28 Şubat 2011 Pazartesi

Hazar'ın 17 yaşındayken yazdığı bir yazı ...EKLER PASTA :)

“-arız” ekine sinir oluyorum. Hem de inanılmaz derecede...Bunu dışarıya göstermiyorum, çevreme pek yansıtmıyorum fakat artık yansıtmaya karar verdim. Neden sürekli “-arız” ekini kullanır ki insanlar? Yaparız, bakarız, hallederiz, ız, iz... Sonra genelde cümle “bir gün, bir zaman” gibi kelimelerle tamamlanır. “Şu gün buluşalım mı?; yaparız bir ara yahu, tamam.”. Ne kadar da belirsiz!..

Bu ekin kullanıldığı ama gerçekleşmeyen o kadar çok organizasyona şahit oldum ki, artık güvenemiyorum “-arız” ekine. Bende, sanki karşımdaki istemiyormuş ya da ben ona zorla yaptırıyormuşum hissi uyandırıyor. En iyi ihtimalle, bana karşımdakinin pek uğraşmayacağını ifade ediyor. Ancak, dediğim gibi bunu çevreme pek yansıtmıyorum. Yalnızca, görüşmeyi gerçekten arzuladığım insanların üzerine gidiyorum, ki; ben böyle yapınca, neticede benim istediğim olmuş olsa da karşı tarafın kısmen memnuniyetsizliği sebebiyle rahatsız oluyorum. Şöyle bir bakıyorum da, basit bir ek benim için neler neler ifade ediyor. Halbuki insanlar adam gibi söyleseler ne kadar da güzel olur!

“-arız” ekinden ne kadar nefret ediyorsam, “-alım” ekini de bir o kadar seviyorum. Bakın; “Seninle de bir ara Taksim’de buluşup, bir şeyler yaparız.” ile “Seninle de bir ara Taksim’de buluşup, bir şeyler yapalım.” arasında ne kadar çok fark var değil mi? Birincisi; “-alım” eki, cümleyi daha bir sempatikleştiriyor. İkincisi ise, daha kararlı ve istekli bir teklif yapmanızı sağlıyor. Dileğinizin sözde kalmasını istemediğinizi, “-arız” ekinden çok daha belirgin bir biçimde vurguluyor. Ve deneyimlerimden de yola çıktığım üzere, “-alım” ekinin kullanıldığı zamanlar, önerilen eylem gerçekten de gerçekleşiyor! İlginç değil mi? Hayır; aslında ilginç değil, yalnızca bir gerçek niteliğinde.

Hadi varolan yargıyı gerçekleştirmek istemiyoruz diyelim, ne yapabiliriz? En kolayı ama çoğunlukla en acısı açık sözlü olmaktır. Ya da ufak bir beyaz yalan iş görebilir. Örneğin;”Şu sıralar kafamı kaldıracak zamanım yok; başka bir programım var; iki gün sonraya yetiştirmem gereken çok önemli bir işim var; hastayım.” gibi nedenler öne sürülebilir. Ancak bunun püf noktası mazeret niteliği taşıması gereken bu bahanelerin aynı zamanda mantıklı ve tutarlı olması, hatta, aksak hiçbir noktasının bulunmamasıdır. Gerçekten iyi düşünmeniz gerekiyor. Eğer yalan da söylemek istemezseniz, dürüst olmak en iyisi. Dürüst olmanız, hem karşı tarafa -bir nebze de olsa- olumlu yansır, hem de siz de bir daha yalanınızı kıvırmakla uğraşmak zorunda kalmazsınız. Mesela; yapılmak istenen programa, “Canım istemiyor; evde oturacağım; boşver ben gelmeyeceğim.” gibi yanıtlar verebilirsiniz. Hem o zaman karşı tarafı da uğraştırmamış olursunuz:)

İnsanlara karşı ben de böyle miyim, bilmiyorum; umarım değilimdir. Ama sanırım bu yazıyı okuyanlar artık hem benim konuşmama hem de kendi konuşmalarına dikkat edecekler. Aslına bakarsanız, ben de dikkat edeceğim...

Hazar İlhan



Herkes hak ettiğini yaşar ....

Herkesin yaşama bakış açısı çok farklı. Genelde birbirine benzer gibi gözükse de, kendi içinde dinamiklerinin farklı olduğunu yaptığınız sohbetlerden anlıyorsunuz. Ancak, yaşama bakış açılarımız değişiyor. Geçen sene, beş sen önce, on sene önce belki geçtiğimiz ay, benzeri olaylara aynı tepkileri vermiyoruz gibi geliyor bana. Ya daha agresif olmuşuz, ya daha olgun, sakin. Bunda geldiğimiz yaşın ve bu yaşın getirmiş olduğu olgunluk ve tecrübenin de yeri var sanırım.

Ben uzun zamandır adet edindim, kimsenin ilişkisi hakkında yorum yapmıyorum, en yakın arkadaşım dahi olsa, herhangi bir fikir bildirmiyorum. Mutsuzum da dese, mutluyum da dese, ben o ne hissederse onu yaşamak istiyorum. Onun mutsuzluğunu mutluluğa çevirme gayretim yok. veya mutluyken abuk sabuk nedenler ile mutsuz etmeye de.

Bunun ana nedeni şu, bir ilişki yaşayan, evlilik yaşayan, sevgililik yaşayan, adı her neyse, kadın ve erkeğin yaşadığı bir olayda, yaşanılanlar konusunda ben nasıl bir fikir yürütebilirim. Ya kadın, ya erkek bana ayrı ayrı birlikteliklerinden bir şeyler aktarırlar, dinlersin ve kendince bir sonuç çıkartırsın. Peki gerçekten sana anlatırlarken objektif olabilirler mi? Senin kişisel gözlemlerin doğru sonuç verir mi? Sen tarafsız gözle dinleyip, olayları yorumlamaya çalışsan, senin yorumların hangi dünya görüşüne dayanacak, geçerli Dünya kabulleri mi? Yoksa senin yaşadığın doğrulara göre mi karar vereceksin?

Ben en yakın arkadaşım dahi olsa, beraberliklerini görünmeyen bir ruh gibi veya bir hayalet gibi, 24 saat onlarla olup izlesem dahi, o yaşamı eleştiremem. Çünkü onların yaşamını görünmeden izlesem bile, beyinlerinin içinde hiç bir zaman olamayacağım. Örneklemeye çalışayım;

Şimdi düşünün, bu iki güzel insanla eğlenmeye gidiyorsunuz, sizin yanınızda da sevgiliniz var. Herkes gülüyor, neşeli. Espriler yapılıyor, minik minik tansiyonlar dışında bir gariplik hissetmiyorsunuz. Sonra herkes ayrılıp evine gidiyor. Bu durumda ki gözlemlerinize göre; tamam bir sorun var ama yine de yan yanalar, beraberler, eğleniyorlar. Sonra ikinci bölüme geçiyorsunuz, hayalet gibi onları takip ediyorsunuz, onlarla berabersiniz, onlar sizi görmüyor, arabalarına bindiler, sohbet etmiyorlar, kadın bir kaç kelime ediyor, adam kısa kısa yanıtlıyor. Demin ki neşeli ve eğlenceli hallerinden eser kalmamış. Evlerine geliyorlar, kadın soyunup banyoya giriyor, adam televizyonu açıyor. Kendine bir içki daha koyuyor, kadına teklif dahi etmeden, kadın yatmayacakmısın diye soruyor, adam hayır uykum yok diyor, kadın iyi geceler deyip yatıyor, bir temas, bir öpüşme, bir sevgi belirtisi yok, çünkü bu gecenin diğer gecelerden farkı da yok, çünkü adam yatağa da gelmeyecek ve salonda yatıp,sonra sabah işe gidecek. Ve bir kaç gece sonra aynı insanlar ile bir başka barda aynı şekilde eğlenilecek. Bu durumdaki gözlemleriniz ne? Her şey sizin düşündüğünüz gibimi hala. Aylardır sevişmediklerini biliyormuydunuz? Birbirlerine dokunmadıklarını, gülmediklerini, yan yana arkadaşlarının yanlarında farklı, kendi özel yaşamlarında farklı olduklarını? Bunları görmeden, yaşamadan hala fikir yürütebilme şansınız olduğuna inanıyormusunuz? Bence hala yeterli değil, bunları izlediniz, peki ama NEDEN? işte o zaman üçüncü ve son bölüm geliyor. O insanın beyninin içinde olmanız, üstelik her iki tarafın da beyninin içinde olmanız gerek. Bu davranışların nedeni ne? Biten ne?

Bunları neden bu kadar irdeliyorum. Çok ama çok sevdiğim bir arkadaşım boşanıyor. Geçen gün bendeydi. Sohbet ettik. Örneklemeyi yaptığım tarzda bir insandı. Eşiyle tanıştıkları günden, bugüne kadar ki bir çok ortamda birlikte olduk. Flört ettiklerinde, sevgili olduklarında, evlendiklerinde bir çok zamanı beraber geçirdik. Boşanacağını söylediğinde hiç yapmadığım gibi ona da sormadım NEDEN diye, sadece anlatmak istediği bir şeyi olup olmadığını sordum. Kendince anlattı ve dedi ki, Haluk zaten 2 yıl önce bitmişti.

Aynen yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, gerçek dünyada biri bana bu arkadaşım ile eşinin beraberliğinin 2 yıl önce bittiğini söyleseydi, inanmazdım. Muhteşem rol yapmışlar demek ki, ben de onları gizlice seyredemediğim ve beyinlerinde olamadığım için, tamam sorunlar var ama kim de yok ki, hepimizin sorunları var, diye düşünmüşüm. Bugün hepimiz böyle düşünmüyormuyuz.

Zor bir dönem yaşayacak arkadaşım, neden biliyor musunuz, kendi vermiş olduğu karardan dolayı değil, zaten bunu düşünmese ve arzu etmese uygulamaz, sadece bu 2 senedir yaşamış olduğu dönemi kimse anlamayacak, anlamaya da çalışmayacak ve herkes bir kahraman gibi onun evliliğini nasıl kurtarabilir, eşiyle ikisini tekrar nasıl bir araya getirebilir, evlilik, aile, anneler, babalar, çevre, vs gibi her türlü etken arka arkaya sıralanarak, tekrar düşünmesi talep edilecek, istenilecek.

Hatta daha ileriye gidenler olup, eşiyle ikisini habersiz buluşturma, ev yemekleri, toplu tartışma ortamları yaratılacak. tatile gidin, hava değişikliği yapın diyecekler. Halbuki, boşanma kararını alan ve kendince 2 sene önce ilişkisini bitirmiş birisini anlamaya çalışmak çokta zor değil. Nedeni kimseyi ilgilendirmez ki. Yaşayan o, yaşamış o ve yaşayacak olan da o.

Ve son söz, ben kimsenin ilişkisini eleştirmiyorum, iç dinamiğini bilmediğim hiç bir şeye de yorum yapmıyorum. Yetişkin insanlar her zaman aldıkları kararları önce en iyi bildiklerine danışırlar ve o en iyi bildiği de, her zaman kendi KALBİ ve BEYNİDİR. Onlara danışmış ve olayı bitirmişse, siz kim oluyorsunuz da onu, onun kalbinden ve beyninden daha iyi anladığınızı düşünüyorsunuz?

Yeni yaşamında mutluluklar arkadaşım, unutmamak lazım ki, insan hak ettiğini yaşar.

Mutsuzluk .....

İngiltere'nin önemli anketör firmalarından birisi, Türkiye'nin de dahil olduğu bir araştırma yapmış ve 40 küsur ülke içinde Türkiye en mutsuz üçüncü ülke olmuş. Ne kadar üzücü ama bir o kadar da gerçek.

MUTSUZ bir toplumuz, mutsuzluk üzerine bir çok şeyi biliriz de, mutlu olmayı nedense ihmal ederiz.

Paulo Coelho'nun çok sevdiğim bir kitabı vardır, Piedra Irmağının Kenarında Oturdum ve Ağladım diye, muhteşem bir kitaptır, bir genç kızın bir papaza olan aşkını anlatır ve bu aşkı yaşarken içindeki kişiyle, gerçek kişiliğinin kavgasını anlatır. Orada bir sohbet de Coelho şöyle der, Mutsuzluklardan korkmamak lazım, unutmamak gerekir ki, tüm mutlulukların başlangıcında mutsuzluklar vardır.

Ben bunu hiç unutmadım. Mutsuzluktan hiç korkmadım, değiştirmeyeceğim şeyler için üzülmedim, yaşanmışları anımsamak farklı, yaşanmışlarla mutsuz olmak farklı. Herkes hata yapar, hatalar insanlara özgürdür. Rahmetli İsmet paşanın bir sözünü unutmamak gerek, paşama sormuşlar, paşam siz hiç hata yapmazmısınız diye, oda dönmüş demiş ki, her insan hata yapar, ben de hata yaparım, ama aynı hatayı iki kere yapmam.

Sonuçta bizleri mutsuz edecek hatalar yapıyoruz ve yapmaya da devam edeceğiz. Hatalarımızdan dersler alabiliyorsak ne mutlu bizlere, yok hata yapıyor mutsuz oluyor, aynı hatayı tekrar yapıyor ve tekrar mutsuz oluyorsak, bunda önce kendimizi irdelemeliyiz. Nerede hata yaptığımızı bulmalıyız ve değişmeliyiz. Değişmeyen tek şey değişimdir derler. Bunu mutlaka uygulamalıyız diye düşünüyorum.

Son bir söz ile bitiriyorum.

Eğtim guruları der ki, insanların en büyük şikayeti, bir çok şeyden mutsuz olup, bir şey yapmadan bunları eleştirmek, halbuki bilinmeli ki, dünyanın en çaresiz insanları, hiç bir aksiyona geçmeden ve durduğu yerden her gün aynı şeyleri yapan insanların, hayatlarında bir değişiklik beklemeleri. Mutsuz insanlarsak -ki gözüken o, daha fazlasını elde etmek için değişmeliyiz. Değiştiremeyeceğimiz şeyler mutlaka olabilir ama bizi mutsuz edenleri ortadan kaldırmalıyız, en azından çaba göstermeliyiz.

Deniz Yıldızı hikayesini bilirsiniz, sorunlar çok olabilir, ama deniz yıldızlarını kurtarmak için tek tek denize atmaya başladığınızdaki gibi, sorunlarınızın çok olması önemli değil, bir yerden başlayıp teker teker kurtulmalıyız. POZİTİF bakalım, mutsuzlukları yenelim diyorum.........

Sevgilerimle

25 Şubat 2011 Cuma

Elektrik ....

Son zamanların en moda terimi bu. 

Mesela, sevdiğiniz, yalnız yaşayan bir kadın arkadaşınızı, yine sevdiğiniz bir başka erkek arkadaşınızla tanıştırmayı düşünüyorsunuz. 

Her ikisini de tanıdığınız için size göre yüzeysel bir birliktelik mümkün ama tabi kendileri bilir. Tanışma sağlanıyor, gece geçiyor.
 
Sonra çok doğal olarak bu projenin mimarı olarak soruyorsunuz,
 
- Nasıl, beğendin mi?
 
Gelen yanıt;
 
- Ya ne bileyim, her şey güzel iyi ama elektrik alamadım!!!!
 
Peki, nedir elektrik? Herkes bir çok şeyin tarifini kendince çok güzel yapıyor, aşkı, sevgiyi anlatıyor. Frekans tutması, elektrik alınamaması veya acayip bir elektrik alma, bunları tanımlamak gerçekten zor.
 
Bazen karşınıza biri çıkar, bir iş toplantısında veya sosyal bir ortamda, tanışırsınız, daha karşınızdaki kişinin elini sıkarken anlarsınız ki bu kişi farklı. Dokunması, konuşması, yaklaşımı, tarzı. O farklılık sizi sarar. Ondan önce aynı ortamda tanıdığınız bir çok kişi varken, sizin ilgi ve alakanız aynı kişide yoğunlaşır, hele bir de karşılığını alabiliyorsanız.
 
Karşılık almak derken acaba kadın ve erkek aynı anda aynı elektriği hissedebilirler mi?
 
Bu biraz zor oluyor sanıyorum, nedense genelde tersi yaşanıyor. İki taraftan birisi elektrik alıyor, diğeri alamıyor veya veremiyor.
 
İlişkilerimizi en çok zorlayan nedenlerden bir tanesi aslında beklentiler. Her ilişkiye başlarken bu beklentiler sürekli aklımızda, acabalar, korkular, geçmişte yaşanmış kötü tecrübeler, bir daha asla'lar.
 
Halbuki bir yoklayın hafızanızı, elektrik alarak başladığınız ve özellikle spontane gelişen ortamlarda ki ilişkileriniz de hiçte beklentilerinizi düşünmemişsiniz. Normal bir ilişkide önce düşün sonra yaşa varken, elektrik alarak tabiri caizse çarpılarak başladığınız ilişkide düşüncelerinizin ve korkularınızın bir çoğu arkada kalmış.
 
O yüzden ben elektrik olayına inanıyorum, hatta ben biraz daha ileriye gidip, bugünün insanın da bu elektriğin şu şikayetci olduğumuz ekran karşısından bile alındığına inanıyorum. 

Bu fikrimin mutlaka karşısında insanlar çoğunlukta olacak, sadece şunu diyeceğim, bu fikre karşı olan arkadaşlarım kendilerine şunu sorsun, ben her hangi bir internet ortamında yani sohbet, forum, site her neyse, birilerinden daha fazla keyf alıyormuyum, örneğin MSN de, sohbet ederken, geldiğinde sevindiğiniz, anlatmaktan hoşlandığınız, dinlemeyi sevdiğiniz birisi yok mu? O neden farklı diğerlerinden, bu sorduğumun ille sevgi veya aşk olması gerekmiyor. Elektrik sadece sevgili olmak için alınan bir şey değil ki.
 
Örneğin; bir çok forum ortamında insanlar birbirlerinin fotoğraflarını görüp, haftalarca çok güzel tartışmalar yaşamıyorlar mı? Ama inanın o kişiler sorduğunuzda dahi kendi içlerinde bir sıralamaları vardır. Çok güzel sohbet ettiği 10 arkadaşı varsa, yaşadığı çok güzel bir olayı anlatırken kendi içinde bir paylaşım sırası vardır. İşte bu o görmediği, tanımadığı, bilmediği veya dokunmadığı birisidir ve onun elektriğidir.

Ben bu elektrik olaylarına inanan birisiyim, sanal ve reel diye ayırmam, hissetmektir bu, bunu bana hissettirecek kişide bu varsa ve ben buna açıksam bunu her yerde hissedebilmem gerek diye düşünenlerdenim.
 
Sevgilerimle, 18/6/2006

22 Şubat 2011 Salı

Yeni bir YAŞAM ...

Yaşama yeniden başlamak, yeniden hayata göz açmak.

Bir bebek gibi, her şeye sıfırdan başlamak, yaşınızın, cinsiyetinizin hiç önemli olmadığı, sadece mutlu olmak  için almış olduğunuz kararlardan sonra yeniden dünyaya gelmiş gibi hissetmek.

Yetişkinler için çok zordur biliyor musunuz bazı şeylere yeniden başlama kararı..

Hele bu karar sizin evliliğinizin sonu demekse, hele bu evliliğinizin güzel ürünleri sizinle birlikteyse, mutsuzluğunuza sürekli bahaneler yaratırsınız, aile ve çocuk kavramanın önemini, evliliğin kutsallığını düşünürsünüz, daha sonra da bilemediğiniz gelecekteki kuşkularınız sizi hep engeller, çocuklarınızın
geleceği, kendi geleceğiniz hep sizin için soru işaretleridir.

Sonra kendinizle konuşmaya başlarsınız, vicdan muhasebesi yaparsınız, ne istiyorum?

Önemli soru budur, yanıtını da ne kadar gerçekçi olarak verdiğinizi bir tek siz bilirsiniz, kendinizi mi  kandırıyorsunuz yoksa acı da olsa gerçekleri kabul edebiliyor musunuz?

Sonunda kararınızı verdikten sonra onu uygulamaya geçirmesi çok daha zordur, sizin dışınızda etkilenecek insanları düşünürsünüz, eşinizi, çocuğunuzu, ailenizi sonra biraz daha ileri gidersiniz toplum, çevre ve  arkadaşlarınız ve tabi en önemlisi ne kadar ekonomik bağımsız olduğunuz.

Bir taraftan da hep yeteri kadar uğraşıp uğraşmadığınızı düşünürsünüz, düzeltmeyi isteyip istemediğinizi ve bunu ne kadar yürekten istediğinizi sorgularsınız.

İşte yeni bir yaşama başlamanın ilk yanıtı bu düşünce yoğunlaşmaları içinde yeşermeye başlar.

Kararınızı verebilmek ve bunu anlatabilmek,

Başlamak bitirmenin yarısıdır derler, bir kere başladınız mı, devamı gelir, çatlak gitgide büyür, geçirdiğiniz stresli saatler artar, nedenleri herkes merak eder ve anlatmanız istenir ama bir çok gerçek anlatılamaz, anlatması zordur, ne kadar istense de hep sübjektif kalır, sizi dinleyen de zaten objektif dinlemez.

Ve bir sabah yatağınızda uyanırsınız, sakin, huzurlu ve mutlu...

Bakmışsınız ki stres kaynaklarınız yok, kaybolmuşlar, artık kendinizsiniz, mutlu ve sabırsız,

Yaşam sizin için yeniden başlamaktadır, yaşamınızdaki zorlukları bilirsiniz ama o yeni yaşamınızın size  getirdiği huzur ile hepsiyle nasıl başa çıkacağınızı bilirsiniz,

Artık yaşamınızın tek bir patronu vardır, o da siz.....

Sevgilerimle,
Haluk
30.06.2008

13 Şubat 2011 Pazar

Öncelikler ...

Açıkçası beni de en çok korkutan şey ZAMANın kısa olması

Yaşamıma baktığımda zamanın ne kadar hızlı ilerlediğini görüyorum, yapmak istedikleriminse hala ne kadar çok olduğunu

Yakın arkadaşlarım bilir, uykuyu hiç sevmem, yani olanağım olsa ve becerebilsem hiç uyumayacağım, uykuda geçen zamana acıyorum gerçekten.

Bir çok arkadaşım tam tersi uykuyu çok sever, yani sağlıklı bir yaşam sürmemiz için gerekenden çok daha fazlasını, artık buna gereken değil de, zevk için demek lazım sanırım :)

Ama aynı arkadaşların bir çoğu da zamanının yetmediğinden bahseder, şimdi işten arta kalan zamanının büyük kısmını uykuyla geçiren, örneğin; Pazartesi'den Cumartesi öğlene kadar çalışan birisinin, Pazar günü yataktan saat ikide, üçte kalkan insanın hiç bir şey yapamıyorum diye üzülmesini anlamıyorum.

Veya yine bir çok arkadaşımın kuaföre, bakıma gidecek zamanım olmuyor demesini anlamıyorum

Veya o kadar çok işim başımdan aşkın ki, en son sinemaya bir yılk önce gittim, zamanım olmuyor demesini anlamıyorum

Ben zamanı iyi ve verimli kullanma taraftarıyım, işi işte bırakanlardanım, elimden gelebildiğince de her şeyi yapmaya çalışıyorum, yapabildiğim kadar ama hayatımda hiç zamanım yok, yapamıyorum diye yakınmadım, yakınan arkadaşlarıma söyleyecek tek bir şey var

Sizler, önceliklerinizi bilmiyorsunuz, sizin de herkes kadar zamanınız var, siz uykuyu öncelik olarak alıyorsunuz ama alırken bunu keyif aracı olarak değil zaten olması gereken, yaşanması gereken bir zaman dilimi olarak alıp, sonrasın da başkalarının yapmış olduğu şeyleri yapmak istiyorsunuz

Sadece uyku değil tabi olay, olayımız ÖNCELİKLER

Önceliklerimizi doğru belirlemeliyiz ve bu belirlediğimiz önceliklere göre yaşamaktan MUTLU olmalıyız, hem öncelikleri kendimiz belirleyip, hem başkalarının önceliklerini yaşayamadığımızı düşünmek herhalde en büyük deliliktir.

Eğitim guru'larından birisi şöyle demiş;

Hayatta en büyük delilik, hiç bir şey yapmadan, hayatında bir şeylerin değişimini beklemektir

saygılarımla,
03.08.2006, 07:15