyle bir sohbete başlıyor.

Masadaki erkek : " Abi, benim yoruma benden sonra bir yorum yazan var mı? "
Telefondaki ses muhtemelen " Hangi yorumuna " diye soruyor.
Masadaki erkek : " Oğlum yazdım ya, kimdi o Figen mi ne, ona yazdım hani Sen gittin gideli, Gözlerim görmüyyor falan gibi bir şey yazdım, ona kimse bir yorum yazmamış mı? "
Telefondaki ses muhtemelen " Kontrol edeyim " diyor.
Masadaki erkek : " Tamam sen bir bak, önemli bir şey varsa beni ara, bir de Özge'ye baksan girmiş mi? "
Telefondaki ses muhtemelen " Hangi Özge " diye soruyor.
Masadaki erkek : " Ya Özge vardı ya, özlem'in arkadaşı, kafamı bozdu bir gün, sildim ben de, sen de kayıtlıdır, bir bak bakalım, girmiş mi, girdiyse bana haber ver ".
Telefondaki ses muhtemelen " Tamam " diyor.
Masadaki erkek : " Tamam biz de kalkıyoruz, ben birazdan Taksim'den bir yerlerden girer bakarım yine, sen yorum falan olursa beni haberdar et ".

Aynen bu yaşanıyor, telefon kapandıktan sonraki sohbette farklı değil, facebook aşağı, facebook yukarı..Bu arada da kahvaltı devam ediyor. Sonra paralarını ödediler ve ayrıldılar.

Gelelim Kızlara....Onlar da bir başka alem, onların konusu Fotoğraflar....O kim koydu, neden koydu, kimi tagladı, neden tagladı, kim ne yorum yaptı..bu kadar açık foto konur mu, ne mesaj vermeye çalışıyor anlamıyorum, vs vs vs .benzer konuşmalar.

O yüzden artık bugün kesin ikna oldum, iki boyutta yaşıyoruz, hani FRINGE gibi de değil, öyle gizli kapaklı da değil, resmen artık bir REEL DÜNYAMIZ, bir de SANAL DÜNYAMIZ var ve artık neyi nerede nasıl ve ne zaman yaşadığımızın farkında değiliz. Faceook yaşamımızın artık değişmez bir parçası. hani eskiden anamız, babamız, kocamız, sevgilimiz kızardı neden bu kadar nettesin, ne buluyorsun bu nette diye, şimdi anamız, babamız da facebook'ta. Hatta biraz sizi göremesinler Facebook'ta merak ediyorlar. Ne o oğlum, kaç gündür Facebook'ta bir şey paylaşmadın, hasta mısın diye bir de telefon açıyorlar :)

İşin şakası bir tarafa Facebook çılgınlığı gerçekten başını almış gidiyor. Eskiden sohbet programlarından uzak kalabilirdiniz, çöpçatan sitelerine girmeyebilirdiniz ama şimdi öyle değil, artık Facebook sadece bizim değil, ailelerimizin de haberleşme aracı oldu, işimizden özel yaşamımıza kadar, hani dedim ya 7 gün 24 saat diye, pekte haksız sayılmam değil mi :)

Sevgilerimle,
Haluk
25.12.2010 18:30

Ustaya Saygı ...Yılmaz Emen

Bursa Irgandı köprüsü üzerinde bir dükkan, kapısında da beyaz saçlı gözlüklü bir adam oturuyor, dükkanın önünde sergilenen eserler muhteşem, bildiğimiz çatal, bıçak ve kaşıktan yapılmış. Hayran hayran eserlere bakarken arada fotoğraflara gözüm ilişiyor. Bir çok Devlet erkanı ile birlikte çekilmiş fotoğraflar var, Fotoğraflara biraz daha dikkatli bakınca, kapının önünde oturan kişi olduğunu görüyorum.

Ona baktığımızı anlayınca gülümsüyor, yerinden kalıp geliyor ve anlatmaya başlıyor.

Adı Yılmaz Emen, 1942 Bursa doğumlu. İlkokul birinci sınıfa kadar okumuş, 1950 senesinde, henüz sekiz yaşındayken Kayhan çarşısında kılıç, bıçak yapan bir ustanın yanında çıraklığa başlamış. Sonrasında da metale estetik biçimler vererek bir çok eser yapmış. Metale ve ağırlıklı olarak çatal-bıçak ve kaşıklara estetik katarak bir çok heykeller yapmış. Bugüne kadar 91 kişisel sergi açmış, 4 karma sergiye katılmış. TOPLUMA ULAŞMAMIŞ SANAT, SANAT DEĞİLDİR demiş ve ne yaptıysa sanatseverlere sunmuş. Bugün halen devam etmesini sağlayan tek şeyde yaptığı eserlerin satışından elde ettiği gelir.

İnanılmaz bir referans listesi var, 1974-1975 yıllarında Kültür Bakanlığının Ülke Turizmine Üstün Hizmet ödüllerini almış. Bir çok Devlet Başkanına, Cumhurbaşkanına, Başbakanlara hazırlamış olduğu heykel ve eserler takdim edilmiş, 2005 yılında T.C. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Onur Ödülünü almış. Geçtiğimiz yıllarda da kendisine Devlet Sanatçısı ödülü verilmiş. Yani açıkçası ben bu belgeleri dükkanında gördüğümde şok geçirdiğimi söylemeliyim. Bu kadar mütevazi bir insan görmedim desem inanın. Bugün iki tane uyduruk şarkı ile veya dizide oynayarak bir yerlere gelen insanları gördükten sonra içim sızladı.

Biraz sohbet ettik, anlattı, tek gözü görmüyor, sadece yaptığı heykel ve işler ile geçinmeye çalışan BÜYÜK bir USTA. Yaptığı şeylerden iki tane aldım, ama her seyahtimde daha fazlasını da almaya kararlıyım.

Özellikle DON KİŞOT çalışmaları muhteşem.


Bursa'daki arkadaşlarıma bir tavsiyem olacak;


Hani yılbaşında hediye almak isteyen arkadaşlarıma kesinlikle tavsiye ederim, mutlaka bu ustanın dükkanına gitsinler.Eserlerine baksınlar, hem mükemmel bir hediye seçmiş olurlar, hem de ustaya biraz yardımları olur. Abuk sabuk hediyelere harcanacak paralar bu ustaya gitsin.

Sevgilerimle,
Haluk
25.12.2010 10:00

Irgandı Köprüsü ...

Irgandı Köprüsü deyince kaç tane arkadaşım bu köprüden haberdardır gerçekten çok merak ediyorum. Bursa'lı arkadaşlarım veya gerçekten gittikleri yerleri didik didik eden seyyah arkadaşlarım gülümseyerek haberdar olduklarını söyleyeceklerdir. Ancak ben kaç senedir Bursa'ya gelir giderim, Uludağ, Ulu Cami, Yeşil Türbe falan derken böyle bir köprüden hiç haberdar değildim. Eğer Bayi ziyaretimizde, bayimizin ofisi bu köprünün karşısında yer almasa yine haberdar olamayacaktım. Ancak bunun tüm kusuru bende mi  onu da bilemiyorum, bir çok noktası teşhir edilen, duyurulan Bursa'da, bu köprüden şimdiye kadar bahsedildiğini duymamak bir tek benim ilgisizliğim olamaz  diye de düşünmeden edemiyorum.

Bahsettiğim gibi, Pazarlama Müdürümüz ile birlikte Bursa'ya Bayi ziyaretine gittiğimizde ofisinin karşısındaki bu köprü dikkatimi çekti. Toplantımızı bitirdikten sonra hemen İstanbul'a dönmemiz gerekiyordu ama ben bu köprüye biraz zaman ayırmak istedim ve iyi ki de ayırmışım. Çok etkilendiğimi söylemeliyim. Hele bu kadar eşi benzeri tüm Dünyada sadece 4 tane kalan bir köprüyü görmek açıkçası beni çok sevindirdi. Hele bir de Venedik'te bulunan Rialto Köpürüsünü, Floransa'da bulunan Ponte Vecchio köpürlerini şahsen görüp, kendi ülkemde, burnumun dibindeki Irgandı köprüsünü görmemenin ayıbını böylelikle ortadan kaldırmış oldum.

Köprü aslında oldukça tarihi bir köprü. Önce adından başlayayım, IRGANDI adı Irgamak'tan geliyor, Irgamak ise Oynamak, Kımıldamak anlamına geliyor. Köprünün başında şöyle bir açıklama yer alıyor " Orhan Gazi Bursa'yı fethettiği sırada Tanrı uğrunda savaşan yiğitlerden biri bu köprü yerinde "çıkayım mı, geleyim mi" diye bir ses işitir. Gazi hemen kılıç çekip "Çık bakalım, ne yapabilirsin" diyerek sesin geldiği bir yere kılıç vurunca vurduğu yerden gürleyip büyük bir hazine meydana çıkarak yer ırgalanıp sallanır, sarsılır. Gazi, hayrette kalarak şaşırır. İki yanına bakarak ne görse iyi? Derenin içi sikkeli altınlarla dolu.Hazineyi bulan, hemen koşarak Orhan Gazi'ye olanları anlatır. O da: "Ne hayır ettin! Allah sana kısmet etmiş. Git Bursa'da hayra sarf et." diye emreder. Savaşçı bütün hazineyi evine taşıyarak onda birini devlet hazinesine verdikten sonra kalanı ile büyük bir köprü yaptırır. İşte Irgandı Köprüsü denmesinin sebebi budur. "


Köprünün tarihçesi 1442 yıllarına dayanıyor, 1442 yılında Irgandı'lı Ali'nin oğlu Hacı Muslihiddin tarafından inşa edilmiş, depremlerde hasar görmüş, daha sonra savaşta Yunan bombardımanına uğramış ( bana Mostar köprüsünü anımsattı ). Daha sonra restore edilerek 2004 yılında Turizme açılmış. Köprü tek katlı ve iki yanı dükkanlar ile çevrili. Bu dükkanlardan bir tanesini ayrı bir sayfada anlatacağım, çünkü eşi benzeri görülmemiş bir ustanın dükkanı da var burada. Yaptığı çalışmalar ile Devlet Sanatçısı ünvanını almış bir sanatçı, bir sonraki hikayemde ondan bahsedeceğim.

Köprü üzerinde gençlerin buluştuğu nargile evleri var, dükkanlarda ise genelde Bursa Kandilleri ve Mum üzerine çalışmalar olduğu gibi yine Bursa sanatçılarının sedef, el minyatürleri tarzında çalışmaları da mevcut. İnanılmaz keyifli bir mekan, bir sonraki Bursa seyahatimde bu mekana daha fazla zaman ayırmam gerektiğini düşünüyorum. Umarım benim gibi Bursa'yı ziyaret eden arkadaşlarımın da uğrayacağı bir mekandan onları haberdar etmişimdir. Özellikle Dünya'da eşi benzeri sadece 3 tane olan ( Venedik ve Floransa'da olanların yanında sonucusu da Sofya'da Osma Köprüsü ) bu köprüyü ziyaret ettiğinizde beni anımsarsınız :)

Sevgilerimle,
Haluk
25.12.2010 09:45

Beş film .. Beş yorum ...

13 .....Rus Ruleti....Hani bir çok filme konu olan Rus Ruleti bildiğiniz gibi ölümcül bir şans oyunu. Aslında tabi buna oyun demek ne derece doğru olur bilmiyorum, sonuçta dediğim gibi ÖLÜMCÜL. Bugüne kadar bir çok filmde Rus Ruleti oyununu seyrettim ama ilk defa bir filmin direk konusunun Rus Ruleti olduğunu gördüm, belki başka filmlerde vardır ama seyretmedim.

Filmden etkilenmedim dersem yalan söylemiş olurum, sonunu tahmin etseniz bile film o kadar başarılı çekilmiş ki, o anın heyecanını siz de yaşıyorsunuz. Görmeyenler için mutlaka alıp seyretmelerini tavsiye ederim. O anki heyecanı yaşayacağınıza eminim. Filmde son zamanların en başarılı aksiyon oyuncusu Jason Statham da oynuyor.

Şantaj ....Filmi paylaşan üç oyuncunun adını saymam zaten size filmi hemen almanız gerektiğini söyleyecektir. Robert de Niro, Edrward Norton veeeeMilla Jovovich. İnanılmaz üçlü ve tabi yine son derece muhteşem bir film. Konusu da çok alışılageldik değil. Emekli olacak olan Şartlı Tahliye Memuru ile tahliye olmak isteyen bir suçlu ve onun karısı.

Bu üçlü arasında geçen bir film ve tabi filmde Milla oynayınca ufak tefek erotik sahnelerin olacağı aşikar. ben çok başarılı buldum, zaten dediğim gibi böyle bir üçlünün oynadığı film de başarılı olmalı :)

Hırsızlar Şehri....Oldum olası beğendiğim ve sevdiğim aktörlerden birisidir Ben Affleck. Hep iyi filmlerde oynamıştır, bu sefer yönetmen de kendisi. Bu seferde öyle diye düşünüyorum. Konusu çok kez işlenmiş olan Banka Soygunları ile ilgili bir film yine ama bu sefer içine biraz da aşk serpiştirilmiş. Sizi sıkmıyor.

Kadın oyuncuyu olarak seçilen Rebecca Hall'da oldukça başarılı bir performans sergilemiş. Konusu, soydukları bir bankada çalışan bir banka müdiresini rehin aldıktan sonra soyguncu ile banka müdiresi arasında tutkulu bir aşka dönüşen ilişkiler anlatılıyor.

Sıkılmadan izleyeceğiniz bir film.

Durdurulamaz ....Hayran olduğum ve hemen hemen her filmini seyrettiğim Denzel Washington'dan bir film daha. Neden bilmem sanıyorum bu arka arkaya seyrettiğim ikinci Denzel Washington ve Trenlerle ilgili filmi, belki trenlere karşı özel bir ilgisi var :) neyse, oldukça etkili ve güzel sahnelerle donatılmış bir aksiyon filmi.

Kondüktörün umarsızlığından kaynaklanan bir trenin başı boş kalarak son hızla hareket ettiği bir demir yolunda onu durdurmaya gayret eden Denzel ve yardımcısının filmi, yardımcı rolünde de son zamanların yıldızı parlayan oyuncusu Chris Pine oynuyor. Çekimler çok başarılı, heyecanlı sahneler var.

Beğendiğimi söylemeliyim.

Takers...Yine aktör olarak çok beğendiğim ve şimdiye kadar kötü filmlere imza atmadığını düşündüğüm Matt Dillon'dan bir film. Konusu yine çok sıradan olmasına rağmen çok kötü bir film değil. Planlama ustaları bir grup banka soyguncusu ile onları yakalamaya çalışan polislerin hikayesi. Aslında sonunu hemen tahmin ettiğinizi düşündüğünüz bir film gibi gözükse de, sonunda biraz şaşırabilirsiniz. Oyuncular oldukça iyi seçilmiş, çekimleri de başarılı. Aslında bu filmde dikkatimi çeken, çok isim yapmış oyunculardan ziyade, genelde dizilerde yardımcı roller almış oyuncuları tercih etmişler, hani filmlerden ziyade dizilerde farklı roller almış oyuncuları hemen tanıyorsunuz, ille kaçırmamanız gereken bir film değil belki ama hani zamanı güzel geçirtebilir.

Sevgilerimle,
Haluk
25.12.2010 09:15

CARLOS ... Efsanevi terörist

Bizim yaş grubu ve üstü CARLOS adını duyunca hemen kimden bahsettiğimi anlayacaktır, hatta ÇAKAL bile demem yeterli olacaktır. Evet, yetmiş ve seksenli yılların efsanevi teröristi ÇAKAL CARLOS'dan bahsedeceğim.

Neden derseniz, dün akşam 2010 senesinde çekilen ve 63. Cannes Film Festivalinde gösterilen CARLOS dizisini seyrettim, üç bölümden oluşan mini diziyi ben gerçekten çok beğendim, gerçi Carlos Bey hiç beğenmemiş, hatta gülünç bulmuş ama olsun, en azından bizim çocukluğumuzda, gençliğimizde gazetelerden okuduğumuz Çakal'ın gerçek hayat hikayesini öğrenmek oldukça keyifli oldu.

Her zamanki gibi ilgimi çeken ve gerçeklerden yola çıkarak hazırlanan bu tarz filmlerde uyguladığım metodu bu seferde uyguladım. Filmi bitirdikten sonra Google'ın başına geçtim ve Çakal Carlos ile ilgili bütün detayları okumaya çalıştım.

Filmde söz konusu edilen olayların ne kadar doğru aktarıldığını öğrenmeye çalıştım.

Tabi filmde bir çok detay var ama bahsedilen olayların hemen hemen hepsi gerçek. Google'da bu konuda oldukça fazla bilgi var.

Gerçek Carlos, filmde bazı sahnelerin çarptırıldığını söylemiş, özellikle adından en çok söz ettirdiği 1975 Yılındaki Viyana'daki OPEC Petrol Bakanları toplantısı baskının filmde iddia edildiği gibi Irak Lideri Saddam Hüseyin tarafından değil, Libya Lideri Muammer Kaddafi tarafından verildiğini söylemiş.

Belki buna benzer henüz doğruluğu kanıtlanmamış bilgiler de vardır ama genele baktığınızda Carlos'un hayatını okuduktan sonra filmin çok başarılı çekildiğini söyleyebilirim.

Tabi filmde Carlos'u oynayan Edgar Ramirez'in başarısını küçümsememek lazım. Zaten Carlos'a da inanılmaz benzetilmiş. O zamanlardan anımsadığım, Çakal'ın yüzünü kimsenin bilmediğiydi.

Kılık değiştirmekte usta olan ve uzun bir süre yakalanamayan Carlos'un 1994 senesinde yakalanması olay olmuştu. Efsane haline gelen ama acımasızlığı ile de ünlenen Carlos, Fransa'da bir hapishanede yaşamını sürdürmekteymiş.

Hayat hikayesini benim gibi merak edenler için aşağıda kısaca bilgi vereyim.

Çakal Carlos'un gerçek adı İlich Ramirez Sanches.1949 Venezuela doğumlu. 1966 senesinde İngiltere'ye üniversite eğitimi için gidiyor. MarksistDevrimcilik adına eylem yapan bir çok örgütün içinde yer alıyor, eylemlerine katılıyor. Daha sonra Yaser Arafat'a karşı kurulan Filistin örgütünde eğitimler alarak İsrail'e karşı savaşmaya başlıyor. İngiltere ve Fransa'da bir çok bankanın, derneğin, gazetelerin  bombalanması olaylarına karışıyor.  Hem örgütün içinde, hem dünyada agresif yapısı ve acımasızlığı  ile ön plana çıkıyor. Fransa'da yakalanacakken 2 Fransız polisini öldürmesi sonucu Tüm Dünya Gizli Servislerinin en çok aranan ismi olmasına neden oluyor.

Ama asıl adını en çok duyurduğu eylem 1975 yılında Viyana'daki OPEC baskını oluyor. OPEC toplantısına katılan 70 delegeyi rehin alıyor, sonunda Libya PetrolBakanı hariç, kimseyi öldürmeden anlaşma yaparak ( 20 Milyon Dolar ) kurtuluyor ve sonra kendi örgütünü kuruyor.

25 yıl boyunca en çok arananlar listesinde bir numarada yer alan Çakal Carlos, 1994 yılında Sudan'da kurulan bir tuzakta ele geçiriliyor. Fransa'da kendisini savunan avukat ile evlenen Carlos, hala Fransa'da bir hapishanede müebbet hapise devam ediyor.

Sevgilerimle,
Haluk
25.12.2010 08:30

23 Aralık 2010 Perşembe

Eski Biobak'lılar ve Adile Sultan Kasrı...

Geleneksel olarak 2005 yılından beri en geç iki ayda bir yaptığımız eski Biobak'lı Yöneticiler yemeklerinden birisini dün akşam gerçekleştirdik. Spordan siyasete, eskilerden yenilere, nostaljiden bugüne hemen hemen her konuyu konuştuğumuz, keyif aldığımız mükemmel bir gece geçirdik. Her defasında farklı bir yerlerde buluşmaya çalıştığımız, benim sakalımı kesmeye karar verdiğimde de Ordu Evlerini denediğimiz mekanlardan bu seferki Validebağ Adile Sultan Kasrı veya Validebağ Öğretmen Evi oldu.

Validebağ Öğretmen Evi, Koşuyolu üzerinde bir koru aslında. Mustafa Kemal Atatürk'ün Öğretmenlere armağan ettiği bu ev aslında bir çoğumuzun bildiği, seyrettiği Hababam Sınıfının da çekildiği köşkün olduğu yer. Zaten yeni restorasyonu ve içindeki Hababam Sınıfı Müzesi ile çocuklarınızla birlikte koru içinde zaman geçirmek için ideal bir yer. Lokantası bir çok yere göre son derece hesaplı, tertemiz bir yer. Kasrın içinde yemek yediğiniz gibi, kasrın bahçesinde çay, kahve gibi gereksinimlerinizi karşılamanız mümkün. Yemek yediğiniz bölümde ayrıca müzikte var. Yani, özetle hem biraz nostalji, hem de tertemiz bir hava almak isterseniz ziyaret etmeniz gereken yerlerden birisi.

Biz burada toplandık dün gece, peki ama biz biz diyorum, biz dediğimiz kim. Aslında, blogumu ve yazılarımı takip eden arkadaşlarım tahmin edecektir. Biz dediğim biz eski Biobak yöneticileri. uzunca bir dönem birlikte çalıştıktan sonra Biobak'tan ayrıldığıımız halde, birlikte olma geleneğini yıllardır sürdüren bir grup. Aslında katılımcı sayımız artsa da, grubun sürekli kadrosunu da sizlere kısaca tanıtmak istiyorum. Böylelikle neden nostalji ile günümüzü birlikte yaşadığımızı, neden bir çok farklı konuyu birlikte konuşmaktan keyif aldığımızı anlatabilme şansım olur.

Hulusi Gençay. Bir İstanbul Beyefendisi. Hani öyle çakma beyefendi değil. Masanızda bulunan bir bayan ayağa kalktığında ayağa kalkan Beyefendilerinden. 1999 -2004 yıllarında Biobak'ın Genel Müdür Yardımcılığını yapıyordu. Ben 2004 senesinde Bayer'e geçtikten bir süre sonra Biobak'tan o da ayrıldı.

Dilinden düşürmediği sevgili eşi Semra Hanım'ın yanı sıra bir diğer aşkı da Galatasaray. Kimya Mühendisi. Kitap okumaktan ve Rakı içmekten bu kadar keyif alan ender insan tanıyorum. Biobak'tan sonra kendi işini kurdu, Perpa'da kendi işine devam ediyor.

Erol Özkan. Hani bir Süleyman Demirel'i bilirim her şeyi aklında tutan, sonra Erol Bey derim. 30 sene 40 sene önceki yaşadığı olayları anımsar, isimleri anımsar, yaşadığı olayları en ince detaya kadar anımsar.

Onunla da 1999 2004 senelerinde birlikte çalıştık, kendisi de o dönem Biobak'ın Satış & Pazarlama Müdürlüğünü yapıyordu. Bir süre sonra o da ayrıldı Biobak'tan ve kendi işini kurdu, hala da aynı işinde devam ediyor. Erol Bey'de ben ve Hulusi Bey gibi koyu bir Galatasaray'lı. İş yaşamı da oldukça renkli geçen Erol Bey'in uzun bir dönemde gazeteciliği var. Biobak'ta sanırım en uzun çalışanlardan birisi.

Rıfat Özkan. İçimizde Biobak'ta devam eden tek kişi. Benim dönemimde de, şimdi de Biobak'ın Muhasebe ve  Finans'ından sorumlu Müdürü. Konusunda uzman, Sinop'lu olmaktan gurur duyan bir abimiz.

Ayrıca hem Sinop'luların, hem de Zeytinburnu'luların yakından tanıdığı bir isim. İçimizdeki koyu Fenerbahçe'lilerden. Özellikle finansal konularda her zaman çözüm üreten ve bu konuda artık Guru haline gelmiş birisi.

Emekli olduktan sonra bile Biobak'ta görevine devam etmekte.

Bülent Çevik. Emeklei Jandarma. Biricik komutanıız, sevgili Albayımız. Biobak'ta bizimle birlikte çalıştığı dönemde İdari İşler Müdürlüğünü yapıyordu, o da bir süre sonra ayrıldı.

Yakında kayın peder olacak ( sanıyorum Haziran dedi ). Ankara - İstanbul gidip geliyor. Bu grubu toplam görevini üstlenmiş durumda, ondan gelen mailler ve harekat talimatlarıyla bizler toplanıyoruz :) Ayrıca gördüğüm en sıkı Fenerbahçe'li. Hayali bir gün Fenerbahçe'ye başkan olmak, kim bilir. Bir diğer önemli özelliği, Tivi'lerdeki bir çok yarışmaya müracaat etmesi ve bazılarında yarışması, hemen aklıma gelen KELİME OYUNU, orada ilk turu birinci bitirmiş, finalde elenmişti.

Ve ben tabi, diğer gecelerden olduğu gibi bu geceden de muhteşem keyif alan, anlatılardan, konuşulanlardan her defasında tecrübeler kazanan, dinleyen ve elinden geldiğince paylaşan. 2005 yılından beri kaçırdığım geceler oldu mutlaka ama  çok çok önemli bir işim olmazsa hepsine katılmaya çalıştım. Aslında bir dönem Biobak'ta çalışan Orhan Arancı Abimiz, Vedat Erol kardeşimiz de bazen bu toplantılara katılıyor. Ama bu bahsettiğim 5 kişi genelde bir çoğunda oluyor.

Ha tabi bazı arkadaşlarım sorabilir, e tamam da kardeşim bize ne senin yemek yediğin, eğlendiğin  eski arkadaşlarından, hayat hikayelerinde diye....demesin, ben o insanlarla geçirdiğim her an ve zamandan büyük keyif alıyorum, hem birlikte çalıştığımız dönemlerden, hem de şu anda herkesin yürümekte olduğu kendi yollarındaki tecrübelerinden. Dostluklar eğer koruyabiliyor ve devam ettirebiliyorsanız güzeldir. Ben de bu sefer, sadece fotoğrafları yayınlamaktansa, onlar için düşüncelerimi de ilave etmek istedim.

Sevgilerimle,
Haluk
24.12.2010 00:50